Koronavirüsü bütün dünyada bir sürprizdi ve herkesi hazırlıksız yakaladı. Ancak, bizlerin Adayarısı’nda durumu diğer dünya ülkelerine göre çok daha hızlı kontrol altına alabilecek bir avantajımız vardı: Nüfusumuzun küçük, haberleşme ağlarımız çok geniş, birbirini tanıyan insan sayısı yüksek. Buna rağmen, ortaya çıkan en önemli sorunlar, durumun çok geç fark edilmesi, durumun küçümsenmesi, bizde olmaz başkalarında olur mantığının hâkim olması (“kültürümüzde şiddet yoktur” algısının ne kadar tehlikeli uzanımları olduğunu da sanırım bu göstermektedir) ve her şeyden önemlisi elbette yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerinden dolayı her grubu temsil eden siyasetçinin, tabanını seçim odaklı düşünmeye yönlendirmesiydi.

Elbette bizi buraya taşıyan tarihsel bir sosyo-politik hayatımız vardır. Her şey partizanlıktır, her şey seçime endekslidir, en çok para, makam sözü ve fırsat seçimde dağıtılır. Herkesin seçilirse kendisinin daha iyi bir maaş, daha iyi bir makam, daha iyi bir atama, daha iyi bir fonla toplumda yer bulacağına dair inanç beslediği bir parti ve hatta o partinin içinde partisinin başında görmek istediği farklı farklı siyasetçiler vardır. Adayarısı’nda siyasetçi halka zamanı, kendi partisini ve kendini (ya da kendi inandığı siyasetçiyi) başa getirmek kaygısı ile geçirtir. “Benim için işler filanca kişi gelirse daha iyi olacaktır” ya da “filanca kişi giderse bana artık bu bolluk ya da bu fırsat olmaz” üzerine kurgulanmış bir politik yaşam Adayarısı’ının kamusal iyiliğini, toplum geneline yarayacak politikaları düşünmekten uzak hale getirmiştir. Herkes kendi dönemi değilse doğruyu bilmektedir, kendi partisi baştaysa kime ne zararı dokunursa dokunsun hiçbir yanlışı kendi tarafından gelirse eleştirmemektedir, karşı çıkmamaktadır. Sanki farkında değilmiş gibi yapılmaktadır. Nasıl olsa bir sonrakiler de hata yapacak rahatlığının verdiği pişkinlik ile yanlıştan asla dönülmemektedir. “Siz de bizden iyi değilsiniz” üzerine dönen bir yaklaşımla bir kabullenmişlik durumu söz konusudur Adayarısı politikasında. Durum öyle kanıksanmışlar ki, bu yanlışı başkaları yaptığı zaman ifade etmek gereklidir, hatta “e eleştirmek adettendir be guzzum” modunda yapılmaktadır. Daha da kötüsü hükümetten giden grup, sonra gelen grup memleketi uçuruma sürüklesin, yönetemesin diye umutla beklemektedir hatta buna çanak tutmaktadır.

Gerçek bir demokraside yarış yukarıya doğru olmalıdır. Yani siz iyi politikalar üreten bir hükümete karşı daha iyisini nasıl ortaya koyacağınız üzerinden halkı ikna etmekle sorumlu olmalısınız. Bizde bu durum tam tersinedir; politika dibe doğru, uçuruma kim daha hızlı toplumu sürükler üzerine politika yapılmaktadır. Kötülerin içinden daha iyi gibi görüneni seçmek üzerine bir anlayış benimsenmiştir. Bunda pek çok etken belirleyicidir. Zaten kendinin yapamayacağına, bir hamiye yaslanmadan yaşanamayacağına inanan çoğunlukların ülkesiyiz biz. Bir de parayı yöneten sınıfın, emek dökmeden kasaların sihirli bir değnekle dolarcasına kontrolüne verilmesine alışmış olması gibi bir durum vardır. İstedikleri şey belli bir bütçeyi izine tabi de olsa yönetirmiş gibi yaparak kullanmak, gerçek herhangi bir yönetsel iktidar kullanmadan arabalara binebilmek, tokalaşmak, öpüşmek, gittikleri pazarlarda, festivallerde, lokantalarda saygı ve hürmetle karşılanmak ve kendini önemli hissetmektir. Kötüler içinden bizi seçin yaklaşımlarını bu tutum alevlendirmektedir. Gelip giden siyasi partilerin hiçbirisinin ülkeyi köklü bir reformdan geçiren hiçbir yaklaşımını henüz görmedik. Ne üretici güçlerimiz ve üreten ellerimiz değer gördü, ne kendilerine alternatif yöntemlerle, yaratıcı politikalarla üretimlerinin değer kazandırılabileceği bir hayat sağlandı ve ne de adil eşit herkesi kucaklayan bir sistemin kurulması öncelik oldu. Bunlar sadece çekici güzel laflar olarak propaganda olarak söylendi.

