Kıbrıslı Türkler ekonomiden etik değerlere çöküntü içinde. Çöküntüden kurtulmanın yolu bir toplum olarak hareket edip kendi geleceğini kurmaktır. Gelecek kurmak için harekete geçmenin önündeki engel kendine inançsızlığıdır. Kıbrıslı Türkler “nasıl üreterek var olabiliriz” sorusu yerine “biz kimiz ve kime ait olursak daha iyi var olabiliriz” sorusu sormaktadır. Kendi ayakları üzerinde durmak, üretmek, kendi kendini kurtarma yolları üzerinde 45 yıldır hiç düşünmemiştir. Bağımlı tutulmak istenen pek çok ülkenin başında olan bir illettir bu. Sürer durumun yarar sağlamadığı tek grup olan Kıbrıslı Türklerin “yamalanma” değil “özgürleşme” mücadelesine girmesi gerekiyor.

Özgürleşme mücadelesinin olmamasının sebebi sağ ve solun yarattığı diyalektiktir. Diyalektik: Bir fikrin kendini olumsuzlayan tezatlık üzerinden ilerlemek için kullanılmasıdır.Marxist analiz, statükonun sadece nasıl oluştuğuna değil, her daim kendini yeniden nasıl kurguladığına da odaklanır.Maalesef ada yarısındaki bu diyalektiğin kurgulayıcısı da Kıbrıslı Türkler değildir. Çok kısa bir tarihsel hatırlama ile başlayalım.

“Devlet olmak”, bağımsız olmak” aslında boyunduruk altında yaşamamak için dünya üzerinde verilen mücadelelerin pek çoğunun merkezini oluşturuyor. Toplumlar için en önemli olan bu iki kavram bizde çok erken tarihlerde ele alınmış ve R.R. Denktaş ağzı ile sağa mal edilmiştir. Söz “devlet ve bağımsızlık” iken pratik Türkiye’ye (ve arkada kendini adanın esas sahibi görene) ekonomik ve siyasi olarak bağımlı olmaya adanmıştır. “Devlet ve bağımsızlık” sözlerinin birleştiği pratik solu adeta bu iki önemli olguya karşı alerjik hale getirmiştir. Sağı ise derinlemesine düşünmekten kaçınarak bu olgulardan yabancılaştırmış, kavramların gerektirdiği yaklaşımlardan uzaklaşmış, içi boş bir söyleme döndürmüştür. Öyle bir toplum düşünün ki “bağımsızlık” lafını duydu mu midesi bulanıyor.

Sol, bu içi boşaltılan “bağımsızlık ve devlet olmak” kavramlarını doğru ilkelerle yaratmak yerine “devlet olmak” ve “bağımsız olmak” sözleri ile alay eden, buna inanmayı aşağılayıcı bir hiçlik olarak gören ve gösteren bir yaklaşımı benimsemiştir. Onun yerine sol “federasyonu” koymuştur. Sol sürekli olarak “federasyon bir Türk tezidir” demektedir. “Tek yol federasyon” fetişizmi öyle bir boyut kazanmıştır ki, sanki Rumların buna “evet” demesini pasif bir şekilde beklemek en büyük mücadele imiş gibi yapılmaya başlanmıştır. Federasyon bir Türk tezidir ve son 20 yılda Rumlar bir referandum da dahil olmak üzere bu tezi kabul etmeyeceklerini açıkça ortaya koymuşlardır. Rum yönetimlerinin yolunu gözleme dışında bir adım atmayı “ihanet” olarak gören sol, “mücadelesiz” beklemenin mümkün olmayacağı bir siyasi arenada mücadeleyi “federasyon olmadığı süre içinde hangi alternatiflere yönelmeli” sorusunu soranlara döndürmüştür. Bu öyle bir boyuttadır ki, CTP içinde azımsanamayacak bir federasyon fetişçisi grup, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “federasyon için çalışacağız ama anlaşmayı beklerken de yaşadığımız yıkımlardan kurtulmak için ekonomik açılımlar düşünmeliyiz” diyen kendi adayı Erhürman’a arkasını dönmüştür. Onun yerinekendi söylemlerinden bir anda 180 derece dönerek “B planı” adını verdiği alternatifler arama eğilimini bir anda unutan ve “sadece federasyon bizi kurtarabilir” diyen Akıncı’ya oy vermiştir.

Fakat Denktaş’ın “bağımsızlık ve devlet” sözleri ne kadar pratiğinde buna çalışıyor idiyse solun “federasyonu” da o kadar federasyon için çalışmaktadır. Kızılyürek’in AKEL listesinden, üniter yapı altında seçilmesi için mobilize olanlar “federasyoncu” değildir. Bugünkü dünya gerçekleri içinde hiç görmediğimiz “demokrasi altında herkes seçilebilir” gibi aslı olmayan bir çoğulcu demokrasi pratiğini hayata geçirmek için can hıraş çalışmışlardır. Federasyon, farklı grupların yönetim, temsiliyet, ekonomide gücü her daim oy çoğunluğu ile engellenemeyecek şekilde paylaşması demektir. Etnik çoğunluğun inisiyatifi altında seçime girdiğinizde ortaya çıkan yapı ezilmedir. İçimizdeki, kime hizmet ettiği de aslında açıkça belli olan ama bir türlü görmek istemediğimiz yarım porsiyon aydınlar size “evet çoğunluğun azınlığa tahakkümü diye bir olgu var ama bizde bunun olacağını sanmıyorum” dediklerinde de durumu geçiştiriyorlar ama ortadan kaldırmıyorlar.

