Seçim sonuçlarını değerlendirirken 3 grup görüyorsunuz.

Değerlendirmelerden biri, adayarısında yaşayan Türkiye kökenlilerden hep nefret eden, onların gitmesi üzerine kurduğu hayallerle ırkçılık edenlerin değerlendirmesi: Mağusa ve İskele seçim sonuçlarını değiştirdi ve Türkiye kökenli “satılmışlar” “onurlu, vicdanlı, iradeli” ulvi Kıbrıslı Türkler’den daha çok olduğu için seçimi sağ aldı. Bunların fantezisinde adaya Türkiye’den gelen gruplar “demografi tecavüzcüsü”. Bu nefret söylemleri mesele ediliyor mu memlekette? Kimse, “yahu bu ne biçim bir ırkçılıktır, bu ne biçim binlerce insanı hedef göstermedir” diye soruyor mu? Kimse “meclisin damına çıkan saygısız linçcilerden bunların ne farkı var?” diye soruyor mu?

“Kendini bir gruptan daha fazla o yerin sahibi görmek ırkçılığın, nefretin, hedef göstermenin meşruiyeti olabilir mi” diye soruyor muyuz?

İkinci değerlendirme şudur: “yalnızca Türkiye kökenlilere odaklanmak yanlıştır Kıbrıslıların içinde de çok satılmış var, hatta iyi eğitimli olanlar da buna dahildir”. Bu değerlendirmeyi yapanlar lütfetmişler, “Kıbrıslı” olanlara da ayna tutmuşlar. Ama kendilerinin ve kendi gibi “sola” oy verenlerin, püri-pak “iradeli, vicdanlı, onurlu” insanlar olduğu, sağa verenlerin ise onursuz, diksiz, vicdansız oldukları ile ilgili hiçbir şüpheleri yok.

Bu iki grup da basit mantık sahibidir. Basit mantık yıkıcıdır, basit mantık bölücüdür, basit mantık yanıltıcıdır. Kendine eğitimli, bilinçli, bilgili, hatta akademisyen, sosyal bilimci, felsefeci diyenler bile bu zavallı basit mantıktan epeyce bir mustarip. İnsanları basit mantıktan çıkarıp, topluma gerçekte olduğu karmaşık yapısından bakmayı göstermesi, yol çizmesi gereken başı çekenler bu ikilikli basit mantık kutuplaşmasından sorumlu.

Seçimle ilgili üçüncü değerlendirme işi biraz daha toplumsal konulardaki sorunsallar üzerinden almaya meyilli. Her ne kadar da seçim sürecinde “onurluysanız, vicdanlıysanız, dikseniz, iradeliyseniz” “sola” oy verirsiniz diye propaganda yapıp basit mantığın yürütücüleri de olsalar, bir iki “gazeteci” bir iki “akademisyen” şimdi topluma şu değerlendirmeyi getiriyor: “İnsanların sosyo-ekonomik durumunun yıkımda olduğu bir yapıda, insanların günü kurtarmak, iş verilmek gailesiyle sağa oy vermesini suçlayarak anlamak yerine bu “satılmışlığın” toplumsal sebeplerine inmeye davet ediyor. Cesaretli bir ikisi, konforda yaşayan entelektüel veya toplumun “önde gelen, bilinçli solcularının” da kendilerine ayna tutması gerektiğini söylüyorlar. Önemli bir değerlendirme ve bunun çok üzerine gidilmesi gerekiyor elbette. Ancak bazılarını samimiyetsiz ve gösterişsel bulduğumu not edeyim. Neden mi? Seçimde ağzına sosyo-ekonomik güçlüğü almamış Akıncı için sadece ve sadece içi dolmayan bir “diklik, vicdan, irade” üzerinden oy istediler, desteklediler, onun propagandasını bu yönde geliştirmesinde etkin oldular. Şimdi sosyo-ekonomik sebepleri halkın görememesinden propagandaları sorumludur. Bu değerlendirmenin sonuncusunda bile hala “oyunu satanlar” ve “oyunu satmayanlar” ikiliği aslında devam ediyor, sadece “satanların” sebeplerini anlamaya dönük bir yaklaşım izleniyor.

Biraz daha derinine inelim mi bu seçmen davranışının? Seçime 1. turda katılmayanların sayısı %40, 2. turda %33’tü. Ölenleri, göç edenleri düşseniz bile toplumda % 15 ile %25 arasında bir insan grubunun seçime gitmediğini düşünebilirsiniz. “Kazanan” ve “kaybeden” arasındaki farkın ne kadar düşül oluğu göz önünde bulundurulduğunda, seçimlerin kaderini değiştirecek bir seçmen grubu kendi ifadesini sandıkta bulmadığı için seçime gitmiyor. Yani seçimin kaderini değiştirecek grup sizin yukarıdaki “satılmışlar” ve “satılmış olmayanlar” tanımınıza uymuyorlar. Onları da “umursuzlar, tembeller, hazırcılar, bilinçsizler” diye yaftalayan ve seçmen davranışlarını derinlemesine anlamak istemeyen basit mantık devam ediyor. Nedenlerini anlamak isteyen pek yok.

