Bir süper marketin araba park yerine doğru giriyorum, gözüme öyle bişey takıldı ki, içim ürperdi, aklım bir an da dondu, utandım kendimden, bindiğim arabadan, giydiğim pantolondan bu nasıl bir kabus bu nasıl kabul edilemez bir manzara. Bir kadın orta yaşın üstünde kir içinde, yarım yamalak elbiseler üstünde, elinde sürüklediği eski kırık dökük bir bebek arabası. Yanında oğlu olabilecek yaşlarda bir genç o da benzer durumda.
* * *
İnsanlar yanlarından öylece geçip gidiyor sanki görünmezlermiş gibi, sanki hiç yoklar, sanki birer hiçler gibi. Marketin çöplerini karıştırıp o işletmeden kimsenin artık el sürmediği, çürüyüp atılan zerzevatları o koskoca çöp konteynerine girip topluyorlar. Tam o esnada o kadınla nerdeyse ayni yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim başka bir kadın, iki yüz bin euroluk arabası ile geçiyor yanlarından.
* * *
Bu yoksuluk kader olamaz, kader kimsenin cebine dadanmaz, kim yiyorsa bu kadının hakını, kim yokmuşlar gibi davranıyorsa, kim bu bir kader diyorsa bin kere utanmalı, var ise bir cehennem işte orada bin kere yanmalıdır.
* * *
Bu ülkenin rejimi o kadar merhametsiz, o kadar acımasız, o kadar kan kokusunda yaşar ki o kadın onlar için yok. O çürümüş vaadleri, o leş kokulu idealleri bu yoksulluğu yaratandır. Yoksulluk yoktur, doymayan sermaye ve o sermayeye kulluk eden yönetimler vardır. Kırın artık o saadet zincirini adil, eşit ve paylaşımcı bir yarını düşleyin göreceksiniz, düşle başlayana bir gün yol döşerken bulacaksınız kendinizi…..

Behiç Anibal…