Aytuğ F. Plümer’in “Kıbrıs Ekonomi Tarihi, Sarsıntılı Bir Devrin Anatomisi” başlıklı kitabı, 1960-1974 yıllarındaki Kıbrıs Türk ekonomisini Rum ekonomisine paralel olarak ele alır. 1974 Harekatı henüz yapılmadan önce tamamıyla Türkiye’nin yardımlarıyla ayakta kalabilen Kıbrıs Türk toplumunda maaşlar enflasyonun altında kalmaktadır. Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi her yıl bütçe taslaklarını hazırlayarak Türkiye’ye göndermekte, yönetim Türkiye’den hayat pahalılığı artışı talep etmektedir.
Plümer o günleri analiz ederken, “Sendikaların bu dönemde aktif oldukları görülmektedir. Bütçede hayat pahalılığı artışı için öngörülen ve Türkiye tarafından uygun görülen miktarlar sendikaları tatmin etmekten uzaktır. Bu dönemde faaliyet gösteren Amme Memurları Sendikası, İlk Okul Öğretmenler Sendikası, Orta Okul Öğretmenler Sendikası, Türk Telekomünikasyon Müstahdemler Sendikası, Cemaat Meclisi Memurin Sendikası ve Emekliler Cemiyeti sürekli olarak Kıbrıs Türk yönetimi üzerinde baskı yapmaktadır… Bütçe sürekli açık verdiği için kalkınma bütçesinde öngörülenler de gerçekleştirilememektedir. İnkişaf bütçesinden kesilip memura verilmesi de genel olarak tasvip görmemektedir. Sendikalar, Türkiye’nin daha fazla para vermekle mükellef olduğuna inanmaktadır” diyor.
Sözün özü, bugün ne tartışıyorsak, 1973’lerde de konu aynı şekilde, aynı taleplerle tartışılıyordu.
Kıbrıs Türk ekonomisinin 1974’ten sonra farklı bir evreye girdiği gerekçesiyle yapılan tüm hataları Ankara hükümetlerine mal etmek adeta bir gelenek haline gelmiştir. Kıbrıs Türk ekonomisinin 1974 öncesinde 10 sene boyunca ciddi bir durgunluktan geçtiği, bunda Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Kıbrıs Türk toplumu üzerinde yarattığı yoğun baskıların büyük bir etken olduğu dile getirilen kitapta, bu baskılar arasında 1963 saldırıları ile başlayan çatışma yıllarında Kıbrıslı Türklerin daha önce iş yapageldikleri sektörlerden bölgesel olarak uzaklaştırılmaları ve 1963-1973 arasında emeklilik ve sosyal yardımların Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından ödenmemesine kadar bir dizi unsur irdeleniyor.
***
1974 sonrasında toplum tüm yalıtılmışlığına rağmen çok büyük başarılara imza atmştır. Bugün özel sektörde Türkiye ile rekabet edebilir iki ana sektörü, turizm ve eğitim sektörlerini yaratmış bir ülkede yaşıyoruz. Kimi zaman eleştirdiğimiz eksiklikleriyle beraber, bu başarı Kıbrıslı Türklerin gurur duyması gereken, eşine az rastlanır, çok büyük başarıdır.
Bugün en büyük sorunumuz kamu maliyesinde ise, kamu sektörü harcamalarını düşürecek önlemleri bir türlü alamıyorsak, Türkiye’nin “daha fazla para vermekle mükellef olduğu”na dair kemikleşmiş anlayışın değişimin önünü tıkadığını idrak edebilmeliyiz. Türkiye’nin bize para göndermek gibi bir zorunluluğu olmadığı bilinciyle kendi sorunlarımızla kendimiz başa çıkmaya çalışmalıyız.
Ancak maalesef tam bu noktada mevcut siyasal partilerimizin hiçbiri cari açıkların Türkiye’den yardım almadan nasıl kapatılacağına ilişkin doyurucu bir öneri geliştirememektedir. Yerli üretim ve ihracat artırılmadan ve mesela kamudaki personel sayısı azaltılmadan cari dengenin sağlanması söz konusu olmayacaktır. Her gelen iktidarın yeni partizan istihdamlarıyla büyüttüğü açığın bırakın kendi kaynaklarımızla kapatılmasını, Türkiye yardımları olmaksızın ödenmesi bile mevzubahis olmayacaktır.
Siyasal liderliklerin tepkileri göğüslemekten çekinir tutumları nedeniyle sendikaların savunageldiği Türkiye’nin “daha fazla para ödemekle mükellef olduğu” inancı kırılamamakta ve özel sektörle işbirliği içinde soruna kökten bir çözümün nasıl bulunacağı tartışalamamaktadır. Kısacası çözüm vardır ancak çözümü uygulamak üzere toplumu ikna edecek siyasal bir liderlik yoktur. Hal böyle olunca dışarıdan baskıyla toplum akıl yoluna çekilmeye çalışılmakta, alışageldiği düzendeki rahatlığından ödün vermek istemeyen kitleler sendikaları önderliğinde tepkisini ortaya koyarken her 3 senede bir iktidarı değiştirerek, Türkiye’nin “daha fazla para ödemekle mükellef olduğu”nu Ankara’ya kabul ettirmeye çabalamaktadır.
Bu çabanın sonuç alıcı bir çaba olmadığını er ya da geç hepimiz fark edeceğiz. Gerçeklerin gereklerini yerine getirmenin en doğrusu olacağını kavradığımızda, ülkede hala bir Kıbrıs Türk varlığı kalmışsa ne ala…