Kıbrıslıtürkleriz!

Yurdumuza sahip çıkarız!

Seçmenlik bilincimiz tamdır!

Eğitimliyiz!

Demokrasiyi savunuruz!

Aydınız!

Nezaketliyiz!

Memleket davasını kendi davamız sayarız!..

Bu türden cümleleri art arda dizeriz çok da şık olur. Ancak biz gerçekten bunlar mıyız?

Sadece dilimizde olup toplumsal bilinç kapsamında ya da sosyopsikolojik olarak içselleştirilmemiş bu kavramlar sadece etnosantrik bulgulardan ibarettir. Bu da gözleri kör eder!

***

Kimden dinlerseniz memleketi için canını vermeye hazırdır. Ve hatta en hazı olandır. Bir başka hazır olana denk gelirse,zinhar kabul etmez. Memleketi içi canını verirken birine denk gelse üzerine kan sıçramasın diye arkasın dönüp gidecek mideyi taşıyanlara bile rastlamışlığım çoktur.

Liberalizm felsefesi damarlarımızın en ücra köşelerinin en gizli yarıklarına kadar dolmuş da taşıyor anlayacağınız. Ne milli dava ve enternasyonalizm… Ben, ben , ben…

Biri hata ile elini atsa, memleket meselesidir diye dahil olsa ya marjinaldir ya delidir…. Daha kötüsü bazen haddini bilmeyendir.

Bir dönün ve arkanıza bakın…

Bu ülkede memleket sevdasına bile birbirine tahammül edemeyen, en ağır eleştirileri birbirine edenler yine bu canını yurduna serecek olanlar değil midir?

Ötekiler, bir bayrak iki minare ile zaten idare eder, dahası çıkarlarını çok engellemiyorsa sözlü olarak tartışmaya bile yanaşmaz… Kafa sallar bırakır.

Yani hırsız çalacak, çalacak, çalacak… Günün birinde hırsıza hırsız diyen biri çıktığında, hırsızdan daha çok linç edildiği bir memlekete dönüşüyor memleketimiz…

Hele bir de kadınsa ve kadınlığı kenara bırakıp (haddini aşarak(!)) kendisini eşit yurttaş statüsüne koymuşsa; yaşamını şekillendirmiş kavgasını sürdürüyorsa bin bir türlü yakıştırmanın da karşısında dik durmak zorunda kalır. Ailesinin bile yanında olmayabileceğini bilmelidir.

***

Silkelenip kendimize gelmezsek, meclis kavgaları sokaklarda bizi gördükleri yerde coplamayı tehdit edenlere kalacak.

1963’te 74’e kadar 11 yıl boyunca, öldürülen, esaret çeken, hapse atılan, tecavüze uğrayanlar değil, savaştan kaçanlar olarak anılacak, 1974’te bizim atalarımız savaşmaktan korkup kaçtıkları için meydanı doldurduğunu ve bizim yerimize savaştığını iddia edenlerle kalacak.

Dinsiz, aidiyetsiz, ahlaki değerlerini yitirmiş, mesleki donanım edinmekten yoksun, her yönden engelli, özürlü, eksik, olmamış bir toplum olarak anılmaya da ağzımızı dilimizi kapatacağız demektir.

***

Görünen köy kılavuz istemez.

Bütün bunlar yaşamını sürdürdüğün, çocuklarını doğurduğun, karnını doyurduğun, geleceğin üzerine hayaller kurduğun bir memlekete tutkuyla alakalıdır. Cebinde bir düzine kimlik kartı taşımak veya daha yenilerini nasıl alırım ile uğraşmadan mümkündür.

Üzerinde yaşadığın toprakları daha saygın, daha verimli ve her türlü olduğu noktadan daha ileriye taşımaya istekli, gayretli ve umutluysan Kıbrıslıtürksündür. Bu ne kafatası ne kan ne de ten rengi ile, dil ile ya da dinle ölçülebilen bir durumdur.

Bu yaşadığın memlekete sahip çıkmanla, başka bir anavatan arayışına düşmemekle mümkündür.

Yok eğer ora ne ise bura da o… Bura olmazsa ora olur gibi bir seçenekliliğin söz konusu ise, kaldığın yeri beğenmiyor ve kendine benzetmeye çalışıyorsan o zaman doğru memlekette de değilsindir, Kıbrıslıtürk de değilsindir.

Kıbrıslıtürk değil sadece Türk ise kendini tanımlama şeklin o zaman zaten senin bana dair ahkam kesme hakkın yoktur ve olmayacaktır.

Tıpkı Yunanlı’nın kendini Kıbrıslırum olarak sayamayacağı ya da saymaması gerektiği gibi.

Yaşamını hep burada sürdüren İngilizler var ki onlar da burayı İngiliz sayıp egemenlik hakkı iddia edebilirler mesela…

***

Bu mesele nihai noktanın konulması ve artık seçim propagandalarının değil hayatın içinde icraata dönüştüğü bir mesele olmalı. Tartıştıkça kavga büyüyecek, kavga büyüdükçe çözümü zorlaşacak hatta toplumsal huzursuzlukların büyüyerek süreceği aşikar.

Çünkü bizzat yaşayarak her gün pratik etmekteyiz.

Dr. Çiğdem DÜRÜST