Ada yarısında TDP ile başlayan bir slogan ortaya çıktı. “Tatar istifa”. Buna gerekçe olarak verilen şey Tatar’ın müdahaleler sonucu sandıktan çıkmasıydı. TDP’nin kendi “seçimi” ve bunun arkasında kimin olduğu ortada. O yüzden de buradaki ilginç nokta TDP’nin tavrı değil. Daha ilginç olanı meclise giremeyen bu partinin yönlendirmesi ile meclisin tek sol muhalefet partisi CTP’nin bu söylemin peşinden gitmesi. Erhürman partisinin tam desteğini alsaydı, halkın geneline hitap ettiğinden, kutuplaşmayan aday olarak kolaylıkla ikinci tura kalabilir belki de kucaklayıcı duruşu ile seçimi alabilirdi. Ancak, partisinde aldıkları emir doğrultusunda hareket ettikleri fısıltı gazetesinde gezenler birinci turda Erhürman’ı baltalyarak Akıncı’nın arkasından gittiler. Görünen o ki, şimdi de birileri CTP’yi söylemsel olarak Akıncı’nın peşinden sürükleyerek istifa taleplerini yineliyorlar.
Ada yarısının sol seçmeninin önemli sorular sorması gerekiyor. Öncelikle, meşru seçim ve meşru halk iradesi ile makamda oturmanın öneminde dair iddialar yapıldığına göre, seçimde adı geçen sol partilerin ve Akıncı’nın nasıl davrandığını irdelemek gerekiyor.
Akıncı seçimlerin son aşamasında müdahaleler olduğunu televizyonlardan haykırdı. Erhürman da bu sorunu kabul etti ve halk iradesinden vazgeçilmemesi gerektiğine işaret etti. Hatta yüksek mahkeme başkanı Narin Şefik açıkça seçim yasaklarının ihlal edildiğini ifade etti. Buna rağmen solun her iki lideri de seçime yeşil ışık yaktı ve devam kararı verdi. Erhürman ve Akıncı’nın bitmek bilmez “mahkemeler en güvenilir kurumumuzdur” vurgusuna rağmen, Yüksek Mahkeme de seçimlerin geçersizliği üzerine hiçbir şey söylemedi, bu iki lider de konu ile ilgili Yüksek Mahkemeden görüş istemedi.
O dönemde müdahalelerden sürekli bahseden Akıncı’ya bir gazeteci “Peki bu kadar müdahale varsa seçimi kazanma ihtimaliniz nedir, seçime çıkılmalı mı?”, diye bir soru yöneltti. O dönemde bana sorarsanız bir gazetecinin ve halkın sorması ve üzerine gitmesi gereken tek soru buydu. Akıncı kendinden emin bir tavırla tok bir sesle gazeteciye “böyle müdahaleler olduğu zaman halk iradesini ortaya koyarak bu engelleri elbetteki aşabilir” tarzında bir cevap verdi ve bütün seçmenleri sandığa gitmek konusunda bir kez daha uyardı. Sol seçmenler sandığa giderse müdahaleye rağmen kazanacağını söyledi. Hatta sonrasında da önemli sayıda Akıncı taraftarı, mağlubiyetten müdahaleyi değil CTP seçmenini haksız yere suçladı, Akıncı’ya oy vermediklerini iddia etti. Yani tartışmalar meşru olmayan seçim ekseninden kayarak solun birlik olmaması sebebi ile seçimin kaybedildiğine getirildi ki hala da Akıncı’nın “solda birlik” için koşuşturan aracıları, aslında bize “sol birlik olursa sandıktan çıkabiliriz” mesajını vermektedir. Bir türlü karar verememişler, seçimler meşru olmadığından mı sandık Akıncı demedi, yoksa sol birlik olmadığından mı?
