Haftalar belki aylardır YÖDAK yasasının değişmesi konusu adayarısının gündeminde. Tartışılan nedir? YÖDAK Cumhurbaşkanlığı’nın mı kontrolü altında olacak yoksa Bakanlar Kurulu’nun mu? Yani bir kayıkçı kavgasıdır sürüp gidiyor. Buradaki mesele YÖDAK’ın denetleme gücünün nasıl etkinleştirileceği değildir. YÖDAK önemlidir çünkü üniversitelerin bilim üreten, bilimsel alt yapısı olan bireylerden oluşması ve kurumsallaşmasının denetleyicisidir. YÖDAK denetleyemezse ucuza kaçan üniversiteler bilim insanı olmayan eleman çalıştırır. Ucuz olsun diye. Çünkü gerçek bir araştırma üniversitesinden doktoralı bilim insanları pahalıdır. Bilim üretmek pahalıdır çünkü. Ucuzculuğa geçilmemesi için iyi bir denetim şarttır. Ancak YÖDAK’la ilgili bugünkü kavga hangi birimin etkinlik sahasında kimlerin YÖDAK’ın kontrolünü elinde tutacağı, kimlerin kendi adamlarını kayırıp atamaları yapacağı, kimlerin zengin iş insanları ile al gülüm ver gülüm noktasında pazarlık mahreçlerini elinde tutacağının kavgasıdır. Siyasi görünümlü suyun başını tutma kavgasıdır yani. Keşke Cumhurbaşkanlığı’nın ya da hükümetin etkinliği altındaki YÖDAK farklı bir sonuç üretebilseydi ve birini ötekine tercih edebileceğimiz bir konum olabilseydi.

Üniversitelerde sahte diploma ile ve başkalarının yayınlarını çalarak sözde yayın yapmış gibi yükselme kriterlerini kullanan intihalcilerle mücadele etmiş, YÖDAK’ı göreve çağırmış, beş uzun yıldır tek bir intihal vakasını YÖDAK’a araştırtamamış bir akademisyenim. Adayarısından ayrılma sebebim de zaten bu mücadeleyi vermiş olmamdır. Her ne kadar da artık adayarısına dönmek, oradaki üniversitelerde çalışmak gibi bir niyetim ve isteğim kalmamış olsa da, memleketimin genç kuşaklarının iyi bir bilimsel alt yapı ile eğitim almasını arzu ediyorum. Onun kadar önemlisi, genç kuşak temiz akademi ilkesini benimsemiş bilim insanlarının memleketlerinde çalışabilmesi, sahteci ve intihalciler tarafından gasp edilmiş kurumların bu genç akademisyenlere iade edilmesini arzu eden bir bilim insanıyım. O yüzden de bu kayıkçı kavgasında kim galip çıkarsa çıksın bu yasanın sorunları ve boşluklarını konuşmanın bir toplumsal görev olduğunu düşünüyorum.

Bu yasanın değişmesinin gerekçesi olarak KKTC üniversitelerinin uluslararası rekabet edebilirliği gösteriliyor. Sorulması gereken soru şudur: Acaba bu değişiklik yasası öngörülen gerekçeye ne kadar cevap verebiliyor? Yani YÖDAK kurumsal alt yapısı sağlam, üniversiteler üzerindeki denetimi kuvvetli bir yasa ortaya koyabiliyor mu? Cumhurbaşkanlığı uhdesinde iken YÖDAK’ın hiçbir denetleme gücü yoktu. Nereden mi biliyorum? İntihallerini tespit ettiğimiz akademisyenleri (!) kendilerine yazılı olarak bildirdiğimizde yüz yüze bir görüşmede o dönemin YÖDAK başkanı “YÖDAK’ın üniversiteleri denetleme yetkisinin olmadığını” kendisi ifade etmişti. “Yavaş yavaş bu adımlar atılacak ve o noktaya gelinecekti, bu yüzden sabırlı olmak gerekti”, söylediği buydu. Mevcut YÖDAK yasasında “intihal” (akademik-yayın hırsızlığı) sözcüğü geçmiyor bile. Hoş eski başkanların da YÖDAK’ın herhangi bir denetim yapabilmesi için gailesi olduğunu da gözlemleyemedik. Yani Yükseköğretim Planlama, Denetleme, Akreditasyon ve Koordinasyon Kurulu ismindeki YÖDAK’ın “D” si daha çok dekoratif amaçla oradadır. Peki yeni yasa bu konuda değişiklik getiriyor mu?

