Balkanlar’da, eski bir manastırdan bozma bir akıl hastanesi..

Kendisi de uyuşturucu bağımlısı olan ve morfine yakın olabilmek için doktor olmuş genç bir kadın.
Doktoru olmayan akıl hastanesinde yalnız ve zararsız 6 hasta.Klinikte tedavi görmekte olan aktör eskisi Ivanof .Küçücük olduğu sanısında olduğundan sürekli diğerlerinin ayakları altında ezileceği korkusunu yaşayan Ufaklık .Hırsızlık yapmadan duramayan Petrof .Gümrükten geçen tam 93375 TIR şoförüne kendini vermiş ve şimdi onların tümünü “Kutsal Bakire”nin dualarında sayıklamakta olan “Gümrük Memuru” .İktidarsızlığı nedeniyle ikide bir penisini kesmeye kalkışan Onbaşı.Ve Albay Dimitri Fetisof ve de Şoför.

Bunlar deli mi? Bilmem! Kim bilir? Belki de Albay Fetisof’un dediği gibi: “Deli değiller, sadece diğerlerinden farklılar.

Hastaların donmamak için aynı odada kalmak zorunda olduğu; yiyecek, giyecek ve hatta ilaç imkanının bile neredeyse hiç olmadığı bir hastane burası.

Tam umudun bittiği anda, gökten düşen bir sandık onlara yeni bir dünyanın kapılarını açıyor.Umutlanıyorlar.

Ve bir yılbaşı sabahı kalkıp Strasbourg’a varıyorlar ve de Avrupa Birliği Parlamento Binası’nın kapısına dayanıyorlar.

Hristo Boytchev, Albay Kuş'ta delilerin üzerinden aslında normal(!) insanlara sesleniyor; umutsuz-çaresiz olduğunu hisseden, kendi kurduğu batıl inançlara körü körüne inanan, eksiklerini gidermek yerine sırf bundan dolayı hayata küsen, kötü olaylarla ilgili sürekli kendini suçlayan , kendini hayattan soyutlayan insana..
İçinde sevinci,hüznü, umudu, mutluluğu ,hayal kırıklığını barındıran duygusal duygusal olduğu kadar güldürende bir oyun.Gülerken zaman zaman gözleriniz yaşarıyor ,

Bu öykü, akıllı-deli kavramlarını yeniden düşünmemiz gerektiğini,
her büyük hayalin, her büyük girişimin bir paranoya olduğunu ve sonucu ne olursa olsun hayallerimizin peşinden gitmemiz gerektiğini hatırlatıyor bizlere.

İç içe geçmiş halkların, birbiri içine karışmış kültürlerin vatanı Balkan Yarımadası’nda akıl sahiplerinin başaramadığı bir arada yaşayabilme durumunun, delilerce başarılmasının,insana üzerinde yaşadığımız bu adayı hatırlatırken ayni zamanda insanın, büyük bir hayal hatta paranoya da olsa o ütopik dünyayı arayışının trajikomik öyküsü aslında bu oyun.

Oyun sonrası eve vardığımda Kıbrıs Sorunu denilen garabeti ve günümüzde Avrupa ile bütünleşme süreci içinde kıvranmakta olan Avrupa Birliği’ne dâhil olursak, eninde sonunda paçayı kurtarırız” anlayışına can simidi gibi sımsıkı sarılmış olan ülkemiz halkını düşündüm.

Oyuna değerli dostum tiyatrolar müdürü Nezım Cedin daveti ile gittik.Dünya Tiyatrolar gününde tamda bu adaya yakışan bir oyun seçmişler kutlarım. “Albay Kuş”, öyle sıradan bir oyun değil “ zor oyun. Ama bu zorluk oyuncuları sayesinde muhteşem bir seyre dönüşmüş.Kostüm ışık ve sahne düzeni ise sanatçı duyarlılığı açısından kutlanmaya değer.Tabii yönetmen İstanbul Devlet Tiyatrosu sanatçısı Hakan Elmasoğlunuda ayrıca kutlamak gerekiyor.

Oyunu izledikten sonra inanın insanın içinden; “Normal insan dediklerimiz şu muhteşem dünyayı ne hale getirmiş, acaba bir de delileri mi deneseydik” demek geçiyor onuda belirteyim. Özellikle AB ‘ye katılalım rüyası ile yanıp tutuşanların mutlaka görmesi gereken bir oyun.Kaçırmayın derim.