Mantık ile düşünmek demek birisinin size söylediği sözlerde tutarlılık olup olmadığını irdelemekle başlar. Akıncı, seçim süresince geçmiş 35 senedeki siyasi kimliğinin dışında hareket ederek Türkiye’ye karşı açık bir tavır aldı. Baştan sona bu tavrı alırken seçimi kazanacağından ve bu strateji ile yeniden Cumhurbaşkanlığına geleceğinden emindi. Unutmayalım ki, ilk seçimini, Türkiye kökenli seçmeni söylemleri ile kazanarak, “bu topraklarda yaşayanlar bu toprakların insanıdır” diyerek kazanmıştı. İkinci seçimine geldiğine propagandistleri tam tersi bir strateji ile yola koyuldular. Bir yandan Türkiye’ye karşı strateji belirlerken öte yandan da halka sözcüsünün çağrılarak tehdit edildiğini, seçmenlerin engellenmeye çalışıldığını, bölgelere gidip insanlara para dağıtan, oy tercihlerini değiştiren insanlar olduğundan bahsetti. Herkesin Türkiye’nin müdahalesinden emin olmasını istedi, bir yandan da bu müdahalelerin sandıktan çıkmasına engel olmayacağına emin bir tavır sergiledi. Bu iki tavır birbiri ile zıttır. O zaman sorulması gereken başka önemli bir soru: Akıncı’nın kendinden emin tavrının sebebi neydi? Türkiye’ye karşı kendi siyasi tarihinde görülmemiş bir karşı duruş benimsemekle seçimi kazanacağı ile ilgili kendisine bir söz mü verilmişti? Seçimden hemen sonra kendisinin ve yakın çevresindekilerin şaşkınlığı, sandıktan çıkmadıkları gerçeğiyle yüzleşmeleri zorluğu bu konudaki şüpheleri artırmaktadır. Ama olayın gariplikleri burada da bitmemektedir. Tatar’ın meşru olmayan bir seçimle, müdahale ile Cumhurbaşkanlığı’na getirildiğini bugün haykıran bütün siyasiler ve siyasi partiler, cumhurbaşkanlığı devir teslim töreninde hazır bulundular. Akıncı da dahil. Bugün seçimin meşru olmadığını söyleyen ve Akıncı amblemi ile ortada gezen önemli sayıdaki insan, Akıncı bugün hiç ortalarda görünmezken önemli bir konuyu hiç unutmamalılar. Akıncı, o gün hiç itirazsız silihtarda konuşma da yaparak görevi teslim etti. Hafızanız yanılmasın diye internetteki videolarda, kimlerin devir teslim töreninde olduğu, onunla da yetinmeyip kokteyle de katıldıkları, mevcuttur. Ne Akıncı ne de meclisteki sol parti, ve “ne sağ ne sol” muhalefet, “biz seçimle bu işi kazanabiliriz zannettik ama bu seçim zaten meşru değil” diye de isyan etmedi. Kimse devir teslim törenini protesto etmedi. Eylemliliğe dayanan muhalefet aslında seçimden önce yapılmalıydı. Kim bilir belki ana muhalefet liderine vatandaş seçimden önce bir oturma eylemi yapılması gerektiğini, bu seçime itiraz etmeden, iradeyi fiiliyatta savunmadan seçime gitmenin doğru olmadığını söylemiştir. Kim bilir belki ana muhalefet lideri böyle bir fiiliyata kalkışmayı aklının ucundan bile geçirmediğinden cevap bile vermemiştir.
