Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN yine herkesi şaşırtacak bir açıklama yaptı. Sayın ERDOĞAN bir vesile ile Türkiye’nin ŞANGHAY BEŞLİSİ’ne üye olabileceğini açıkladı. Üstelik bu açıklama ilk değil. Bu açıklama ile birlikte Türkiye ve Dünyadan çeşitli tepkiler geldi. Türkiye ile ilişkide olan herkesi ilgilendiren bu açıklma nedense Kıbrıs’ta pek yankı bulmadı.
Bu konuda bir yorum veya değerlendirme yapmadan önce kısaca bu uluslararası örgütten bahsedeceğim. Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan tarafından 1996 yılında ŞANGHAY BEŞLİSİ adında kuruldu. Özbekistan da katılınca adını ŞANGHAY İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ olarak değiştirmiş. Savunma, güvenlik ve ekonomi alanlarında işbirliği mekanizmaları geliştirmeye çalışıyor. Hindistan, Pakistan, Moğolistan, Afganistan ve İran gözlemci statüsünde örgüte üye olmuş. Türkiye, Beyaz Rusya ve Sri Lanka ise “diyalog ortağı” ismiyle Örgütle ilişki kurmuş.
Sayın ERDOĞAN’ın açıklaması ile birlikte ortaya konan tepkiler muhtelif. Kimisi bu açıklamayı Batı Kulübüne karşı yapılmış bir blöf olarak görüyor. Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyelik sürecine ilişkin akıl dışı ve bıktırıcı engellemelere karşı ifade edilen bir öfke olarak görenler de var. Bazıları ise daha ileri giderek, sayın EDOĞAN’ın Milli Görüşe uzanan geçmişi hatırlatılarak, Türkiye’nin yönünü batıdan doğuya çevirmeye çalıştığını iddia ediyor.
Sayın ERDOĞAN da geçtiğimiz ay Gaziantep Üniversitesinde yaptığı bir konuşmada şunları söylüyor. “Batı, güçlü bir Türkiye istemiyor. Türkiye güçlendikçe batı ne yapacağını şaşırıyor. 10 sene önce tabi Türkiye’nin milli geliri 230 milyar dolar, şimdi 772 milyar dolar. 10 yılda bire üç katlayan bir Türkiye’yi batı ister mi? İstemez. 36 milyar dolar ihracatı varken, 152 milyar şimdi ihracatı var. Pastayı paylaşıyorsun, batı bunu ister mi?”
Batı dünyasında yapılan açıklamalarda ise tam bir şaşkınlık hakim. Bir kısmı buna inanmak istemiyor. Bir kısmı NATO üyesi bir ülkenin ŞANGHAY BEŞLİSİNE katılmasının hukuken mümkün olup olamayacağını sorguluyor. Kimisi Avrupa Birliği ile mevcut Gümrük Birliği’ni hatırlatıyor. Almanca yayın yapan bir televizyonda yayınlanan bir haberde;AB’li diplomatların Şanghay Beşlisi adlı oluşumun Türkiye için AB kadar önemli olamayacağı ve bu konuda bu tür çıkışlarla Türkiye’nin AB’yi korkutamayacağını söylediği, ileri sürülüyor. Aynı kanal “Son zamanlarda yapılan anketlerde, Türklerin sadece yüzde 33’ünün AB üyeliğine sıcak baktığı görülüyor. Bu oran 10 yıl öncesinde yüzde 70 civarındaydı.” diye hatırlatıyor.
Türkiye’nin blöf yaptığı veya Avrupa Birliğini korkutmaya çalıştığı yönündeki söylemleri abartılı buluyorum. Türkiye’nin yönünü batıdan doğuya çevirmeye çalıştığı yönündeki iddialara da katılmıyorum. Sayın ERDOĞAN’ın bu çıkışı ile, “Avrupa Birliği ile iyi gitmeyen üyelik müzakereleri ve batı ülkeleri ile her alanda gerçekleştirmeye çalıştığı işbirliğinin engellenme çabalarına karşı duyduğu hayal kırıklığını ifade ettiği”, yönündeki yorumlarda ise haklılık payı buluyorum. Kişisel kanaatim Sayın ERDOĞAN, üyelik müzakerelerinin sonsuza kadar sürdürülemeyceği ve Türkiye’nin uzun süre giriş kapısının önünde tutulamayacağı konusunda Avrupa Biriliğini ve Batı Dünyasını uyarıyor. Türkiye’nin seçeneksiz olmadığını hatırlatıyor. İyi de yapıyor.
