Tufan Erhürman Kıbrıslı Türkler’in altıncı Cumhurbaşkanı oldu. Prensip olarak ofise gelen siyasetçileri ilk 100 gün dikkatle izlemek, yorumlara ondan sonra başlamak gerekir. Bu yazı bu prensibe sadakat göstererek olumlu ya da olumsuz eleştiriden farklı olarak tespitler, gereklilikler ve gelecek 5 yıl ve ötesi için düşünceler içermektedir.

Siyasi sahnemizde hatalı tanımlamalar yaparak Kıbrıslı Türkler’in cumhurbaşkanlığı makamına ‘sembolik’ diyenler bulunmaktadır. İç politikada devletin başının nasıl bir etkinliği olacağı tartışmaları bu yazının mevzusu değildir. Ancak anlaşılması gereken önemli husus şudur: var oluşundan itibaren Kuzey Kıbrıs’ta cumhurbaşkanlığı makamı çözümsüz bir adada sürekli müzakere masasında olduğumuz için, sembolün çok ötesinde bir anlam içermektedir. O anlam da toplum liderliğidir. Rumlar masadan kaçıp, görüşmedikleri anda Akıncı’nın yaptığı gibi ‘ayrelli Festivalinin önde gelen katılımcısı’ olarak algılatılacak bir makam değildir. Müzakere edilmediğinde Kıbrıslı Türkler’in yapabilecekleri başka bir şey olmadığı sinyali verilecek bir makam da değildir. Rumlar’ın masadan kaçtığını gizlemek ve Ada’nın kuzeyinde korsan bir devletin devamını yaşatmak için Tatar gibi politikacıların oluşturduğu ‘turist Ömer’in maceraları’ teması için kullanılacak bir makam hiç değildir. Görüşme olsun ya da olmasın, Kıbrıslı Türkler’in cumhurbaşkanlığı makamı hiçbir zaman sembolik olarak algılanmamalıdır. Toplum liderliği vazifesine sahip olan bir makamın içeriğini hiçbir zaman unutmadan her gün çocuklarımıza öğrettiğimiz şekilde ‘bugün toplumum için ne yaptım’ sorusunun içini doldurarak cevaplayabilen bir makam olması gerekmektedir.

Erhürman çok zor bir dönemde göreve talip oldu. Zorlukları yanında en büyük avantajı ise Kıbrıslı Türkler’in 5 ayrı tutuma sahip lider tarafından nasıl yönetildiğini, yaptıkları nelerin dezavantajımıza döndüğünü, nerelerin üzerine gidilseydi daha başarılı olacağının resmine sahip olmasıdır. Bu da kendine özgü ve diğerlerinden farklı bir cumhurbaşkanlığı yapma şansını kendisine vermektedir. İçinden çıktığı partisi CTP, örgütlü, inançlı, disiplinli ve çalışkan bir partidir. Ancak babalardan oğullara ve kızlara devredilen siyasette, babalar olması gerekenin çok ötesinde etkinliğini parti içinde korumaktadır. Tufan Erhürman 1970li nesilden seçilmiş en yüksek makama gelmiş ilk kişidir. Büyüklerin tecrübelerinden yararlanırken kendi içine doğduğu dünyanın gerekleri için onların ötesine geçebileceği bir yapı oluşturması gerekmektedir. CTP gibi bir partinin güçlü bir liderlik göstermiş, cumhurbaşkanlığı yapmış, Erhürmen’ı müzakere kadrosunda çalıştırmış ikinci Cumhurbaşkanıyla ilişkisi özenle oluşturulmalıdır. İkinci Cumhurbaşkanı Talat soğuk savaş kodlarına sahip olarak siyasi formasyonunu oluşturmuş, bu anlayışın üzerinden Kıbrıs meselesini okumayı öğrenmiştir. O kodların üzerinden 2 kutuplu dünya sona erdi, tek kutuplu dünya yaşandı ve o da noktalandı. Şimdi üçüncü evredeyiz, çok kutupluluk içerisinde hareket etmeyi öğrenmemiz gerekmektedir. Yeni Cumhurbaşkanı kendine ait bir cumhurbaşkanlığındansa ikinci Talat dönemini ortaya koyacaksa, hatta süreç içerisinde dördüncü Cumhurbaşkanı Akıncı'nın tutumuna benzer bir yaklaşım sergilerse gideceğimiz yol bellidir: Annan Planını reddetmiş Rumlar’ın bizi görüşme masalarında oyaladığı 13 yıllık sürece 5 yıl daha ekleyecektir.

