Eskiden kişisel gelişim kitapları okumaya bayılırdım. Hani şu elinize aldığınızda size ‘özgüven’ aşılayan kitaplar vardır ya.. Misal;

-Hayır Deme Sanatı

-Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak

-Stress ve Endişeyle Başa Çıkma…

İstanbul Sabah Gazetesi’nde çalışıyorum. Yıl 1995 Sabah /ATV binasındayım. Yazılı/görsel camianın birbirine paralel yol boyunca komşu olduğu Basın Ekspress Yolu Güneşli’deyiz. Büyük patron Bilgin Grubu'nun sahibi Dinç Bilgin.

Dinç Bey, bundan çok değil 8 sene sonra 2003 yılında Etibank borçlarının tasfiyesi için TMSF ile imzalanan protokolün ardından gazetenin künyesinden çıkmak durumunda kalacak ve Sabah’ta Turgay Ciner dönemi başlayacaktı.

Dinç Bilgin ile birlikte kızı Esra Bilgin Polley de künyeden çıkarken, oğlu Onay Bilgin, Ciner'in hemen altında Bilgin Yayıncılık A.Ş. adına imtiyaz sahibi olarak künyede yer bulacaktı.

Sabah’ın künyesindeki bu değişiklik, Türk basın tarihinde Erol Simavi'nin Hürriyet'i, Haldun Simavi'nin Günaydın'ı, Karacan Ailesi'nin Milliyet'i satması kadar önemli bir sayfa olarak yerini almıştı. Vatan Gazetesi haberi kamuoyuna böyle duyuruyordu 2003 yılında. Gerçi T. Ciner’li dönemi görmedim ama gazeteye yıllarca emek veren arkadaşlarımın bir kısmı halen orada.

Neyse yine bir gün gazetede çalışıyoruz. Küçük seri ilanlar /reklam servisindeyim. Bir satış temsilcisi geldi bulunduğumuz kata. Üzerinde ciddiyetle hazırlanan kapak tasarımlarının olduğu kişisel gelişim kitaplarını satmaya gelmiş. Tabii o yıllarda kapıya kadar gelen ‘sıcak satış’ yapan temsilciler vardı.

Bilemiyorum halen onlardan var mıdır ama; düşünüyorum da o yıllarda ATV binasına dahi çat kapı giren bir ‘pazarlamacı’ kapıdaki güvenlik ve danışmanı ‘diliyle’ ikna etmiş olmalı. Benim kitaplara karşı ayrı bir sevgim ve saygım vardır. Türü, anlatımı ne isterse olsun. Her yazılan kitaptan bir fikir çıkarmayı ilke edindim bu güne kadar. Bana hiçbir şey vermese de kitapların varlığını önemserim. Bir eve misafir olduğumda ilk yer o evde kütüphanenin olup olmadığına bakmak oluyor. Evde isterse sıfır eşya olsun; ama kitaplar eksik olmasın.

Satış temsilcisi elinde bir katalogla yanıma geldi. Müşteriye özel kampanyalardan tutun da; bir set kitap alırsam; yanında felsefe setinden 3 kitap yanında bonusu olan ama delice bir kitap seti.. Tam istediğim gibi.! Hiç durur muyum! Sistem Yayıncılık’tan çıkan bir set psikoloji, bir set de felsefe kitabı satın aldım. Bugünün parasıyla iki set kitabın tamamı 250 Lira’ya denk geldi. Önden biraz ödeme yapıp; geri kalanını taksite bağlamıştım.

Satın aldığım kitapları yıllar içinde okudum; bitirdim. Bazılarını bir çırpıda okudum; bir kısmını başucu kitabı yaptım. Birazını ‘sonra okurum’ diye erteledim. Bir kaçını işe gidip, eve gelirken yolculuk kitabı yaptım. Ve/ fakat tümünü okudum. Peki okudum da şunca senedir bir ana fikir çıkardım mı? O kitapları hayatın akışı içinde bir yerlere set yapabildim mi? Kütüphanede süs bitkisi gibi duran kitapların özü, kulağıma küpe mi oldu? İşte bu konuda tereddütlerim var.

O gün pazarlamacıdan heyecan içinde satın aldığım kitapların birkaç tanesi benimle Kıbrıs’a kadar gelebildi. 2004 yılında İstanbul’dan Kıbrıs’a yolculuk ederken yanımda sadece dört kitap getirebilmiştim. Diğer setler halen İstanbul’daki evdeki kütüphanede. - Kişiliğinizi Tanıyın (Florence Littauer) - Tragedyanın Doğuşu (F. Nietzsche) - Tarih Üzerine (F. Nietzsche) - Bizi Biz Yapan Seçimlerimiz (Shad Helmstetter) Bizi Biz Yapan Seçimlerimiz’i yıllar içinde farklı zaman ve mekanlarda okudum; ancak yine de okumam gerektiğine inanıyorum. Çünkü ne zaman elime alsam kitabın farklı yönlerini keşfediyorum.

İlginçtir; kütüphanemin içinde en çok o bana göz kırpar. Dün gece de öyle oldu. Onca kitabın arasında gezinirken yeniden göz göze geldik. Ve bugünkü yazımın temasını oluşturdu.

Yaşamınızı diyor; “kendi tercihlerinizle seçerseniz, bu sahip olabildiğiniz en büyük özgürlüktür.”

Kendi yaptığımız bilinçli tercihler bazen bizi hayal kırıklığına uğratsa da; seçme hakkını sadece kendimiz kullandığımızda kimseyi suçlayamıyoruz. Bu durumda yanlışlardan dönmemiz de kolay olabiliyor ama değişme hakkımızı kullanabilirsek daha az kırılabiliyoruz.

Peki ama ya özgür irademize neler oluyor? Gerçekten özgür bir iradeye sahip miyiz? Bence herkesin kendisine sorması gereken soru bu olsa gerek.

Bir anda aldığım radikal bir kararla İstabul’un orta halli bir semtinden Kıbrıs’a yerleştiğim zaman da bu soruyu kendime sormuştum. Özgür bir idarem vardı ama özgür iradede ikilem mi yaşıyorum? Diye. Kıbrıs’ta bulunduğum yıllar içinde hayatımı yeniden ilmik ilmik örüp, toprağımı havalandırmaya başladığımda aklımda ‘seçme ve değiştirme’ hakkımın bazen yer değiştirebileceğini düşünerek, arada bir aptallık etme hakkımı da kendime bahşetmem gerektiğini öğrenmiştim.

Evet insan bazen ‘aptallık etme’ hakkını da kullanabilmeli. Hayat her zaman doğrulardan ibaret değildir. Eğer her birimiz ‘Doğru Kadın/ Doğru Adam’ olsa idik; Bizi Biz Yapan Seçimlerimiz’e nasıl ulaşabilirdik ki? Bizi Biz Yapan Seçimlerimiz’de, daha iyi seçimler yapmak istiyorsak, o özgür irademizi gerçekten kullanmak niyetindeysek, eskiden hızımızı yavaşlatan ve durmamıza neden olan programları anlayıp hayatımızdan kesinlikle atmamız gerektiğini söylüyor Shad Helmstetter. Bir kere olsun bunu yapamaz mıyız? Bence denemeye değer. Zira yolumuz uzun ve yol boyunca daha fazla ‘doğru’ seçim yaptığımızda, yaşam bizi başarıyla ödüllendirecek mi?

Bunu kim bilebilir?