Türkiye 2013 yılına büyük bir siyasi krizle ‘güle güle’ diyor. 2002 ayının son günlerinden bu yana, Türkiye’nin kaderini elinde bulunduran iktidar koalisyonu büyük bir çatlakla yüz yüze.

İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi içerisinde iki karşıt grup çetin bir iktidar mücadelesi içerisine girmiş durumda. Bu gruplardan bir tanesi siyasete ‘Milli Görüş’ hareketi saflarında atıldı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve yakın çalışma arkadaşları Türkiye siyaset sahnesindeki yerlerini, Necmettin Erbakan öncülüğünde, farklı pazarlar ve alternatif kapitalistleşme stratejileri peşinden koşan çizginin temsilcileri olarak aldılar. 1999 yılında, Erdoğan ve yoldaşları, Erbakan ile olan münasebetlerini kesip merkez sağ odaklı bir siyasi çizgiye dikkatlerini odaklandırdılar. 2002 – 2007 yılları arasında bu çizginin ‘merkez sağ’, ‘liberal’, ‘batıya dönük ama doğuyla da barışık’ açılımları ağır bastı ve hükümetin güzergahını belirledi. 2007 yılından sonra, özellikle Ak Parti’nin kapatılma davası ve cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında, bu çizginin ‘kimyası’ bozuldu. O tarihten sonra ‘muhafazakar demokrat’ iksirinde ‘muhafazakar’ madde ağır basmaya başladı. Burada değinmiş olduğumuz ‘muhafazakarlık’ olgusu sadece sosyopolitik bir olgu değil. Bu aynı zamanda kapitalistleşme (muassır medeniyet seviyesine ulaşma) arayışının başka bir açılımı. Her konuda Batı sermayesini dayanak olarak ele almayan, alternatif piyasaları ve özellikle siyasal ve sosyal duruş olarak kendisine yakın hissettiği ‘doğal piyasaları’ dikkate alan ‘neo liberal’ bir diyalektik bugünün Ak Parti iktidarının pusulasına dönüşmüş durumda...

Ak Parti iktidarının siyaset kulvarında makas değiştirdiği dönemde, iktidar koalisyonunun derinliklerinde farklı ses tonları varlıklarını hissettirmeye başladı. Farklılaşmalar kendilerini zamanla üç kulvarda hissettirmeye başladı: Eski rejimin savunucularıyla olan ilişkiler, Kürt Sorunu ve dış politika. Özellikle 2009 yılından sonra, Ak Parti içerisinde, ‘cemaat’ olarak ele alınan oluşuma yakın duran bir kesim, Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda ‘kraldan daha kralcı’, nihilist ve radikal bir tavır takındılar. Onların bakış açısına göre, ‘Yeni Türkiye’ olarak algılanan ‘kapitalistleşme harikasında’ ‘eski devrin bekçilerine’ (radikal milliyetçilere, Kemalistlere, Avrasyacılara v.s.) yer yoktu. Kürt Sorunu çerçevesinde, bu çizginin savunucuları radikal söylemlerin ve ‘alternatif Kürt oluşumlar yaratma’ heveslerinin peşinden koştular. Dış politika kulvarındaysa, bu çizginin savunucuları hükümetin ‘anti İsrail’ ve ‘İran yanlısı’ tavırlarını topa tuttular.

2013 yılının son günlerinde, Ak Parti içerisinde var olan kutuplaşma, ‘dershane’ ve ‘yolsuzluk’ olayları ile beraber su yüzüne gelmiş oldu. Yeni dönemde, iki farklı ‘muhafazakar tahayyül’ Türkiye’nin iktidarına aday. Bu tahayyüllerden bir tanesi alternatif piyasalar ve siyasi çizgiler taraftarı. Diğer tahayyül, Batı ile ilişkiler ekseninde ve Kürt Sorunu’nda önemli bazı hassasiyetleri gündeme taşımanın uğraşı peşinde koşuyor.
Kıbrıs özelinde, Türkiye’de iktidar bloğunda yaşanan tarihi kırılmanın –kimilerine göre bir deprem- yansımalarını yakın zamanda bu adada hissetmemiz beklenebilir. Geçtiğimiz günlerde, Kıbrıs Türk Sağı’nın belirli kesimleri ile yakın ilişkiler içerisinde olan Egemen Bağış’ın başına gelenler bu gelişmelerin habercisi olarak ele alınabilir. Önümüzdeki günlerde, Kıbrıs ile yakından ilgilenen hükümetin ağır topları Türkiye’nin gündemine farklı vesilelerle geldikçe, Türkiye – Kıbrıs Türk tarafı – Kıbrıs Sorunu üçgeninde enteresan gelişmelerle karşı karşıya kalabiliriz. Bu noktada, bugün Recep Tayyip Erdoğan liderliğine kafa tutan gruplaşmanın, yakın dönemde Başbakan Yardımcısı ve Kıbrıs İşlerinden Sorumlu Bakan, Beşir Atalay’ı, Kürt Sorunu’nda izlemiş olduğu çizgiden dolayı, topa tutmuş olduğunu hatırlatmakta yarar görüyoruz. Öte yandan, Ankara’da bazı çevrelerin Ahmet Davutoğlu’nun Suriye, İran ve İsrail politikalarından oldukça rahatsız olduğu gerçeği de karşımızda durmakta.

Türkiye’deki kritik gelişmeler Kıbrıs’a sadece bakanlar üzerinden kopacak olan fırtınalarla yansımayacaktır. Adanın kuzeyinde son dönemde gündeme gelen yatırımlar, yapılanmalar –sosyal ve siyasi- bu krizi adaya getirecek olan sinir hatları olarak önümüzde durmaktadır.
Uzun sözün kısası: Ankara’daki siyasi fırtına Kıbrıs semalarına ‘yağmur’ veya ‘dolu’ bırakabilir. Bizden söylemesi...

*Kathimerini Kıbrıs gazetesinin Kuzey Kıbrıs ve Türkiye masası editörü. ‘İstenmeyen Bebek Kıbrıs Cumhuriyeti’ ve ‘Türkiye’nin Milliyetçilikle İmtihanı’ isimli kitapların yazarı.