Seçim döneminde Tufan Erhürman toplum liderliği sözüne uygun düşecek bir söylem izledi. Kendisine haksız olarak belirsiz veya Türkiye'nin istediği gibi davranıyor söylemleriyle eleştirenler ne toplum liderliği sözünü algılamıştır ne de demokrasiyi içselleştirmiştir. Adı Mesarya Kadınları olan grupla ilgili yıllar önce yazdığım yazıda CTP'ye bir hodri meydan çağrısında bulunmuştum. TKP’yi küçültüp yok eden, başlangıcını ve bitişini Akıncı zanneden yeni nesline TKP-TDP geleneğinin ‘işgal’ bayrağının altında yer alamayacağını, tabanlarını tanımadıklarını, değiştirmeye çalıştıklarını ve bunu başaramayacaklarını ifade etmiştim. Parası bol, sayısı az, sesi çok çıkan ‘işgal’ söylemlerinin yanında yer alanların sandıkta sonu bellidir.

Erhürman akademik geçmişten geldiği için sloganla değil toplumun beklentilerinin ne olduğu üzerinden hareket etmeyi bildi. Kıbrıslı Türkler’in sandıktaki mesajı nettir ve istikrarlıdır. Ne Türkiye'nin siyasi iradelerine, kimliklerine ve kültürlerine müdahale etmesini isterler ne de üniter devlet altında kendilerini Yunanistan ve Avrupa Birliği insafına tekil olarak bırakacak bir Kıbrıs Cumhuriyeti yapısına onay verirler. Halk, kendi geleceğindeki tüm tehlikeleri idrak konusunda, parası tatlı gelen yarım porsiyon aydınlardan çok daha fazla güvenilirdir.

Erhürman'ın aldığı %65’i iyi okumanız gerekiyor. Sadece CTP oyu değildir. %3.5-4 bandından kurtulamadığı halde her kareye girmeyi kendine iş edinmiş TDP ve siyasi yaşamına yeni başlayan Bağımsızlık Yolu’nun veya geriye kalan kıyıda köşedeki sol partilerin toplamıyla bu %65 bulunmamıştır. Elbette solun veya liberallerin (adına ne derseniz deyin), bir araya toplanabilmesi önemlidir. Kendilerini popülizimle öne çıkarmak sevdalıları düşünüldüğünde, desteklerinin arkasındaki başka tip telkinleri düşünsek bile bu toparlanma önemlidir. Erhürman'ın da seçilirkenden isabetle ifade ettiği gibi kendisini sol veya liberal ifade etmeyen, milliyetçi veya sağ liberal gruplardan da oy almıştır. Bu oy neredeyse Annan planına evet diyen Kıbrıslı Türkler’in oyuna eşittir. Halk kendisine önce ekonomik refah, sonra adalet dağıtabilecek bir sistemin kurgulanması için yaklaşmıştır. Bu halk her daim, değişik tip liderleri ve fırsatları sandıktan çıkararak düze çıkmaya çalışmaktadır.

Bu bilinçten hareket etmeden oligarşinin sağ liberal ve sol liberal kanatlarının seçimleri federasyon ile iki devletlilik arasında bir referanduma dönüştürmeleri halkın beklentileri ve endişeleriyle alakalı değildir. Erhürman da zaten seçimde bu içi boş tartışmalara, toplumu doğru okuduğu için girmemiştir. Kıbrıslı Türkler 2004’ten beridir her fırsatta federasyon olasılığını kabul ettiklerini, kendilerinin payına düşen sorumluluk olan sandıkta göstermiş, birleşik Kıbrıs'ı yaratmak için irade koymayı becermişlerdir. Rumlar tarafından yüz üstü bırakıldıklarında da kendilerine Akıncı gibi seçim sürecinde ‘Rumlar gene hayır derse, B planını konuşacağız’ sözü veren (Crans-Montana’da Rumlar ve AB tarafından yüzüstü bırakıldığında bile bu sözünü ifade edip, uçaktan inerkenden geri adım attırılmıştır) alternatifleri denemişlerdir.

