Mustafa Akıncı’nın seçim döneminde eşi Meral Akıncı yönetimindeki KAYAD’ın misyonundaki
sorunları dile getirmeye çalışmıştım. Ada yarısında “saf ve temiz Kıbrıslılar’da şiddet yoktur”
algısı çok yüksektir. Bununla mücadele eden her feminist de bu tip lafları edenleri kıyasıya
eleştirmiştir. KAYAD da bu eleştirileri yapanlara dahildi. Hatta bir üyeleri bu lafı eden bir sağ
politikacıya sosyal medyadan zamanında “aptallarrrr” diye hitap bile etmişti. Ancak durum
seçim döneminde değişti. Akıncı cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, elleri önünde bağlı kendisini
hayran hayran seyreden, kimisi KAYAD üyesi olan kadınların karşısında “bizim kültürümüzde
kadına şiddet yoktur, bize dışarıdan geldi” dedi. Ne KAYAD ne de kendisini destekleyen diğer
“feministlerden” gık çıkmadı. Aldılar, bu söylemi kabul ettiler. Neden mi? Çünkü “kadın
haklarını” ilerletmek amaç değildir sadece araçtır, sadece projedir. Kadın hakkı söylemi
üzerinden kazanılan projelerin amacı euro üzerinden gelir elde etmek ve “sivil toplum” adı
altında toplumun hassasiyet gösterdiği kadın hakkı gibi meseleleri merkeze taşıyarak oy
devşirmektir. “Feminist” ya da “kadın haklarına duyarlı adam” olarak oy istenir. Bir başka
değişle kadın hakları seçim platformunda kullanılacak bir araç ve objedir.
KAYAD’ın misyonu feminist sivil toplumculuk değil, erkek adaylara hız kazandıran bir araç
olmaktır. Kültürlerinde şiddet olmadığını söyleyen adayları Akıncı’ya gıklarını çıkarmadıklarında
bunu saklama gereği bile görmediler. Şimdi de “erkek egemen”, “mağdur edilmiş baba” imajı
üzerinden yine Kıbrıslı Türk erkek imgesini masum ve sorumsuz kılmak için bir video yaptılar.
Güya kadın ticaretine karşı farkındalık yaratacak bu videonun adı “Kızımı satın alma”.
Yanlış duymadınız. Kısa filmin adına iyi bakın. Özne kim? Baba. Olaylara nasıl yaklaştığınız, kimin
özneniz olduğu feminist politika için en önemli meseledir. Burada mağdur olan, zavallı ve çaresiz
durumda kalan kimdir? Erkek. Videoya göre durumun vahameti adamın kızının satın alınmasıdır.
Özne kadın değildir. Duygu Asena’nın on yıllar önceki isyanını talan eden şu videonun adına ve
içeriğine bakın: “kadının adı yok!” Hangi feminist, kadının seks objesine dönmesini eleştirirken
kadını isimsiz, yüzsüz, fileli çoraba indirger?
Eril fantezilerin ürünü bu videonun verdiği mesaj, seks işçisi kadınların “utanç” içinde olduğu
imgesini yaratmaktır. Eril bakışın klasik yaklaşımı seks işçisini “utanç” ile birleştirmektir. Video
bu yaklaşımı devam ettiren bütün unsurları taşımaktadır. Bu “utanç” hali de sorumluluğun
önemli bir kısmını izleyicinin gözünde kadına mal ediyor. Sosyal medyada seyredenlerin
yorumları mesajların yanlışlığını ortaya koyuyor. Bir izleyici demiş ki:
“Kendi rızaları ile bu hayatı seçer bir çoğu lüks yaşam için…yüzde doksanı kendi rızası ile para
hırsı, parayı çok sevenler bunu yapar, bol para cazip gelir, genel bu, zorla yapan var ama az”. Bir
başka sosyal medya kullanıcısının yorumu: “Kızlar para için kabul ediyorlar bunları yapmayı”,
“bu yola düşmeyi kabul ediyorlar paralı yaşamak için olan babalara oluyor, perişan oluyorlar”.
İzleyenlerin bu yorumları yapmasına sebep olan videonun içeriğidir. Video tam da bu mesajı
vermektedir.

Her şeyden önce video, seks işçiliği ile seks köleliği kavramını birbirine karıştırmakta,
aralarındaki büyük farkı görememektedir. Seks işçiliği bir meslektir. Bu mesleği yapacak olan
insanların “utanç içindeki fileli çoraplar” olarak algılatılması feminist değil eril bir projedir. Seks
işçiliği için yapılması gereken şey işçiyi güvenceye almak, sosyal sigortasını yatırmak, fiziksel
temas mesleği olduğu için güvenliğini sağlayacak düzenlemeler getirmektir. Bireysel bir
hikâyeden başlayıp gece kulüpleri ile ilgili okunması zor küçük puntolarla yazılmış bilgiyle
bitirmek ülkede zorla tutulan, çalıştırılan, elinden pasaportu alınan kadınları seks kölesi değil
“tercihle seks işçisi” statüsüne indirgemektedir. KAYAD kavramları karıştırarak gece kulüplerine
hizmet etmekte, orada çalıştırılan bütün kadınların filmi yorumlayan sosyal medya
kullanıcılarının vardığı sonuca varmasını istemektedir “sonuçta kendi iradeleri ile gidip bu işi
yapmaktadırlar”.
Bir kısa filmin topluma ne mesaj verdiği çok önemlidir. İsimsiz, yüzsüz, fileli çorap imgesindeki
kadının hikayesi yok. Tecrübeleri yok. Ne yaşadığı yok. Bulunduğu durumla ilgili ne talep ettiği
yok. Zorla çalıştırılıp çalıştırılmadığı bilgisi yok, kadının kendi konumundan ne istediği yok.
Erkeklere “suça ortak olmama, talep etmeme” çağrısı yapılıyor. Ama bir yandan da erkek
sorumluluğundan bir “baba” imgesi altında arındırılıyor. Akıncı’nın kadınları bize Kıbrıslı Türk
erkeği her zamanki gibi mağdur, her zamanki gibi duygusal, her zamanki gibi sorumsuz bir imge
ile sunuyor. “Kültürümüzde şiddet yoktur bize dışarıdan geldi” diyen adama hesap sormak
vazifesi yerine “başkanım, liderim” diye karşısında elleri önlerinde kelepçeli durdukları gibi,
burada da aslında “Kıbrıslı Türk erkek”, “kendini satan” ve “kızını satın alan” başka adamların
mağduru. Üzüldüğümüz, haline yandığımız, korkunç olan şey babanın aczi ve çaresizliği. Ama
baba sorumsuz. Tıpkı bu ülkenin en tepesine oturup kurtuluş mücadelesi yapmak yerine
incircinin çuvalından makam ve para dağıtan adamlar kadar sorumsuz. Siyasetçinin sorumsuz
olduğuna inanmamız istendiği gibi burada da sorumluluk istememiz gereken bu adamalara
ağlıyoruz.
KAYAD’ın miyonu belli. O belli de geri kalan kendine “feminist” diyenlerin bu koma hali nedir?
Ada yarısı “kadın hakkı projecileri” hiç bu kadar gerilememiş, hiç bu kadar feminizm karşıtı
olmamıştı.
Ada yarısında sivil toplum yok, siyasi kadroların oy mekanizmaları var. Sivil toplum olmadığı için
demokrasi mücadelesi yok. Düşün ada yarısı düşün!