Bizim gibi ülkelerin sürekli bir “deja vu” hali içinde yaşaması sıkıcı ve üzücü bir durum olsa da,kendini yetiştiremeyen bilgi toplumu olmayı başaramamış toplumların böyle bir durumda olması kaçınılmaz.

Eğitimin önemine burada dikkat çekmekte fayda var.

Kaçıncı kezdir yaşıyoruz emin olun unuttum.

Döviz her yükseldiğinde ah vah eden bir toplum.Battık mahvolduk diyen dövizzadeler ve bunu çaresizlikle izleyen ve çözüm üretmekten yoksun bir sonraki döviz krizini bekleyen hükümet edenler.

Sonuçta kapanan dükkanlar.Ev araba taksitlerini ödeyemeyip göç eden insanlar.Yurtdışı eğitim hayalleri bir anda yok olan çocuklarımız.Alım gücü düşen vatandaş.Altın gibi değerlenen salatalık, prinç, tuvalet kağıdı….

Ve her seferinde bunların sebebi suçlu Türk Lirası.

Son 1 haftada konuları öylesine saçma, öylesine akıldan ve izandan uzak bir şekilde ele alanlar var ki, yanıt bile veremezsiniz. İçinde Türk kelimesi geçen herşeye alerjisi olanlar yanında ,Euroya geçelim diyenler,bunu Kıbrıs sorununa federasyona bağlayanlar bile var.

Cahillere helede cahil taklidi yapanlara o düzeyde yanıt vermek mümkün değildir elbette.

Halbu ki sorunun çözümü basittir.

Herkes kazandığı kadar harcamalı.İsraftan kaçınmalı.Yok bunu yapamıyorsada o zaman halkı koruyucu önlemleri toplumun refahı ve huzuru için devlet almalı.

Ama gelde bunu anlat. Onda var bendede neden olmasının dayanılmaz cazibesine kapılanlar para harcamakta borç yapmakta sınır tanımıyorlar.

Toplum öylesine bir israf ve gösterişe düşmüş ki bunun kişilerin kendi iradeleri ile çözülemeyeceği ortadadır.

Parayı herkes kazanır, harcamak kültür işidir. Bir insanın ya da bir toplumun kumaşını para kazanırken değil ama harcarken anlayabilirsiniz...sözünüde yeri gelmişken hatırlatmakta fayda görüyorum.

Bu seferde iş toplumu yönetmesi ve toplumsal huzuru ve refahı sağlaması gereken hükümetlere düşüyor.

Ancak o konudada işimizin kolay olmadığı ortada.

Çünkü bunun için çözüm öneren sorunlar nüksetmeden önlem alması gereken bir yönetime sahip olmadığımız açık.

Ancak ölüm olduktan sonra bir sokağa kasis konulmasına benzer yönetim anlayışımız hayatımızın her alanında sürüyor.

Peki buna çare var mı?

Pek ala hasarın azaltılmasını sağlayacak çıkış yolları mevcut.

Asıl mesele ekonominin yapısal sorunlarına bakmak ve ekonomik hayatın dinamik yapısına göre değişimi gerçekleştirebilmektir.

Ben derim ki asıl sorun üretmeden tüketmektir.

Üretimde güçlü olmayan bir ekonomideki parasal varlıklar hiçbir anlam ifade etmez. Sadece birilerinin cebinden alarak başka birilerinin cebine aktarır.

Fakat bir gün gelir herkesin cebi boşalır.

Bireyler ve hanehalkı için ise en büyük sorun kazançtan fazlasını harcamaktır.Ki buna çalışanını ödeyemeyen kurumlarda dahildir.

Doğal olarak herkes refahını artıracak araçlara sahip olmak ister. Ancak harcamalar her zaman refah yükseltici olmaz. Özellikli bilgisayarlar, cep telefonları veya ulaşım araçları birer değer üretme aracı ise anlamlı olabilir.

Aksi hâlde, servetler ödeyip satın aldığımız araçların özelliklerinin onda birisini bile kullanmıyorsak, israftır, savurganlıktır. Hele de ithal ise milli servetin dışarıya akması, heba olması, yok edilmesidir.

Herkesin cebinde telefon, altında araba varsa ve lakin bunun önemli bir bölümü dışardan satın alınıyorsa, bu bir yerden patlar. Üretim olmadan hizmet sektörünün büyümesi bir toplumu sadece fakirleştirir.

Öncelikle vatandaşın geliri kadar harcamasını sağlayacak yasal düzenlemler ve bunun etkin kontrolü önemlidir.

Yunanistan buna en bariz örnek , bir süre AB’ye üyeliğin keyfini çıkardı. Bunu da yüksek asgari ücretler ve bol tüketimle yaptı. Ancak gün geldi bedelini ağır ödedi ve başladığı yerin de gerisine düştü.

Anlayacağınız çalışmak üretmek ve tasarruf etmek zorundayız.

Çalışmanın ödüllendirildiği bir iktisadi yapı kurmalıyız.Yüksek katma değer yaratan ürünler geliştirmek zorundayız.Mesleki eğitimi güçlendirerek ara eleman yetiştirmek zorundayız.Mezun ettiğimiz mühendis asgari ücretle bile iş bulamazken, bunun çok üzerindeki ücretlerle ara eleman bulamıyorsak, verdiğimiz eğitimi sorgulamak zorundayız.

Ezcümle ülkemizin gelişmesini, toplumsal refahımızın yükselmesini ve dünyada söz sahibi olmayı istiyorsak üretmek ürertmek zorundayız. Aksi halde, üretmeden tükettiğimiz sürece kendimizi tüketiriz.

Ve döviz her yükseldiğinde biz dejau yaşamaya Türk lirasını suçlu görmeye KKTC den birileride Türkiyeye gidip bizim için para dilenmeye bizde yalnızca ağlayıp sızlayan bir toplum görüntüsü vermeye devam ederiz.