3.Dünya savaşı çok uzağımızda değil.Emperyalist ABD ve taşeronu İsrailin paranoyaları dünyayı korkunç bir felakate sürüklemek üzere.
Gerçi küresel toplum uzun süredir Üçüncü Dünya Savaşı olarak adlandırılabilecek bir çatışmanın içinde. Sadece, bu savaş bizim savaş dediğimiz duruma çok da benzemediği için herkes tarafından hemen fark edilmeyebilir.Lakin savaş çoktan başlamış ve sürüyor.
Bir taraftan ticaret ve teknoloji diğer taraftan ekonomi alanlarında yürütülen mevcut Üçüncü Dünya Savaşı, bazı coğrafyalarda tanklar ,toplar ,dronlar ve füzelerle sınırlı iken, küresel düzlemde daha geniş bir yelpazede gerçekleşiyor. Ve dünyaya hakim olmak isteyen emperyal güçler dengesi yeniden tesis edilene kadar da devam edecek gibi görünüyor.
Şu çok açık ki günümüzün bu savaşından tek bir galip çıkmayacak ; ancak, küresel kapitalizmin egemenliğinin yavaş yavaş sonlanacağı ve yeni bir döneminin doğacağı su götürmez bir gerçek .
Önümüzde doğal afetlerden sosyo-politik kargaşaya, iklim değişikliğine, enerji-su ve gıda savaşlarına ve yeni nükleer caydırıcılığın gölgesinde birçok türden felaketin yaşanacağı bir gelecek var.
Peki bu kaotik ortamda ordusu olmayan askeri gücü sınırlı olan ülkeler kendilerini nasıl koruyacaklar.
Şu bir gerçek ki koruyamayacaklar.Bunun içinde zaten önlemlerini önceden almışlar.
Mesela İzlanda.Savunması , NATO tarafından sağlanıyor.NATO üyesi olan en az nüfusa sahip ülke olan İzlanda silahlı kuvvetleri olmayan tek üye devlettir.
Andorranın savunması, Fransa ve İspanya'nın sorumluluğundadır.
Kosta Rikada Güvenlik, ABD ve Kolombiya'nın eğittiği polis birimleri tarafından sağlanıyor.
Samoanın savunması, Yeni Zelanda'nın sorumluluğunda.
Porto Rikoda ABD var.
Hong Kongda Çin.
Monako da Fransa.
San Marinoda savunma, İtalya'nın sorumluluğunda
ABD ile Japonya arasında 1960 yılında imzalanan “Japonya-Amerika Güvenlik Anlaşması” uyarınca, ABD Japonya’nın savunmasına katkıda bulunuyor. Bunun için Japonya’da yaklaşık 50.000 Amerikan askeri bulunuyor.
Kuveyt, Bahreyn, Katar, BAE ve Ummana güvenlik şemsiyesi sağlayan ve dış tehditlere karşı hayatta kalmalarını sağlayan en önemli güvenlik politikasının ABD, İngiltere veFransa gibi büyük devletlerle kurdukları ikili güvenlik ilişkisi.Emirliklerde mevcut olan ABD askeri üsleri her ne kadar bu ülkeleri açık bir hedef haline getirse de önemli bir caydırıcılığa ve inandırıcılığa sahip olduklarından dolayı önemsenmektedir.
Bugün Ukraynada ABD, Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti, Fransa ve Birleşik Krallık’ın yanı sıra Türkiye ve Almanya’nın da içinde olacağı garantörlük meselesi konuşulmakta.
Gelelim Türkiye Yunanistan ve İngiltere tarafından müştereken imzalanan Garanti Anlaşmasına;
Garanti anlaşmasının Kıbrısın sadece kuzeyini değil tüm Kıbrısın güvenliğini garanti eden bir anlaşma olduğu bir gerçek.
Anlayacağınız üzere bu anlaşma yalnız Türklerin değil güneyde yaşayan Rumlarında güvenliğini de garanti altına alan bir anlaşma.
