Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN, Türkiye’nin son on yılına damgasını vuran bir devlet adamı. Sayın ERDOĞAN’ın gerçekleştirdiklerinden hiç olmazsa bir kısmını, ona en fazla muhalefet edenler bile kabul ediyor.

ATATÜRK’ün onbeş yıllık iktidarından sonra, sırasıyla her biri Türkiye’nin on yılına damgasını vuranların arasında, Sayın ERDOĞAN’ın da tartışmasız yeri var. ATATÜRK’ü takip eden İNÖNÜ, MENDERES, DEMİREL ve ECEVİT ile ÖZAL’dan sonra ERDOĞAN dönemi var.

Türkiye’nin siyasi istikrarsızlık ve ekonomik sıkıntılar yaşadığı doksanlı yıllarda kişisel başarısından bahsedilecek bir Başbakan yok. Sayın ERDOĞAN ikibinli yılların bence önde gelen tek politikacısı.

ERDOĞAN döneminin TÜRKİYE’de yaptıkları veya yapamadıkları bu yazının konusu olmayacak. Ben bugün bu dönemin dış politikasına kısaca değineceğim.

ERDOĞAN döneminin başlangıç yıllarında aktif bir Avrupa Birliği üyelik girişimi var. Bu siyasetin bir parçası olarak Kıbrıs’ta çözüm süreci desteklendi. Avrupa Birliği’nin Yunan takıntısı ve kendi içindeki ekonomik sıkıntılar, Türkiye’nin üyelik sürecini tıkadı. Türkiye bu konuda henüz umudunu tüketmiş değil.

ERDOĞAN döneminin ikinci dış politika meçguliyeti, Türkiye’nin insiyatifi dışında yaşanan İkinci Körfez Savaşı. Irak’ın Amerika Birleşik Devletleri tarafından işgali ve Saddam HÜSEYİN rejiminin ortadan kaldırılması, Irak’ta Türkiye için çeşitli tehditler ve fırsatlar içeren bir dönem başlattı. Bu süreç de devam ediyor.

Bu dönemde Türkiye’nin takip ettiği bir diğer dış politika uygulaması komşularıyla SIFIR SORUN politikası. Bu politikanın başarılı olup olmadığının sorgulanması şimdilik erken. Şu anda gelinen aşama ne olursa olsun SIFIR SORUN politikası doğru bir hedeftir.

ERDOĞAN dönemi öncesinde, Türkiye komşuları ile nerede ise çok az dış ticaret yaparken, bugün Avrupa Birliğine yakın bir dış ticaret hacminden söz edilmektedir. Dünyanın bütün ülkeleri en çok ticareti koşuları ile gerçekleştirirken, soğuk savaş yıllarının ve ideolojik saplantıların etkisi ile Türkiye bundan mahrum kaldı.

ERDOĞAN döneminden önce hazırlıkları başlayan bir diğer konu, bu dönemde gerçekleşmek üzeredir. Bu da Türkiye’nin Enerji Köprüsü olmasıdır. Hazar petrollerinin İskenderun körfezine ulaştırılması ile başlayan bu süreç, Mavi Akım ile devam etti. Gündemde olan diğer projelerin gerçekleşmesi ile başarılabilecek bir politikadır.

Bu dönemde dikkati çeken diğer bir uygulama, Batı İttifakı (NATO) ile sıkı bağlar muhafaza edilirken, bölge ülkeleri ile ilişkilerin geliştirilmesini sağlayan bir DENGE Politikasının takip edilmesidir. Örneğin, nükleer silahlanma kaygılarına ve ambargo çağrılarına rağmen, İran ile ekonomik ilişkiler geliştirilmiştir.

Suriye ile başlangıçta gerçekleştirilen hızlı yakınlaşma politikası, Arap Baharının kurbanı olmuştur. Arap Baharı yaşanırken Libya’da geç de olsa yapılan destek, devrimci hareketler için Türkiye’nin bir model ve çekim merkezi olmasını sağlamıştır. Süriye’de yaşanan kanlı süreç, Türkiye için büyük riskler içermekle birlikte, Türkiye mazlumun yanından yer alarak, Orta Doğu’daki isabetli politikasını sürdürmüştür.

Bu dönemde Türkiye dış politikasında yaşanan en çarpıcı değişiklik, mazlum Filistin Halkına sağladığı olağanüstü destektir. Pek çok güçlü veya petrol zengini Arap Devletinin yapamadıkları gerçekleştirilerek, çilekeş ve çalışkan Filistin Halkının haklı davası desteklenmektedir.