Bir başka çok önemli mesele, sağa ve sola oy verenlerin neden oy verdiği ile ilgili derinlemesine bir fikrinizin aslında olmadığıdır. Gerçekten bilime dönük karakterde bir akademiniz olmadığı için, sizlere toplum davranışı konusunda sistemli analizler verecek insanlar üretmiyor, oturduğunuz yerden ahkam kesiyorsunuz. Sonucunda da bilgiye ve sistemik anlamaya dayalı olmayan basit mantık çıkarımları hâkim oluyor.

Şu solun sırça köşkünden kendinden emin şekilde hiçbir mali kazanımı olmayanların, yani “satılmayanların” grubu olduğu yanılgısını biraz irdeleyelim mi?

Cumhurbaşkanlığı önemli sayıda dış kaynaklı projenin kime verileceği ile ilgili söz sahibiydi. “Siyasi işler” titri altında seçim dönemi UNDP projesine bağlı iş dağıtacağını açık açık ilan eden bir tutumu vardı. Örtülü ödenek kalem kalem nereye harcandı ısrarına rağmen “sol” bunu açıklamaktan uzak durdu. Cumhurbaşkanlığı makamında olan kişinin bir sürü atama yapma yetkisi var. Bir sürü de kadro doldurma imkânı. Tanıtım, reklam filmi, farkındalık projesi adı altında çalıştırabileceği ve ödenek çıkarabileceği epeyce bütçe. Basılan kitapları toptan almak gibi bir başka bütçesi de var. Kıbrıs görüşmeleri dahil birçok toplantıya gitmek için seçilen her türlü gezi masrafları karşılanan gazeteciler, sivil toplum örgütü üyeleri, doktorlar da Cumhurbaşkanlığı bütçesinden yararlanıyor. Seçimlerde ve düzenli aralıklarla seçildikten sonra “en güvenilir kurumlarımız”, “kim seçilecek” anketlerini birileri, anket şirketi, araştırma şirketi adı altında yapıyor, parasal karşılığı ile elbette. Hiç bitmeyen seçim kültürümüzde reklamdan, posterden, müzikten, fotoğraftan, tanıtım videolarında kurgulu milyonlarca liranın döndüğü bir sektör var. Büyük paraların döndüğü bu seçim sektöründen solun içinde de birileri nemalanıyor. Birileri seçilirse, öbürlerinin parti içinde güç kazanmasına, desteklenmesine ve parti içi liderlik veya milletvekilliği adaylığı almasına izin verileceğini, ön ayak olunacağını da biliyor. Bunlar ilk bakışta gördüğümüz, bildiğimiz, “kazanca” dönük “göstergelerdir”. Birileri basit mantığın içinde çıkıyor ve romantize edilen şiirsel söylemler altında bize “onların dağıtacak parası vardı, bizimse sadece vicdanımız” gibi laflar ediyor. Arkadan fon müziği bir alkış duyar gibi oluyorsunuz bu ülvi sözlerle. Ama aslında bizzat bu “fon” adayarısında sol müziğin çalmasını sağlıyor.


Bilim bize “göstergelere” (indicator) bakmamızı söylüyor. Görünen ve görünmeyen kalemlerden kimler, kimin seçilmesinden mali fayda sağlıyor? Kimlerin iş yerleri ziyaret ediliyor, kimlerin özel işlerine müşteri gönderiliyor, kimlerden yiyecek, içecek, çiçek, ders, uçak bileti alınıyor? Gerçekten de inandırılmaya çalıştığımız gibi kesin hatlarla çizilmiş bir “satılanlar” ve “satılmayanlar” var mı? Yoksa her grubun içinde başı çekenler, en çok bağıranlar aslında sistemden mali olarak en çok yararlananlar mı? Her grubun, kendi kazananı üzerinden beslediği bir güruhu var mı, yok mu?

Değerlendirmemiz kazananlar kulübü ile bitmemeli. Adayarısında hem sağ hem sol içinde bu söylemlerin yarattığı siyasi ajitasyona gerçekten inanan, ürken, ülkesini koruyacak siyasi, ideolojik duruşun o olduğuna inanan binler var. Birileri gerçekten federasyon trenini beklemesi gerektiğine, lideri yönlendirdiğinden, içinde bulunduğu sıkışmışlıktan bunaldığı, çözümün orada olduğunu düşündüğü için, sola oy veriyor. Öbürü, savaş travmalarından kurtulamadığı, belki çıkış yolunu kendine ait bir bayrak ve devlet fikrinde gördüğü için sağa oy veriyor. Solun içinde oy verenlerin bazıları belki aidiyetini Kıbrıslılık kimliğinde buluyor. Sağın içinde oy verenlerin bazıları da aidiyetini Türk kimliğinde buluyor. Satılmış oldukları için değil, bu kimliklere ve bu fikirlere inandıkları için oy veren çok insan var.

Sol, elitisit. Kendi fikrinin mutlak doğru olduğuna kendini inandırmış. Bayıldıkları demokratik kültürlerin aslında “arakesitlerde” yaşayabildikleri müddetçe demokratik olduklarını görmek istemiyor. Toplumların demokratikleşmesinin o yüzüne tükürdükleri arakesitleri büyüterek oluşabileceğini unutmuşlar. Kendilerine uçlarda, kutuplarda politika yaptıranların demokratikleşmeyi ortadan kaldırdığını fark edemiyorlar. O yüzden de kendi gibi düşünmeyen herkesi “satılmış, vicdansız, biatçı” ilan ediyorlar.

Bilime dön, yargılamayı bırak, düşünmeye başla adayarısı!