Eski yasaya baktığımızda “intihal” kelimesi bir kez bile geçmezken, yeni öneride intihal kelimesi 4 kez geçiyor ama bu sefer de adı var kendi yok bir durumdadır. Yani hala pratikte hiçbir intihalciyi denetleyebilecek bir YÖDAK yoktur. Nedenini anlamak için yasa değişiklik önerisindeki “intihal” meselesinin geçtiği yerleri tek tek irdeleyelim (elbette yasanın bir sürü başka sorunsalı daha vardır ama ben intihal ile mücadele etmiş ve bu yönde bilgisini geliştirmiş bir akademisyen olarak sadece etik ile ilgili sorunları ortaya koymakla yetineceğim): İntihal kelimesinin geçtiği ilk iki sefer, YÖDAK başkan ve üyelerinin niteliklerini belirleyen 9. Maddenin 6. Paragrafında “yayınlarının bir intihal programından geçirilerek, yayınlarında intihal bulunmadığına dair raporu bulunmak” şeklindedir. Herhangi bir program olur mu? Bu programdan hangi kurum geçirecek? Kişinin kendisi mi? Kendisini oraya atamaktan çıkarı olacak olan üniversitesi mi? Programların göremediği intihaller intihal olarak sayılmayacak mı? Sadece programın tespit edebildiği intihalciler mi YÖDAK’a atanamayacak? Peki YÖDAK’a atandıktan sonra kişinin intihalciliği ortaya çıkarsa ne olacak? YÖDAK’ın buna karşı atacağı adımlar nelerdir?

Bir başka maddede, intihal kelimesi geçmese de etik ilkelere gönderme yapıyor. YÖDAK’ın görev ve yetkilerini belirleyen 11. Madde 2(G), “yüksek öğretim kurumlarının ve üyelerinin yapacağı her türlü araştırma ve faaliyetlerin bilimsel ve mesleki etik ilke ve değerlere göre yürütülmesini sağlamak” . Bu değerler nedir? Araştırma sonucu yayınlar bu “faaliyetlerin” içine girmekte midir ve etik ilkeleri ihlalden ne anlaşılması gerekir? Mesela hiçbir fikir üretmeden başkalarının fikirlerini kesip yapıştırmak intihal sayılacak mı? Araştırma katılımcılarının korunması gerekli mi? Etik ilkelerin içinde bu var mı? Öğrenciler denek olarak kullanılabilir mi? Etik standartların içine bu konular giriyor mu? Bu denetlemeyi üniversite yapmazsa ne olacak?

YÖDAK karışmıyor, denetlemiyor. Bir sonraki değişiklik önerisi 11. Madde “(H) Yükseköğretim kurumlarında yapılacak hertürlü araştırma, deney ve tezlerin uluslararası kaidelere ve etik kurallarına uygunluğunu sağlamak, intihale yönelik tespit ve yaptırımlar içeren kurallar koyarak bunların uygulanmasını sağlamak amacıyla Bakanlığın da görüşlerini alarak yükseköğretim etik kurallarının düzenlendiği bir tüzük hazırlayarak Bakanlar Kuruluna sunulmak üzere Bakanlığa sunmak”Burası biraz karışık bir cambazlık. “Etik kuralları içeren bir tüzük” öngörülmüyor. Bu tüzüğün hazırlanması ve Bakanlar kuruluna sunulması üzerine Bakanlığa Sunmak gibi bir garip cümle ile “tüzük hazırlığını sunmak için sunmak”yasalaştırılıyor. Peki bu hazırlanan tüzük bakanlığa sunulduktan sonra geçmezse ne olacak? İntihal denetimi için yetki kimde? İntihal nedir? Tanımı nedir? Yaptırımlar nelerdir? Bu yaptırımları uygulatmak kimin yetkisindedir? Üniversite’nin mi? YÖDAK’ın mı? Belirtilmemiş. Her şey havada asılı. İntihalin yanı sıra etik meselenin içermesi gereken önemli bir konu, kişilerin belli üniversiteler leyhine YÖDAK’tan karar çıkarmaları etik sorun olarak yasada nasıl yaptırıma tabidir? Ya da YÖDAK Başkan ve üyelerinin YÖDAK görevleri sonrasında üniversitelerde olduklarının üstünde pozisyonlara getirilmeleri bir çıkar çatışması değil midir?

