Kıbrıs Türk Ticaret Odası eski Başkanı Ali Erel’in 2001 yılının 8 Temmuz’unda bir demeci basında yayınlanmış. Başlığı şöyle: “Devlet, ekonomi içinde aktör olmaktan vazgeçmelidir.”

2004 yılının 31 Temmuz’una geldiğimizde KTTO eski Başkanı Erel’in bir başka açıklamasını daha okuyoruz: “Devlet işletmeleri (yani KİT’ler) politize edilerek, arpalık gibi kullanılıp etkin bir şekilde yönetilememekte, ekonomiye yük olmakta, kaynak israfına ve özel sektör işletmelerinin faaliyet alanlarının kısıtlanmasına neden olmaktadır… Devlet işletmeleri tekelci konumları, uyguladıkları fiyat ve yatırım politikaları ile piyasa mekanizmasının etkin işleyişini ve özel sektörün gelişimini engellemekte ve mal ve emek piyasalarında optimal olmayan fiyat ve ücret oluşumları ile özel işletmelerin yurtiçi ve uluslararası rekabet yeteneklerini kısıtlamaktadır. Bu işletmelerin yönetim ve işletme anlayışı piyasa ekonomisinin en önemli unsurlarından olan verimlilik kriterlerine dayandırılmamakta, peformansları düşük kalmakta, kaynakların optimal dağılımını engellemekte ve zararların kapatılması devlet bütçesi üzerinde baskı oluşturmaktadır.”

Yıllar sonra Günay Çerkez başkanlığındaki KKTO’nun, 2012 senesinin Ocak ayında yayınladığı “KKTC’de Kayıt Dışı Ekonomi” başlıklı raporunda ise “Devlet peşin aldığı vergilerden mahsuplaşma sonrasında tahakkuk eden alacakların iadesini yapmamaktadır” deniyor ve “Kayıtsız ikinci iş yapanlar içerisinde belirli meslek gruplarında kamu çalışanlarının çoğunlukta olduğu gözlenmektedir” tespiti yapılıyordu.

KTTO’nun yayınlarını geçmişten bugüne incelediğimizde, devletin özel sektöre ve kamu bankalarına borçlarını ödemediği ancak alacaklarını % 100 faizle toplayabildiği bir devlet tekeli ve devlet faşizmi altında yaşadığımızı görüyoruz.

KKTC Devleti’nin en büyük gideri kamu personeli maaşları ve en büyük gelir kaynağının ise vergi gelirleri olduğunu aklımızda tutarak, Türkiye ile imzalanmış program gereği Türkiye’nin bütçe açıklarının kapatılması için vereceği yardımın gitgide düşürüleceğini de anımsayalım. Zaten faiz dışı bütçe açığının sadece bir kısmı Türkiye yardımları ile, kalanı gelir artırıcı önlemler ve tasarruf tedbirleriyle kapatılacaktır.



Başka bir deyişle, kamudaki her yeni istihdam için devlet bundan sonrasında özel sektörden ayrı, yurttaştan da yok radar cezası yok otomobilinde kraker yedin cezasıyla daha fazla vergi toplanmak zorunda kalacaktır.

Diğer bir ifadeyle, siyasilerin oy satın almak için yaptıkları istihdamların bedeli yine özel sektörün kasasından ve yurttaşın cebinden çıkacaktır. Verimsiz devlet kurumlarının yarattıkları zararlar karşısında radikal önlemler almaya yanaşmayan ya Ankara Hükümeti’nden maaş baskısı görerek önlemleri alacak ya da iktidarı bırakıp kaçacaktır. Devlet tekelini yıkmaya çalışan bir iktidarsa gelen, sendikalar ve muhalefet işbirliği ile erken seçime zorlanarak iktidarını yitirecektir.

Bu ikilemden bizi çıkaracak olan tek şey toplumsal uzlaşıdır. Toplumsal uzlaşıya ikna edilmesi gerekenlere henüz muhalefetteyken derdinizi anlatamıyor ve devlet tekeline sendikalarla birlikte sımsıkı sarılıyorsanız, iktidara geldiğinizde Ankara, sendikalar ve muhalefetin çoklu baskısı altında varlığınızı uzun süreli kılmanız mümkün değildir.

Seçimde oy kullanmamızı tavsiye edenler bu ikilemden toplumu çıkaracak bir parti ya da bir lider buldularda mı haberimiz yok..