Filistin Halkına destek sağlamanın kaçınılmaz koşullarından birisi, Türk – İsrail İlişkilerinin en üst seviyede olmasıdır. “One minute” ve “Mavi Marmara” olaylarına rağmen Türk – İsrail ilişkisinde tekrar gelişme ümidinin belirmesi, bence Filistin Halkı için bir müjdedir.

Mavi Marmara olayı için İsrail’in özür dilemesi ve tazmimat ödemeyi kabul etmesi, Türkiye’nin haklı politikasının tescil edilmesidir. İsrail’in, Türkiye karşıtlığı olsun diye Güney Kıbrıs’la gerçekleştirdiği geçici işbirliği, Güney Kıbrıs’ın kırılgan yapısı ve çıkarcı politikaları nedeniyle sürdürülebilir değildi. İsrail, varlığını sürdürmek için, bölgenin en güçlü ve istikrarlı devletinin de desteğine muhtaçtır.

İsrail’in özür dilemesi ve Türkiye ile ilişkileri geliştirme arzusu belirtmesi, Türkiye’nin artan Ulusal Gücünün takdir gördüğü, bölgesel bir güç ve uluslararası bir aktör olduğunun tescilidir. Bunu başaran da Başbakan ERDOĞAN’dır.

ERDOĞAN VE KIBRIS

Benim gibi pek çok kişi ERDOĞAN’la birlikte uygulanan Kıbrıs politikasından endişe etmişti. “Bir adım önde” olarak ifade edilen bu siyaset, bu gün daha iyi anlaşılıyor. Çözümün önündeki engelin Türk tarafı değil Rumlar olduğunu tescil eden bu uygulama başarıya ulaşmıştır.

Başbakan ERDOĞAN’ın 2011 yılında 20 Temmuz törenleri için geldiği Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde yaptığı konuşmalar, Türkiye’nin Kıbrıs politaksınının temel hedefinin değişmediğini göstermişti. Bu hedef; Türkiye’nin Doğu Akdenizdeki hakları ile Kıbrıslı Türklerin hak ve menfaatlerinin korunmasıdır.

Son günlerde Anavatan Türkiye yetkililerinin ifade ettiği “2013 sonuna kadar çözüm veya taksim” söylemi, Anavatan Türkiye Hükümetinin (Demokrat Partinin sık sık vurguladığı gibi) görüşmelerin sonsuza kadar devamını kabul edemeyeceğinin, dünyaya ve Rum tarafına hatırlatmasıdır.

Taksim sözü kimseyi korkutmasın. ERDOĞAN Hükümeti, KKTC’nin tanıtılması için çaba harcadığını, pek çok kez vurguladı. KKTC’nin egemen bir devlet olarak yaşatılması Türkiye Cumhuriyeti’nin değişmez politikasıdır. Bu temel politika bazen farklı ifade edilse bile.

Sayın ERDOĞAN’ın KKTC’de istikrar istediği bilinen bir gerçektir. Mevcut iktidar partisi bu söylemi, bugünkü Başbakan’ın yönetiminin devamının arzu edildiğinin işareti olarak pazarlıyor. Vicdan sahibi herkese soruyorum; seçilebilmek için “BMW X5 araba ile işe giden bir delege veya yakınını istihdam eden bir anlayışı” ismi ADALET olan bir yönetim kabul eder mi?

KKTC’de istikrar, güven veren bir yönetimin, halk iradesi ile oluşturulması ile mükündür. Halkın iradesinden yetki almayan, istikrar sağlayamaz. Tıpkı Anavatan Türkiye’de son 11 yıldır olduğu gibi. Anavatan Türkiye ile karşılıklı saygıya ve kardeşliğe dayanan bir ilişki kurmayan bir yönetimin de, KKTC’de başarılı olması mümkün değildir.

Kıbrıs Türk Halkı ilk seçimlerde kendi iradesi ile güvenebileceği bir yönetim kuracaktır. Haktan ve haklıdan yana olduğunu, uyguladığı dış politika ile isbat etmiş Başbakan ERDOĞAN, bu yönetime yardım ve desteğini esirgemeyecektir. Seçilmiş Filistin Yönetimi’ne uluslararası toplumun saygı göstermesini istediği gibi.

KKTC’ne sahip çıkacak ve Kıbrıs Türk Halkını onurlu bir geleceğe taşıyacak yeni bir yönetime görev vermek Kıbrıs Türk Halkının iradesine kalmıştır.
Kıbrıs Türk Halkı değişimi gerçekleştirebilir. Kötü yönetim ve siyasi ihtirasların kurbanı olan Lefkoşa Türk Belediyesinden başlayarak.