Türkiye buluduğu coğrafi konumun ona sunduğu eşsiz bir jeopolitik avantaja sahip. Batıda Avrupa Birliği ve diğer Avrupa ülkeleri, kuzeyde Avrasyanın kalbi durumundaki Rusya, doğuda Kafkasya ve Orta Asya, güneyde ise Orta Doğu ve Doğu Akdeniz. Bu jeopolitik konum Türkiye’ye çevresindeki kıtalar veya bölgeler arasında köprü olma imkanı veriyor. Türkiye ise, son on yıldır yakaladığı siyasi ve ekonomik istikrar sonucunda artan ulusal gücü sayesinde, artık köprü olmak değil, merkezi bir bölgesel güç olmak istiyor.
Batı dünyası çıkarları gereği Türkiye’nin köprü rölünü öne çıkarıyor. Türkiye’yi 2. Dünya Savaşı sonundaki koşullar gereği NATO’ya kabul ettiği gibi, diğer bir batı kulübü olan Avrupa Birliğine almayarak kapı önünde bekletmesinin sebebi bu. Türkiye artan siyasi ve ekonomik gücü ile sürekli kapı önünde bekleyerek, alınan kararları uygulamak zorunda kalan ikinci sınıf bir ülke olmayı kabul etmiyor. Ekonomik gücü zayıflamaya devam eden Avrupa Birliği, hedeflediği siyasi birliğe ulaşmayı sürekli ertelerken, Türkiye’nin sadece coğrafi konumuna değil, dinamik ulusal gücüne de muhtaç.
Çevresinde “sıfır sorun” isteyen Türkiye; coğrafi konumunun verdiği avantajı, artan ulusal gücü ve prestiji ile, bölgede sözü dinlenen ve dünyada itibarı olan bir devlet olarak kabul görmek istiyor. Avrupa Birliği Türkiye açısından; gerçekleştirmeyi arzuladığı bütün siyasi, sosyal ve ekonomik hedefler için, en uygun uluslararası (uluslarüstü) örgüt. Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinin gelişmesi ve müzakerelerin tam üyelikle sonuçlanması her iki tarafın çıkarına. Avrupa Birliği tarihi korkularından ve önyargılarından kurtulabilirse, jeopolotik ve günümüz realitelerine uygun gerçeği kabul ederese, bu her iki tarafın da yararına olacaktır.
Kıbrıs bu gelişmelerden bihaber ve etkilerinden arınmış olarak kalamaz. Kıbrıs Rum Kesimi Türkiye’nin artan uluslararası gücü ve etkinliğini artık kabul etmek zorunda. Bir milyondan az nüfüsu ve batmış ekonomisi ile Avrupa Birliğini Kıbrıs batağının içine çekerek mahvedebileceğini sanıyorsa yanlıyor. Avrupa Biriliğinin büyükleri, Türkiye’nin üyeliğini çıkarları gereği daha fazla oyalayamaycaklarını anlayınca, Kıbrıs oyuncağını çöpe atacaklar. Kıbrıslı Rumların Avrupa Birliğine, onların kabul etmeyeceği bir şey yaptıramaycağı, yıl sonunda sona eren Başkanlık döneminde iyice anlaşıldı.
Gelelim bize. Türkiye’nin, Avrupa Birliğine üyelik müzakerelerine başlayabilmek için 2000’li yılların başında uyguladığı hoşgörülü ve batı ile uyumlu politikanın sonuna geldiğini, herkes anlamalı. AK PARTİ yetkilileri ile yaptığımız pek çok görüşmede, “Annan Planı sürecinde Kıbrıs’ta çözüm istemeyen tarafın Türk tarafı olmadığını isbat etmek durumundaydık” sözünü çok işittim. Çözüm istemeyen tarafın Rum tarafı olduğunu bütün uluslararası toplum kabul ediyor. Rumların uluslarası toplumun desteklediği, iki tarafın siyasi eşitliğine dayalı, iki bölgeli Federal Birleşik Kıbrıs’ı istemediklerini daha kaç kez tesçil etmek zorundayız?
Kıbrıs Türk tarafı Kıbrıs’taki ve uluslararası ortamdaki gerçeklere uygun çözüm arayışlarına devam etmeli. Hepimiz bilmeli ve anlamalıyız ki, Türkiye ile uyumlu politikalar takip ettiğimiz sürece, hiç kimse bize istemediğimiz bir çözümü empoze edemez. Tıpkı Avrupa Birliğinin, Türkiye’nin merkezinde bulunduğu bölgedeki rolünü, tayin etmeye gücünün yetmediği gibi.
Kıbrıs Türk Halkı sonuç almaktan uzak ve bıktırıcı müzakere sürecinin sonsuza kadar devam etmesini kabul edemez. Farklı seçenekleri hep beraber düşünmeli ve ortaya koyabilmeliyiz. Tıpkı Sayın ERDOĞAN’ın Avrupa Birliğine hatırlattığı gibi. “Türkiye’nin Avrupa Birliğinden başka seçenekleri de vardır.” Kıbrıslı Türklerin de, Federal Birleşik Kıbrıs’tan başka seçenekleri olduğu gerçeği, uluslarası toplumun gündeminde olmalıdır.