Bir YÖDAK üyesi tarafından işe konulmuş bir tanıdığım bu üyenin bölüm açma izinleri konusunda bir üniversite ile kurduğu ilişkide YÖDAK üyeliği bittikten sonra kendine bu üniversitede “iyi bir pozisyon verilmesi” umudunu taşıdığını aktarmıştı. Her ne kadar da bu örnekteki kişinin yumurtalarını yanlış sepete doldurmaya çalıştığını düşündüğünü bu tanıdık söylese de, buradaki mesele kişilerin çıkar hesapları ile kalite kontrolsüz izinleri verdikleridir. YÖDAK yasası bu çıkar çatışması ile ilgili nasıl bir kurumsal önlem almayı planlamaktadır? Nasıl bir denetim mekanizması yasa ile YÖDAK’a tanınmıştır? Son olarak öğretim üyelerinde aranacak nitelikler ve özlük hakları kısmında “Esas Yasa, 35'inci maddesinin (1)'inci fıkrası kaldırılmak ve yerine aşağıdaki yeni (1)'inci fıkra konmak suretiyle değiştirilir: ...Herhangi bir yükseköğretim kurumundan intihale ilişkin disiplin cezası almamış olmak,”Peki alırsa ne olacaktır? Disiplin cezasını kim verecektir? Üniversite mi? Üniversitelerin kendi isimlerini korumak adına intihalcileri asla deşifre etmediklerini, cezalandırmadıklarını, hatta soruşturma yapmak yerine meseleyi yargıya taşıttırıp topu beş yıl taça attıklarını tecrübe ile öğrendik. YÖDAK kendisi bu denetleme yetkisine sahip olacak mı? Tespit, görüş ve tavsiye niteliğinin ötesinde YÖDAK denetleme gücüne sahip değildir ve bu yasa ile de bu yetkilere ulaşamamaktadır. Son olarak önemli bir madde şunu içermektedir: “Üniversitelerarası Akademik Koordinasyon Kurulu, akademik bir organ olup aşağıda belirtilen görevleri yerine getirir; (A) Yurt içinde verilecek olan yüksek lisans, doktora, yardımcı doçentlik, doçentlik ve profesörlük unvanlarının ve sınav jürilerinin kriterlerini belirlemek, (B) Yurt dışında verilmiş olan doktora, yardımcı doçentlik, doçentlik ve profesörlük unvanlarını değerlendirerek eşdeğerliğine karar vermek.” Burada da belirsizlik anarşik bir at koşturmayı ve canının istediği gibi hareket etmeyi yeni YÖDAK yasası üniversitelere bağışlamaktadır. Bu “Üniversiteler Arası Akademik Koordinasyon Kurulu” üyelerinin etik standartlarını YÖDAK denetlemiyor. Yardımcı Doçent, Doçent, Profesör ünvanlarının verilmesi kriterlerine Akademik Koordinasyon Kurulu karar veriyor ama bu kriterlerin uygulanıp uygulanmadığını YÖDAK denetlemiyor. Yani yeniden denetimsiz şekilde bir grup insan yarım saatte doçentlik verecek şekilde serbest bırakılıyor. Bu Kurul’un doğru çalışabilmesi için ortaya konulan kriterleri ve uygulanıp uygulanmadığını denetlemesi gereken YÖDAK’tır. Bu yasa değişikliği böyle bir denetleme yetkisini YÖDAK’a yine vermemektedir. Kriterlerin uygulanıp uygulanmayacağının denetlenmemesi gibi intihalin de adı vardır ama tanımsızdır. Hangi kriterle intihal inceleneceği, böyle bir tespit yapan olursa nereye başvuracağı, hangi prosedürlerin işleyeceği yer almamaktadır. İntihalle ilgili yapılacak herhangi bir düzenlemenin YÖDAK’ın denetiminde olacağı ibaresi de mevcut değildir. İntihalin durumu da akademik yükseltme kriterleri ve bu kriterlerin kim tarafından denetlenebileceği konusundaki gibi belirsizdir.

