Bir zamanlar ak bir denizin bembeyaz köpükleri arasında bir küçücük adacık varmış. Çok güzelmiş, taşı toprağı mis gibi dağ bitkileri ile kokarmış. Pürüzsüz sahillerinde, ufka doğru uzanan maviliklerle güneşli, pırıl pırıl temiz havası olan bir yermiş.

Bu kadar güzel olan bir yerin taliplisi de satmaya çalışanı da çokmuş. Bu adacığın içinde yaşayan, sahnelerin kralları olan, eril dilden nasibini epeyce almışların, bir büyük ikilemi varmış. Bir yandan bu güzel mi güzel adacığı kıskanç bir tutku ile, paylaşmak istemeden severlermiş, öte yandan bu güzelliğin getireceği faydalardan kendilerinin ve çevrelerindeki bir avuç insanın yararlanmamasının aptallık olacağına inanırlarmış. İşte bu yüzden bizim adacık da hep satılmak ve yeniden satılmak, hep açık arttırmaya çıkarılmak zorunda kalırmış.

“Ben senin iyiliğini düşünüyorum” nasihatları altında tek emeli kendine fayda sağlamak olan insanların elinde hırpalanan, sömürülen, yıpratılan bir yermiş bu maviliklerine motor sürülmek istenilen yer. Ne ikiye bölündüğü kalmış, ne bir tarafının zengin bir kurumsal yapı için açık arttırmaya çıkarılışı kalmış. Bir elmanın iki yarısı gibi olan adanın bir yarısı, en çok parayı verene satılmış. Öbür tarafı tanınmamış, kabul görmemiş, arkadaşlarının arasına alınmamış, iteklenmiş olarak bırakılmış. Hal böyle olunca pazarlıklar, aidiyetin el değiştirmesi bitmez bir döner kapı olmuş.

Bir yandan kendini adanın gerçek sahibi görenler adanın satışından gelir elde ediyormuş etmesine ama öte yandan da kıskanç bir aşkla bağlı oldukları bu kara parçasının başka sevgilinin kullanımına verilmesinden de yakınıp duruyorlarmış. Yakındıkça da sandalyelerine yapışabilme kapasiteleri artıyormuş. Şikâyet ettikçe koltukların sahibi oluyorlarmış, koltukların sahibi oldukça şikayetleri artıyormuş. Hem satıştan kâr elde ediyorlarmış, hem de “hırsız var hırsız var, aldı gitti” diye veryansın ediyorlarmış. Bu bağrışma çağrışma hengamesi içinde dert ettikleri şey eski ya da yeni, sevgililerin bu ada parçacığına ne yaptığı değilmiş aslında.

Bu güzeller güzeli ada parçasından büyük aşklarla, tutkularla bahsetmek sadece vermeden almanın, eklemeden çıkarmanın, üretmeden tüketmenin kılıfıymış. Tıpkı yanındaki kadına tecavüz eden, yüzünü yumruklayan, sonra da çiçeklerle başucuna gidip “aşkından dövdüğünü, aşkından sömürdüğünü” anlatan sevgililerin aşkı gibi bir aşkla seviyorlarmış bu masmavi sularında yelken açılması özlenen adacığı. “Her şey senin için” diyorlarmış demesine ama içinde üretenleri, düşünenleri, gençleri ilkeli yetiştirecek olanları temizleyerek, kendi hovardalıklarını ve kendileri ile bu hovardalıkların parçası olanları beslemek için sömürüyorlarmış kaynakları. Sevgilisini gece gündüz çalıştırıp parasını kumar masalarında, alkol masalarında yiyen aşıklar gibi âşık olunuyormuş bu adaya.

Bu ada hep saplantılı aşıklarla uğraşmak zorundaymış. Sevmenin bencil olmadığını, kendici olmadığını hiç anlatamamış bu ada. Barış gibi, adalet gibi, insanını adaya döndürmek, üretmek için elini taşın altına koymak gibi veremeyeceği şeyleri söz vermenin aşk olmadığını bilmeyen, kısa günün karı sözler verip yerine getirmeyen, sömüren, hep sömürenlerin boyunduruğu altındaymış.

Aşk geçicidir. Aşk tutkudur, aşk tükenir. Aşk kendini bilir, kendine dönüktür. Aşk solmaya başlar, sonra da hep o aşkı aynı hızda yaşamak için arayışa girer, nankörleşir. Hep elinden kaybedecek noktada tutmak zorundadır aşkını sahiplenmek için.

Sevda ise derindir, sevdalı olunana dönüktür. İhtirasla saplantılı değildir, duyguludur, hissiyatlıdır. Kendinden önce sevdasına öncelik verir, onu besler, ona hayat verir. Memleket sevmek öyle bir şeydir. Kendinden ötede ve fedakârca. Bu adanın saplantılı aşıkları, taşına, toprağına, insanına sevdalı olanları nefesiz, yaşamsız, aşsız, susuz, işsiz bırakmıştır hep. Kendi bencil tutkularını tatmin etmek için, vermeden almak için, kimin “sahip” olduğunun tekelini ellerinde tutmak ve bundan tatmin yaşamak için kullanır aşkını.

Onu sevecek, onu büyütecek, onu sulayacak, yeşertecek hiçbir insana kapısını açmadan yaşar aşkını bu saplantılı aşıklar. Sevenleri, büyütecek olanları, yeşertecek olanları kara sevdalı yapar bu saplantılı kendici aşıklar.

Saplantılı aşıklardan kurtulmuş, kara sevdasıyla tutuşmadığınız, umutla yaşayabileceğiniz, geleceğinde insanına kucak açmayı öğrenebilmiş bir adada sevgililer günü temenni ederim.