“Savaşın iyisi, barışın kötüsü yoktur. Hiçbir savaş masum değildir ve barışı sağlamak için gösterilen her çaba değerlidir ''der Benjamin Franklin.

Marcus Ciceroda''En kötü barış en haklı savaştan iyidir’’ der

31 Temmuz 1974 de 1.Cenevre anlaşması imzalandı.Kıbrısın bağımsızlığının teminatçısı olan 3 ülkenin imzaladığı anlaşmaya göre adada 2 otonom yönetimin varlığı kabul edilmişti.

Kıbrıs Rumları ve Türk birlikleri arasında BM örgütü tarafınadan bir güvenlik bölgesi oluşturuldu .Bu anlaşmaya göre Rumlar işgal ettikleri bölgelerden çekilecekler karma köylerin güvenliğini BM Barış Gücü sağlayacaktı..

Fakat anlaşmadan sonra Rum tarafının samimiyetsizliği bir kez daha ortaya çıktı. Çünkü anlaşmanın amir hükümlerine karşın, daha önce Rumlar tarafından işgal edilen Türk yerleşim yerleri boşaltılmamış, BM'e teslim edilmemiş, esirler serbest bırakılmamıştı. Bu arada karma köylerde bulunan RMMO askerleri de geri çekilmemişti.

2. Cenevre görüşmeleri bu koşullar altında 8 Ağustos 1974'de başladı Konferansın başında Türk tarafı, 1. Cenevre anlaşmasının uygulanması için kesin bir tarih saptanmasını istedi. Ne var ki Rum tarafı konuyu uzatarak zaman kazanmak eğilimi içindeydi. Bu süre içinde de adadaki askeri gücünü artırmak ve dünya kamuoyunu aleyhimize çevirmek için büyük bir çaba harcıyordu.

Türk tarafı son önerilerini 12 Ağustos günü sundu.

Tam bu sıralarda Lefkede bizler 22 Temmuzda başlayan esaretin 21.günündeydik.

Annem içinde bulunduğumuz karamsarlığı bir nebze olsun umuda döndürmek için mutfakta küçük kardeşim için bir doğumgünü pastası hazırlamış onu süslemekle meşguldü.Tam o sırada mutfak penceresi önünde beliren yunan askerinin korkusu ile ne yapacağını şaşırmış bir halde korkudan dona kalmış.Çığlığı patlatmıştı.

Asker elindeki silahı ile tehditler savurup kapıyı açmamızı elektrikleri kontrole geldiklerini söylüyordu.

Babam o sırada evdeydi.

Kapıyı açtık.İçeri girdiler.Elektrik sayacının kontrol edilmesi bahaneymiş.

Askerler odalarda sağı solu karıştırırken ellerine bir fener geçti.

Pvc siyah kaplamalı bir fener.

Yunan askerinden biri bunun gemilere işaret vermek için kullanılan denizci feneri olduğunu iddia ederek babamı alıp götürmek istiyordu.Olay tamda bizim gözümüzün önünde geçiyordu.

Konuşulanları anlamadığım fakat askerin elindeki feneri havaya kaldırıp salladığı aklımda.

Tam o anda yunanla birlikte gelen birde rum askeri daha vardı.

Babam Rumu tanımıştı.Madende birlite çalıştığı biriydi.

Ona dönüp bunun denizci feneri olmadığını CMC’ nin(Kıbrıs Maden şirketinin) çalışanlarına verdiği bir fener olduğunu söylemesini istedi.

Bereket Rum askeri vicdanlı biriymiş ki babamın söylediklerini teyid etti.Babam ve rum iş arkadaşı uzun bir mücadeleden sonra yunan askerini ikna etmiş olacaklar ki babamı almadan oradan gittiler.

Tüm bunlar evimizin giriş holünde yaşanırken 7 yaşında ben ve 6 yaşında kız kardeşim herşeyden habersiz sadece yaşananları izlediğimiz aklımda.

Savaştan sonra rüyalarımızda patlayan bombaları ve silahları saymazsak bugün o günlere ait içimde herhangi bir korku endişe gibi bir duygu yok.Yada bilinç altında bastırılmış.

Sanırım o yaşlarda neler olacağını çokta farkına varamıyor insan. Savaş ne demek ölüm ne demek bilmiyor çocuklar.Bundan olsa gerek.

Burada Eglantyne Jebb’un,şu sözlerini hatırlatmadan geçemeyeceğim “Haklı veya haksız, facia ya da muzaffer tüm savaşlar çocuklara karşı yapılır. Savaşlar, aslında savaşın kazananı olmadığını, öncelikle çocukların sonra insanlığın kaybettiğini gösterse de hala savaşın soğuk yüzü ile yüzleşmek insanı sarsıyor.

Biz Lefkede bunları yaşarken Türk ve Rum tarafları arasındaki görüşmelerde sürüyordu.Rum tarafı yine oyalama taktiğine başvurunca, görüşmeler 13 Ağustos tarihinde kesildi.

14 Ağustos sabahı ise 2. Barış Harekatı başladı.

Bu süre içinde Güvenlik Konseyi 357, 358, 359, ve 360 sayılı kararları alarak, ateş-kes sağlanması ve görüşmelere başlanması çağrısı yapıyordu.

Bu sırada Türk ordusunun ulaşamadığı bölgelerde bulunan Türklerin tümü esir alınıyor,çoluk çocuk toplu katliamlarla katlediliyordu.

Harekat, Doğu'da Mağusa ve Batı'da da Lefke'ye kadar ulaşılarak bu bölgelerin ve işgal edilen Türk köylerinin kurtarılmasını amaçlıyordu.

Türkiye, 16 Ağustos tarihinde belirlenen hedeflerine ulaşarak ateş-kes kararına uydu.Lefkede Esaretten kurtuluşumuz 16 Ağustosta gerçekleşti.O gün Lefke halkının doğumgünüydü.

Sonraki günlerde Lefke dere yatağı içerisinde dozerlerce kazılmış olan çukurlar barışın anlamını ve savaşta yaşamın pamuk ipliğine bağlı olduğunu birkez daha hatırlatan önemli bir detaydı.

Sonraki yıllarda bugüne dair daha bir anlam yükledim.Çünkü 7 yaşında bu dünyaya veda edebilecek bir çizgide 25 gün geçirmiş ve sonunda kurtulmuştuk.

Bugün hala yaşıyorsak evlenip güzel çocuklara, dostlara ve arkadaşlara sahip olmuş.Güzel anılar biriktirmiş bize bahşedilen bu yaşamın tadına varabildiysek bunu 16 Ağustosta Lefkeye giren ve adaya barışı getiren Türk askerine borçlu olduğumuz bir gerçek.

Stefan Zweig’in şu sözü ile satırlarıma son vermek istiyorum: “Birisi barışı başlatmalı, tıpkı savaşı başlattığı gibi.”