Eski bir öğrencimin sosyal medyada paylaşması ile bir haber gördüm. Bülent Ecevit Anadolu Lisesi’nden bir kız çocuğu IGCSE sınavında birincilik almış. Ödülünü almak için Güney’e geçmesine Türkiye kökenli olduğu için izin verilmemiş.

Avrupa Birliği projelerinden dünyanın Euro’sunu proje parası diye yiyen organik solcu, organik aydınlar izleyebildiğim kadarı ile sessiz. Dillerine pelesenk ettikleri klişeleşmiş “din, dil, köken, ırk ayırmadan insanlara bireyler düzeyinde hak ve tanıma verme” söylemi belli zamanlarda ortaya çıkar hep. Bu organik aydınların hangi anlarda çığlık attıkları neye sessiz kaldıkları zaten artık çok bellidir. Yine de bu organik aydın, bağır deyince bağıran, sus deyince susan projeci insan hakçıları durmak bilmeden irdelenmelidir. Ama bu mesele ile ilgili yazının merkezinde duran onlar değildir. Kıbrıs’taki olası bir anlaşmanın müzakeresini yapan ve yeniden yapmak için adaylık isteyecek sinyalleri veren Akıncı bu yazının konusudur.

Bu mesele görebildiğim kadarı ile 12 Aralık’ta ortaya çıktı. Baktım, Akıncı’dan konu ile ilgili tek bir açıklama görmedim. Devletlerin arasındaki çekişmeler her ne olursa olsun, toprakların üzerinde yaşayan, orada üreten, orada doğan, orada sevdiklerini gömen insanların insan haklarının ihlal edilmemesi temel prensibini tanıyan bir dünya insan hakları algısı var. Bu algıyı Akıncı Cumhurbaşkanı seçildiği birinci dönem propagandasında öne çıkardı. “Kimse telaş etmesin, insanları gemileri koyacağız geri göndereceğiz diye bir durum yoktur, burada üretenler, yaşayanlar buranın insanıdır” içeriğinde çok söylem kullandı. 3 gün önce bir kız çocuğunun başarısının tanınması, kökeni gerekçe gösterilerek reddedildi, Akıncı sesini çıkarmadı.

Yemek, su, barınma kadar insanların temel ihtiyaç ve hakları arasında olan şey kendilerini gerçekleştirme ve insan hakkına yakışır şekilde tanınmasıdır. Bir çocuğun en temel bir hakkı, devlet politikaları arasında heba edildi. “Aman anlaşma ihtimalimize gölge düşürmesin” diye de sessiz kalındı. İnsanın devlete karşı temelde dini, dili, ırkı, cinsiyeti, milliyeti, cinsel yönelim ve cinsel kimliği, bedensel ve zihinsel engeli gibi konulara bakılmaksızın korunması ve muhafaza edilmesi ilkesine sahip çıkamayacak ve bu sahip çıkmamaya göz yumacak yönetimler oturup “anlaşma” yapsa ne yapmasa ne? Bugün Türkiye kökenli dışlanacak, yarın kendi zümrelerinden olmayan, üç gün sonra kedileri gibi düşünmeyen tanınmayacak birey olarak. “Ama, ama, ama, biz ‘orijinal Kıbrıslıyız’” dediğinizde de suratınıza gülünecek.

Akıncı’nın Cumhurbaşkanı olarak nasıl bir profil çizdiğine iyi bakın. 2015’te Zerrin Akıncı Rum moda dergisine mesleği ile bağlantılı olarak kapak oldu. O günlerde kıyamet koptu, kapak mı oldu, Akıncı’nın kızı olduğu için kapak mı yapıldı? Üst-orta sınıfın sözcülüğüne koşarak epeyce yer edinen, feminizmini üst-orta ve zengin zümre kadınlarına dönük yapanlar hemen tartışmaların ortasına attı kendini. “Akıncı’nın kızı olması bir kadın olarak başarılarını gölgelemenize izin vermemeli. Bir kadını babası üzerinden değil, kendi başarıları üzerinden okumanız gerekir” çığlıkları koparıldı. Zerrin Akıncı Rum tarafında tanındığı için alkışlandı.

Bugün 15 yaşında bir kız çocuğu kökündeki “devlet babası” Türkiye olduğu için tanınmadı, kapıdan döndürüldü, “sen bir birey olarak sayılmıyorsun” denildi. Üst-orta sınıf kadınların şımartılması olarak feminizmi okuyanlar “kökeni yüzünden bir kız çocuğun başarılarına gölge düşürmeyin” çığlığı atmadı.

Akıncı üç gün sonra seçime çıkacak. Kendi çevresinde, kendi küçük dünyasındaki kadınlarla erkekler sessizliklerinin uzantısı olarak ödüllendirilecekler. Toplumumuzun içindeki insanlar “bu sayılır, bu sayılmaz” diye hedef gösterilerek inkar edilecek, reddedilecek, hatta kim bilir memleketinde, küçücük adayarısında iş sahibi olup yaşam hakkı elinde alınarak nefessiz bırakılacak.

Bu kız çocuğu yazdığım yazıya ulaşabilir mi bilmiyorum. Ama ulaşabilirse kendisine iletecek bir mesajım var. Kökeninden, geldiği yerden, tarihlerin oluşumundan, insanların “oralılar” ve “oralı olmayanlar” diye ayrıştırıldığı bir yerde bu, insana yapıldığını gördüğüm ilk ayrımcılık ve dışlama değil. Hayatım boyunca hep bu dışlamanın karşısında durmaya, bunun karşısında duracak insanlara oy vermeye kendime söz verdim. Ne yazık ki, Akıncı’ya Cumhurbaşkanı olsun diye verdiğim oy, bu kız çocuğunun başarısının reddedilmesine sessiz kalacak bir Cumhurbaşkanı’nın seçilmesine katkı sağladı. Yanılmışım. Ama kendi ailesi ve kendi küçük zümresinden başka kimsecikler adına Cumhurbaşkanlığı yapmayan seçilmişlere, seçmenin hakkını da oyunu da helal etmeyerek, yanılgıdan dönmesi mücadelenin tek yoludur. İnsandan daha önemli hiçbir şey yoktur. “Bu insanın hakkını ve varlığını tanımak benim çıkarıma mı” diye sorularak insan hakkı arayışına başlanamaz. Ülkesindeki bir insanın hakkının çiğnenmesine sessiz kalan bir seçilmişe ben hakkımı da oyumu da helal etmiyorum.