Şimdi başka bir hatırlatma yapalım. O gün hiç itiraz etmeyenler seçimden hemen sonra bir takım imalarda bulunmuşlardı. Sosyal medyadan Tatar’ın meşru olmayan bir seçimle ancak bir yıl orada oturabileceği gibi bir tarihlendirmeyi ta o zamandan vermiş olanlar vardır. Sosyal medyada söylenmesi gerekenleri eline kağıt verilerek tekrar ettirilenlerin kimler olduğunu bilirsiniz. O döneme dönerseniz bir yıl içinde istifa edeceği ile ilgili bir takım söylemlerin seçimin ertesinde, şok atlatıldıktan sonra yazılmış olduğunu görebilirsiniz. O zaman soru şudur: Türkiye ile kutuplaşmaya giderek seçim kazanacağı garantisi verilenler tersi sonuçla yüzyüze kaldıktan sonra, bu sefer de başka bir avuntu ile oyalanmış olabilirler mi? Mesela kendilerine bir yıl içerisinde Tatar’ın istifa ettirileceği ve sabırlı olmaları gerektiği sözü verilmiş olabilir mi? Dahası her bir “lidere” iki yıl içinde cumhurbaşkanı sen olacaksın sözü verilmiş olabilir mi”? Hatta bu söz sadece soldaki liderlere değil, “meşru” olmama gailesi ifade eden meclisteki başkalarını da içeriyor olabilir mi? Umalım seçim sonrasında sandık sonuçlarında yaşadıkları şoka benzer bir hayal kırıklığı daha kendilerini beklemesin.
Meşru olmak önemlidir. Meşru değil iddiası ondan daha da önemlidir. Ama bu iddia, o devir teslim töreninde hazır bulunup, sonucu kabul ettikten sonra yapılırsa, özgün ve dirayetli bir politik duruş izlenimi maalesef vermez. Dahası, bu defa iddia da meşruiyetini kaybeder. Kendisi cumhurbaşkanlığını devreden birisinin kendi ortada olmadan, çevresindekileri öne sürerek bu mücadeleyi yapması ise asla kabul edilemez. Solun özgün, gerçek, talimatsız, cesur duruşlar sergilemesi şarttır. Ama bunu devir teslimine katılınan bir cumhurbaşkanlığından sonra yapması kabul edilebilir değildir. Son günlerdeki “daha çok bağıran sahneyi kapar” mesajı da kabul edilirlikten uzaktır. Bu kayıkçı kavgaları ve “hangi kadrolar örtülü ödeneğe direkt ulaşabilecek” rekabeti yerine, solun gerçekten fiiliyatta bir duruş sergilemesi gereklidir. Bunun için gerçek somut planlar ortaya koyması, artık ada yarısına nasıl direkt uçuşlar indirebileceği, üretime nasıl geçileceği konusunda fikir üretmesi, hatta kooperatifler aracılığıyla üretilen malların nasıl satılacağı ile ilgili bir plan yaparak dünyayı zorlaması gerekmektedir. Solun UBP ile Yunanistan’a gidip “Kıbrıs bir dosya değildir” demesiyle sesimiz dünyaya duyulmamaktadır. Sol dünyaya sesimizi duyurmak istiyorsa ürettiklerimizi satamadığımızı, kendi ayaklarımız üzerinde duracak bir ekonomi döndüremediğimizi, bundan da bizi kaderimize terk eden Avrupa’nın sorumlu olduğunu ifade etmeleri gerekmektedir. Batı gazetelerine gidip korku içinde yaşadıklarını söyleyen sendikacılar ve belediye başkanları bizlere herhangi bir çözüm üretmemektedir. Çözüm istiyorsanız gerçekten ayaklarınız üzerinde durmanıza engel olan, bize pazarını açmayan Avrupa’ya sesinizi duymak zorundasınız.
Aksi halde içeride kendi aranızda didişmeniz, çekişmeniz, itişmeniz, kakışmanız, sövüşmeniz, tişörtümü televizyona çekmiş miydiniz çekmemiş miydiniz kavganız, sayın demiş miydin dememiş miydin tartışmanız bir irade gösterisi değildir, topluma hiçbir katma değeri yoktur. Günün sonunda bütün bu çekişmeleriniz maaş günü geldiğinde ve banka hesaplarınıza en az 40 bin TL yattığında, ilişkilerinizi oligarşik bir sevişmenin ötesine götürmemektedir. İş başına!