Doktora vermenin kriterleri de en önemli meselelerdendir. Geçenlerde sosyal medyada onaylanmış bir doktora tezinin kitaba dönmüş halini okuduğunu söyleyen bir kişi, doktora tezinde 3-4 yayın dışında birkaç köşe yazısına atıftan başka kaynak olmadığını söylüyordu. Bırakın doktora derecesini, bir sayfalık gazete köşe yazısı kaynakça ile iyi bir master derecesi aldığınız bir okulda dönem ödevi sunamazsınız. (Bir mukayese şansı açısından, benim doktora tezimde kaynakça 15 sayfaydı, her bir sayfada atıf yapılan eser sayısı da yaklaşık 13-16 eserdir, kaynakçada ortalama 220 eserden söz etmekteyiz). Profesörsüz ve doçentsiz üniversiteler golifa dağıtır gibi doktora derecesi vermektedir. Kağıt üzerinde bir profesör ve doçent orada görünmektedir ama hayali ihracat gibi gerçeklikleri bu üniversitelerde belirmemektedir. Doktora programlarını yardımcı doçentler (kimisinin kendi yeterliği bile şüpheli olan) yönetmektedir ve bu akademik standartlarda kabul edilemez bir durumdur. YÖDAK’ın denetimsiz dağıtılmasına izin verdiği bu doktoralar eğitim kalitesini aşağıya çekmekte, gençlerimiz uluslararası alanda rekabet şansını yitirmektedir. Adayarısı o dört gözle beklenen anlaşmayı imzaladığı gün dar alanda paslaşma ve “mış gibi yapma” şansı kayıplara karışacaktır. İntihalci ve sahtecileri barındıran üniversitelerin diplomaları ne kadar geçerli olacaktır? Bırakın dünyayı, ara bölgenin ötesi ile baş edebilecek halimiz var mıdır? Bir kaç tane sınırın öteki yanındaki akademisyenin ikinci yazar olarak sırtında taşıdığı göstermelik akademisyenler dışında ne öğrenci ne akademisyen ayakta kalabilecektir.

Cumhurbaşkanlığı ve hükümet kayıkçı kavgasını bıraksın, gerçekten üniversiteleri denetleyebilir bir YÖDAK için mücadele vermeye başlasın. Hükümet geri dönen yasada YÖDAK’a gerçek anlamda, başka hiç kimsenin karışamayacağı bir denetleme yetkisi verirse ben yasayı destekleyeceğim. Yok eğer Cumhurbaşkanlığı, uhdesindeki YÖDAK’ın değişmiş kendi onayladığı başkanına yeniden göndereceğim intihal raporlarını incelettirmeyi başarabilirse, bu intihalcilerden birine doçentlik veren YÖDAK üyesini soruşturmaya aldırtabilirse ve YÖDAK’ın nasıl sahtecilik ve intihalciliği denetlemeye başlayarak kalite kontrole geçeceğini pratikte gösterebilirse, o zaman da cumhurbaşkanlığının uhdesinde özerk bir YÖDAK’ı destekleyeceğim. Temiz akademiye inanan tüm akademisyenlerin her iki merciye de bir hodri meydan demesi zamanıdır.