Terör veya terörist kelimelerini ilk duyduğum yıllar çocukluk dönemlerime rastlayan bir zaman dilimi içerisinde idi. ASALA Terör örgütünün 1980 yılı ortalarında Türkiye'nin Atina Büyükelçiliği İdari Ataşesi Galip ÖZMEN ile 14 yaşındaki kızı Neslihan ÖZMEN, bir teröristin silahlı saldırısı sonucu öldürülmüşlerdi. Galip Özmen'in eşi Sevil ÖZMEN ve oğulları Kaan ÖZMEN olaydan yaralı olarak kurtulmuşlardı o zaman. TRT’deki bu haberi duyunca gayri ihtiyari yanımda olan anneme bunun nasıl olduğunu sormuş annem de bana anlayacağım şekilde izah etmişti.

Yıllar itibarı ile zaman geçtik sonra terörün sadece insan öldürmekten ibaret bir vaka olmadığı idrağına varma sürecini acı da olsa öğrendim. Okulda müdür, öğretmen, kabadayı öğrenci terörü, üniversitede sağcı, dinci, dekan v.s terörü, askerde komutan terörü, iş hayatında bakan, müsteşar, müdür terörü ve en önemlisi bir hükümetin, açık veya gizli emelleri doğrultusunda, korku vererek sindirme taktiği ile kendi vatandaşları üzerinde uyguladığı şiddet eylemleri doğrultusunda uyguladığı terör. Ne yazık devleti elinde tutan hükümet kendi politikaları yönünde bu terörü yönlendirebiliyor.

Demokrasinin tesisi ile kuvvetler ayrılığının ileri ve çağdaş ülkeler düzeyinde birbirinden ayrılması ve bir uyum ve saygı çerçevesinde çalışması neticesinde hiçbir terör eylemi de ortaya çıkmaz kanımca. Bir ülke düşünün ki gerçek anlamda tüm yurttaşlarına eşit seviyede davranıp kimsenin hakkını bir diğerine peşkeş çekmesin ve kültürel manevi değerlerine saygılı olsun; bu durumda herhangi bir sorun oluşur mu sizce ?

Öncelikle düşünce sisteminde diktatörik anlayıştan, kadercilikten çağdaşlığa doğru atılan adımın felsefesini ortaya koymak lazım. Demokrasi halkın iradesidir ve çağdaşlık iradenin niteliğini belirler. Yaşam biçimi, var olan değerler, çağdaş değerlerle örtüştüğü sürece aydınlanmanın da gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Bizlere “haddimizi” bildirmeye çalışan küçük insanların büyük gölgelerine güvenip karanlıkları ile boğazımızı sıkmalarına ve aydınlığın önündeki kocaman gölgelerine taş koyacak ışık dolu gücümüz ortaya koyup gerçekte kimlerin terörist olduğunu gözler önüne sermekte yarar var.

Başta siyasal partiler olmak üzere, sendikalar, mesleki kuruluşlar ve dernekler, demokratik yaşamın vazgeçilmez dayanaklarıdır. Mesleki örgütlenmeler, üyelerinin dayanışma ve ekonomik çıkarlarını savunmakla görevli oldukları kadar, siyasal partilerle birlikte, birey ve grupların demokratik özgürlüklerini korumanın ve yönetime katılmalarının aracı ve etkeni de olmalıdır.

Tüm bu bağlamda demokratik temayüller çerçevesinde hareket eden halkımız gerçek olan hukuksal haklarını ararlarken hükümet tarafından “terörist” olarak ilan edilmeleri ve aradan kısa bir zaman geçtikten sonra “teröristlerle” masaya oturup konsensüs sağlanması pek de akla yatkın sağlıklı bir zekanın yapacağı bir hareket değil aslında !!!
Hep unutulan ve göz ardı edilen bir unsur daha var aslında. Bir halkı sözüm ona “ terörist” eylemlere yönelten unsurlar nelerdir diye bir sormak lazım aslında. Şuan mevcut hükümet tarafından yapılan anti-demokratik, anti-hukuksal, anti-kültürel, anti-sosyal, anti-ekonomik uygulamalar ve topluma dikte ettirilen birçok akıldan yoksun icraat gündemde ise ve son 3-4 yıl içerisindeki bu baskıcı yapı halkı her açıdan psikolojik depresif bir duruma sokmuş ise ve buna bağlı olarak ant-depresan ilaç kullanımı %1000 oranında artıp intiharlar çoğalmışsa ve her haklı eylemde halkının önüne Polisi sürüp dövdürten bir hükümet varsa varın gelin gerçek terörü kimin uyguladığına siz karar verin.