Halkın tecrübe ile gördüğü ve anladığı gerçek ne kadar isterlerse istesinler federasyon olup olmayacağına dünya konjonktürü içerisinde farklı güçler tarafından karar verildiğidir. Bu konuda Kıbrıslı Türkler evet dese de onların evetiyle federasyon olmamaktadır. Ersin Tatar iki devletlilik formülünün içini boşaltmak için vazifelendirilmişti. Yine de Kıbrıslı Türkler içinde bu formüle sıcak bakanlar oldu. Orada da şahit olduğumuz şey, iki devletlilik istense bile o formülün de sadece Kıbrıslı Türkler’in tercihleriyle bir geçerliliği olmayacağdır. Zaten Erhürman’ın cumhurbaşkanlığını son derece zor kılan konu da budur. Bir yandan kendisinden festival gezen sembolik bir figür olmaması talep edilmektedir, öte yandan zaten elimizde olmayan federasyon veya iki devletli formülün kabul edilip edilmediği konusunda sonu gelmez bir toplumsal münakaşa içinde açık bir tavır sergilemesi istenmektedir. Her ne kadar da toplumun önde gelen, kendine entelektüel diyen grupları bu konuşmaların sahibi ise de, yeni cumhurbaşkanının bu içi boş tartışmaların, hakim ülkelerce (çoğul, tek bir ülke değil) belirlenen çerçevede yapıldığını anlatması, açığa çıkarması ve toplumsal münazarayı yeni bir yapıya evirmesi gerekmektedir. Federasyon gelince bu olur, federasyon için çalışalım’ veya ‘iki devletlilikle bu olur iki devletlilikle yapalım’ kavgası da ‘Türkiye mi Rumlar mı AB mi bize daha çok pay verir’ tartışmaları da adanın konumlanışı itibarı ile kendini tatmin dışında bir uzanıma sahip değildir, son 30 yılda da olmamıştır.

Yapılması gereken tartışma somutta ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel kazanımları an ve an nasıl sağlayabileceğimiz ve bunun için o anda izlenmesi gereken en etkin yönetmelerdir. Örneğin, iki devletlilik stratejisi bizi federasyona götürebilir. Çünkü an itibariyle Rumlar herhangi bir kayıpta olduklarını düşünmediklerinden ‘sonuca varmayan müzakere’ ve zamana oynama tavrı konusunda AB tarafından ikna edilmiştir. Siz ekonomik tanıtma adımlarını yoğunlaştırdığınız, barış isterken izole edilmişlik mağduriyetinizi duyurmaya başladığınız ve hızla değişen dünya dengeleri içinde ekonomisi güçlü bir devletle açılımı bir ‘olasılık’ haline getirdiğiniz anda, ilk kez federasyona en yakın olduğunuz anı yaşayacaksınız. Benzer şekilde başkaları için de iş birliğini çekici hale getirdiğinizde, Türkiye ile de özlediğiniz dengeli ve saygılı ilişki bütününü oluşturmaya en yakın olacağınız anı yaşayacaksınız.

Bugüne kadar gelip giden cumhurbaşkanlarının yapamadığı şeyi başararak, bu kısırdöngüyü kırmak, Doğu Akdeniz’de etkinliği olan süper güçlerin olduğu bir ortamda anlamsız tartışma girdabında boğulmamak Erhürman’ın omuzlarındaki bir sorumluluktur. Cumhurbaşkanı Erhürman’ın ‘Beşinciden sonra yedinciden önce’ gelmiş Cumhurbaşkanı olmak sıfatının ötesine geçebilmesinin görebildiğim iki tane önemli koşulu vardır.

Birincisi, ‘toplumsal akıl’ yaratabilmek için yeniden bir toplum gibi davranacak bir yapı oluşturmak. Dışarıya karşı sistemli, uzlaşıya dayalı, hepimizin üst ortak hedefini (superordinate goal) oluşturacak zemini cumhurbaşkanlığında hayata geçirmesi gerekmektedir. Memleketimizde özel hayatlarından tutun da iş ortaklığına kadar farklı siyasi gruplardaki insanlar bir araya gelebiliyorlarsa, hepimizin Kıbrıslı Türkler için olmasını istediği zeminin ne olduğunu bulabilmemiz gerekmektedir. Toplum olmak o demektir. Umut edelim, Cumhurbaşkanı Erhürman’ın ilk 100 gün hedefleri içinde 15. sırada olan ‘toplumsal birlik ve bütünlük birimi’ altta kalmasın ve bilime dayalı, uluslararası yapıyı, bölgesel politikayı iyi takip edebilen bir yaklaşımla toplumsal ortak hedefler somutta ortaya çıkarılabilsin. Gerekçi ve somut hedeflerle gidilecek yol kararlaştırıldığında da geniş halk kitlelerine farkındalık ve bilgilendirme yapılarak Cumhurbaşkanlığının halk nezdinde söylemi kazanması gerekmektedir.

İkinci adımın ne olması gerektiği ile ilgili fikrimi bir sonraki yazıda irdeleyeceğim.