ErhürmanKızılyürek seçimlerinin Kıbrıslı Türklerin “federasyon” tezini ayağından vurduğunu aslında biliyor. İki sebepten dolayı bildiğine dair verilerimiz var. Biri, Kızılyürek’in kutlama değil bizi alarma geçirmesi gereken seçiminde Erhürman’ın sessizliğidir. Akıncı’nın tabansızlığına rağmen Erhürmanyerine, öne çıkarılmasının sebebi, Akıncı’nın bu toplumsal yokoluşa gözünü kapatarak, Kızılyürek’in seçim propagandasına malzeme olmasıydı. Erhürmanbu seçimin ne anlama geldiğini biliyordu ve aktif olarak kamusal alanda Akıncı gibi destek beyan etmedi. İkinci veri hukukçu olması ve üniter yapıda oy vermekle federal yapıda oy vermek arasındaki farkı iyi bilmesi. Hukukçuluğunu ve bilgisini tartışamayacağımıza göre, ortaya çıkan gerçek en az benim kadar alarmda olduğu ama sessiz kalmayı tercih ettiğidir. Maalesef, sessiz kalarak federasyon tezinin alaşağı edilmesine de onay vermiş oldu.Sessizlik her zaman hâkim görüşü besleyen bir tutumdur çünkü.

Denkatş’ın içi boşaltılmış bağımsızlığı kadar içi boşaltılan federasyon beklenip durmaktadır.Solun karasevdalı bekleyişini devam ettirebilmesi sağla kurduğu diyalektik yüzündendir. Kıbrıslı Türkler ne zaman uyanışa geçse ne zaman soldan insanlar içi boşaltılan federasyonu irdelemeye kalksa, sağdan önde duran birisi seçilerek o söylemin sahibi haline getirilir. Bir söylemi sağ ele geçirdi mi diyalektik artık onun “anti tezini” yaratmak içindir.

Hayatı boyunca solda durmuş, federasyona inanmış epeyce insan durumun farkında. Kızılyürek’in AP adaylığı ortaya çıktığından beridir de toplumu uyarmaya, bu konuyu irdelemeye, toplumuyla bunu düşünmeye çalışanlar var. Sol diyalektiğini kendi içindeki alternatif seslerle kurgulamak istemiyor. Bakın geçenlerde Erhürman Tatar üzerinden hangi diyalektiği seçmiş, sosyal medyasında şöyle yazmıştır:

“[Tatar] federasyonun, siyasi eşitliğin ne manaya geldiğini bir türlü anlayamadan, bu tezin uzun yıllar masada Türkiye ile birlikte savunulduğunu unutarak, Türkiye halkına, kendi halkının bir bölümünün "Rumların boyunduruğu altında azınlık olarak yaşamak istediğini" anlatmakla meşgul!!!Bu halkın hiçbir kesimi "Rumların boyunduruğu altında azınlık olarak" yaşamayı asla istememişken…”

Tatar federasyonun ne olduğunu biliyor mu, kendisi seçime müdahale edilerek, seçim yasakları delinerek makam tutmakla derdi olmayan birisi olarak “boyunduruk”tan söz etme hakkına sahip mi aslında bizim sol olarak çokça irdelemiş olduğumuz bir meseledir. Bizim irdelemediğimiz mesele “CTP” içinde AKEL’le “çok sıkı” ilişki içinde olanların, Kızılyürek’e ofis kurup, “Kıbrıslı Türklerin etnik azınlık olarak kotalı seçime ihtiyacı yoktur, Avrupa vatandaşlığı yeter” imgesi altında kandırmacaya gidenlerin adını ne çağırmamız gerektiğidir.

Erhürman sürer durumun (statükonun) devam ettiricisi CTP başkanlarından olma tercihini her gün ve yeniden yapmaktadır. Toplum çöküntü içindeyken parti başkanı olması, arada bir başbakan olması, sonra belki sırasını bekleyip Akıncı gibi aynı sürer durumda belki Cumhurbaşkanı olması bu ülkeyi değiştirmeyecek. Erhürman bir ideolog olarak başladı, sürer durumda seçim kazanıp seçim kaybeden bir parti başkanına dönüştü. Bu muhalefet tarzı ve bu diyalektik statükoyu yeniden bu sefer Erhürman üzerinden kurgulatıyor. Alelade bir başkan değil, tarihe mal olacak bir çizgide yürümek istiyorsa sağla diyalektiği kırmalı, diyalektiğini solun içinde AKEL’in çizdiği söylemin dışında konuşanlarla kurgulamalı.

Erhürman’ın federasyonun içini boşaltarak midemizi bulandırır hale gelenlere karşı cesaret göstermesi, boyunduruk altına girmenin adına “federasyon” diyenlere karşı harekete geçmesi şarttır. O zaman Kıbrıslı Türkleri boyunduruktan kurtarmak için çalışan bir toplum önderi olma ihtimali olacaktır.