Rumun Türkiye korkusu ile kendisini koruyacak diye içerisine dahil olduğu lakin Rus Ukrayna savaşında bile ABD’ den yardım siteyen AB ‘nin durumu ortada.
Bu haliyle bile bakarsak Türk Askerinin adadaki varlığı Anavatan Türkiyenin tüm adayı kapsayan garantörlüğü kuzeyde Türkler kadar güneyde de Rumlara bu adada huzur ve güven içinde yaşama fırsatı sunduğu bir gerçek.
Kanıtı ne diye sorarsanız .1974’ den sonra bugüne kadar geçen 51 yılda adadaki barış ortamı derim.
Bunun yanında Kıbrısa gelen burada yaşam süren onbinlerce Rus, İsrail ,iran ve daha birçok diğer yabancılarında bundan istifade ettiğini söylememe gerek yok.
Rum tarafı Enosis rüyasından uyanıp bu adanın güzelliklerini Türklerle paylaşmayı düşünse sonsuza dek barış ve huzur içinde yaşayacak. Heyhat kibiri arzu ve ihtirasları buna izin vermiyor.
400 Km uzağımızda bulunan Gazzede Filistinlilerin yaşadıkları acıları naklen izliyoruz.Bombalar altında ölen yavrular açlık, susuzluk ve göçün trajik sonuçlarını görüyoruz.
Filistin eski lideri Yaser Arafatın Rauf Denktaşa ‘’Keşke benimde bir Türkiyem olsa’’ dediği günlerin canlı tanığıyız.
Gazzede olduğu gibi şimdi de İsrail İran arasında atılan ve ülkemizden de havada çok net görülen füze görüntüleri ve atılan bombalardan sonra çok katlı binaların bile yerle bir olması güvenli hiçbir yerin olmadığını gösteriyor.
Türkiye Yunanistan ve İngilterenin müşterek imza koydukları Garanti anlaşmasının varlığı kim nederse desin aslında bir yerde Kıbrıs adasına dokunulmazlık zırhı kazandırıyor.
Bu dokunulmazlığın doğru stratejiler ve işbirlikleri ile adaya her daim barış ve huzur getirmesi mümkün.
Huzur ve Güvenliğin tanımı belki kişiden kişiye değişir ama bir kent bir ülke için en önemli şey güven huzur ve barış ortamının olmasıdır.Helede güvenlik eksikse geri kalan herşey önemini kaybeder.
Eğer gündelik yaşamınızda güvensiz bir kentte yaşıyorsanız zenginlik sağlık konforlu yaşam gibi tüm olumlu değerler anlamsızdır.Her an ve her yer tehdit altındadır.
1974’te Türkiyenin garantörlük anlaşmasına bağlı olarak gerçekleştirdiği barış harekatı ile adada sağlanan barış ve güven ortamı bugün yalnız kuzeyde değil güneyde yaşayanlarada birçok fırsatlar sunuyor.
Doğu Akdenizde ve ortadoğuda savaşlar sürerken tüm bunların ortasında bulunan Kıbrıs adasında son 51 yıldır kan akmıyor ve adada yaşayan Türk Rum İngiliz Rus İran ve İsrailli adanın zenginliklerinden istifade ediyor.
Dünyanın hali ortadayken ve Rum tarafının ABD ve Fransa ile yaptığı askeri işbirlikleri önümüzde duruken sıfır asker sıfır garanti istenci safsata ve hayalcilikten öte bir şey değildir.
Umarım hem bizim taraftaki hemde güneydeki sıfır asker sıfır garanti söylemini ağızlarına pelesenk edenler erken bir zamanda uyanır ve Garanti anlaşmasının ne kadar büyük bir nimet olduğunu farkına varırlar.
BM’nin barışı tesis etmekteki gücüne. AB’nin ABD’ nin ve diğer emperyalistlerin adaletine inanıp Türkiyenin garantörlüğünden ve Türk askerinin caydırıcı gücünden vazgeçersek sonumuzun nasıl olacağını tahmin etmeye gerek yok.
Hürriyet bu dünyada en kıymetli şey.Ve değeri ne yazık ki bazen elden gittikten sonra anlaşılıyor.