Gelin görün ki kaçınılmaz bir kriz anı bu ülkeye gelecekti. Bütün dünyanın parçası olduğu bir kriz olması bizleri yanıltmamalıdır. Biz her halükârda, bütün toplumumuzu felakete sürükleyecek bir krizi zaten yaşayacaktık. Uzun yıllardır toplumun içinde daha çok parası olanın sağlık hizmetleri için Türkiye’ye daha az bir miktarının İngiltere’ye gittiği, yüksek öğrenimi beğenmediğinde parası olanların çocuklarını yurtdışına, özellikle İngiltere’ye gönderdiği bir sistemi kurgulanmıştık. Parası olanlar kendini sistemin yanlışlıkları ve çarpıklıkları konusunda avutabiliyorlardı. Geldiğimiz noktaya bakınız; dünyanın hiçbir yerinde sağlık herhangi birini kabul edecek durumda değildir. Kendinize bakmamız gerekiyor, kendi ülkenizde bakmanız gerekiyor, kendi kendinize sahip çıkmanız gerekiyor. İşin gerçeği, güvendiğiniz hiçbir kapı sizi sırtlamak istemiyor. İngiltere’de olan öğrencilerimizle ilgili ise, orada sıkışıp kaldıkları endişesini hep birlikte yaşamaktayız.

Herkes birbirini suçlu diye hedef gösteriyor. Kimisi yabancı öğrencilerden nefret ediyor, kimisi göçmenlerden, kimisi farklı kültürlerden, kimisi kendi partisinden olmayandan ama herkes günün sonunda birinden nefret ediyor. Toplumsal bağlarımız tamamen zayıflamış durumdadır. Böyle bir krizi, çoğu açıdan dayanışarak, yardımlaşarak aşabilirdik. Çok hızlı bir taramayla risk grubundaki yaşlılarımızın konumunu tespit edebilirdik. Yaşlılarıyla beraber evinde yaşayan hanelere ulaşıp öncelikli tedbiri bu ailelerden başlatabilirdik. Bize gelmeden önce İtalya örneği yaşlıların korunması gerektiği ile ilgili bilgiyi çoktan vermişti. Önce eğlence yerlerini, kafeleri derhal kapatıp, uymayanlara ilk günden yaptırım uygulayarak, kamusal alandaki akışı bir anda kesebilirdik. Böyle bir şey yapsaydık rotasyon yöntemi ile belli sayıda işletmenin, belli sayıda insanı ihtiyaca göre, yığılma olmadan kabul edecek şekilde açık olmasını sağlayabilirdik. Sendikaların, partilerin insan gücünden, araç gerecinden, arabalarından yararlanabilirdik.

Topluma güven telkin edebilmeniz için siyasi arenadaki herkesin birlikte çalıştığı bir yaklaşımınız olması gerekmektedir. Bir grubun söylediğini diğeri eleştirirken, ötekinin bildiğini diğeri yapmamak için direnirken ve her kafadan bir ses çıkarken toplumun size güvenmesini, yönlendirmelerinizi algılayabilmesini beklemek mümkün değildir. Sosyal medyada sürekli bir sürü insan tarafından ortaya konulan bir görüş var. “Halk bilinçsiz”. “Halk söz dinlemiyor”. “Halk anlamak istemiyor”. “Bir sürü okumuş cahil var”. Halkın sorumluluğu ancak doğru yönetilen bir sürecin sonunda değerlendirmeye alınabilir. Halkın kendisinden beklenen sorumluluğu gösterebilmesi için, hükümet, muhalefet, cumhurbaşkanı ve meclis dörtlemesi içerisinde kendisine sağlıklı, güvenilir, dayanışmaya dayalı bir politika sunulması gereğidir. Politikacısı böyle bir olağanüstü durumda dayanışamıyorken, halkın dayanışabilmesi, sürece güvenebilmesi, söylenenlere itibar edebilmesi, birlikten, dayanışmadan güçlü çıkılabileceğine inanabilmesi nasıl mümkün olabilir? Bu noktadan itibaren halkı eleştiren herkesin aslında yıllarca vekil olmuş, parti başkanı olmuş, partilerin gençlik ve kadın kollarının parçası olmuş, belediye başkan ve meclis üyesi olmuş, muhalefet partisi olmuş herkesi eleştirdiklerini anlamaları gerekmektedir. Halkla ilgili ortaya konulan her türlü suçlama yukarıda saydığım bütün bu grupların gerçekliğinin dışavurumudur. Adayarısı’nın cumhurbaşkanı seçimlerini ertelemesi, eğer göstermelik değil ise ve eğer krize odaklı bir zamanlama üzerinden düşünülüyorsa önemli bir dönüm noktasıdır.

Bu toplantıdan, her kesimin temsilcisini içine alacak bir kriz üst yönetiminin çıkması gerekmektedir. Toplumun artık siyasetçilerinin dayanıştığı, seçim ve puan alma kaygısız, kendisi için canla başla çalıştığını görmeye ihtiyacı vardır. Bu an büyük oranda erimiş olan toplumsal dayanışma kaslarımızın yeniden güçlenmesi için bir fırsattır. “Ben bu grubun içindeki en iyiyim, bu öneriyi ben yaptım, görünen lider ben olayım”, kaygılarından uzak, sadece toplumu bu kriz döneminden kurtaracak akılcı politikalar üretmek için enerjilerini harcayacak bir yaklaşımda olmaları gerekmektedir. Ancak o zaman hem dayanışma kültürümüzü yeniden kazanacağız, hem de siyaseti ve siyasetçiyi yukarıya doğru, daha iyiye doğru bir yarışa çekeceğiz.

Küçücük bir ev havuzunda, birçok küçük balıktan daha büyük olan ama genel balık popülasyonuna bakıldığında küçük kabul edilen balıklardan yorgunuz. Bize okyanuslarda hayatını idame ettirebilecek boyutta balıklar gereklidir. Kıbrıs’ın siyasetçileri! Dayanışarak halkınıza hizmet verin! Yoksa topunuzun siyasette, bir sonraki seçimde, bir yeriniz olmaz!