Cumhurbaşkanı Akıncı’nın belki de en iyi yaptığı şey çektirdiği fotojenik “halk adamı” pozlarıdır. Geçen gün kendisine hayranlıkla, gülümseyerek bakan üniversiteli gençlerle fotoğrafları paylaşılmış. Bu fotoğraflara bakarken ve sonrasındaki birkaç gün, nasıl 30 yılda hiçbir şeyin değişmediğini düşünüp dururken buldum kendimi. O sebeple bu gençlere 30 yıl önce genç olan birisi olarak bir parçacık zamanda yolculuk yaptırmak istedim. Hem geçmişe hem geleceğe bir zamanda yolculuk olması umuduyla bu yazıyı kaleme aldım.

O fotoğraflardaki gençlerin bakışlarındaki umut, beklenti, inanç çok tanıdık geldi. Ben Akıncı’yı politik arenada izlemeye başladığımda 15 yaşlarındaydım. O zamanlar geleceğin umudu olduğunu, fark yaratacağını, memleketin öz değerlerine, gençlerine sahip çıkacağını düşündüğüm, lider olarak gördüğüm politikacıydı. Bir seçim sonrasında ortaya çıkan yenilgi ve başarısızlığından sonra istifa edeceğini açıklamıştı. Ben de politikadan çekileceğine inanarak bir mektup yazmıştım kendisine. 17 yaşlarındaydım, naiftim ve Akıncı’ya inanmaktaydım. O mektup sonrasında Akıncı ile yüz yüze TKP binasının arka bahçesinde tanıştım. Bana barış için çalışırken en büyük amacının gençlerin memlekete geri gelmesi olduğunu, bu topraklarda yaşam kurabilmelerini istediğini anlattı. 30 yıl kadar sonra 2020’de sosyal medyada Cumhurbaşkanı olarak Akıncı şöyle diyor: “eğitimlerini tamamlayıp kendi toplumlarına hizmet etmek; bunun için de en başta belirsizlikten kurtulmuş, barış, huzur ve özgürlük içinde yaşanacak bir gelecek istiyorlar”. Yani Akıncı gençlerle görüşmesinde hem bu gençlere hem onlar aracılığı ile halka her zamanki gibi “barışı vaat ediyor”. Akıncı’nın en istikrarlı politikası umut tacirliği. Seçim sathına girmeden öce “bizim neslimizin barış arayışlarının sonudur; bu dönemde barış çıkmaz” açıklamaları yaptı. Şimdilerde bu açıklamaları unutarak, barışın gençlerin adaya dönmesi ya da adada kalması için tek yol olduğu ve bu yol için de en çok kendisinin çalıştığı izlenimi yaratmaya çalışıyor.

Akıncı ile görüşen gençlere bu vaatlerin nasıl sonuçlanacağını anlatmak gereklidir. Çünkü bu gençler adada bir barışa geri dönmeyecekler. Geri dönmek için de 45 yıldır gerçekleşmemiş bir barışın sahte umutlarına ihtiyaçları olduğu, memleketin başı tarafından kendilerine sırf “güzel duyulduğu için” telkin edilmemelidir. Gençler memleketlerine mücadele için, değiştirmek için, yanlışı eksiği fark edip onların nasıl düzeleceği ile ilgili formül bulmak için, eleştirmek ve yeni politikalar önermek için dönmelidir. Gençlere barış, huzur ve özgürlük için “çalışacakları” bir ülke söz vermesi gerekiyor. Ama Akıncı böyle bir söz veremiyor, umut tacirliğine yöneliyor çünkü “barış vaat etmek” kolay. Ama asıl önemlisi, “çalışabilecekleri bir ülke” sözü vermek kendisi için risk içeriyor. Barış, huzur ve özgürlük için çalışmak, kıyasıya eleştirmek ve yönetenlerden daha çok beklemek demek. Politik dengelerden daha çok halk yararını önde tutan bir gençlik demek. Liderlerden çok karşılarında yöneticiler olduğunu bilmek ve bu yöneticilerden sürekli talepte bulunmak demek. Çalışandan, düşünenden korkmayan, “ben sizin yerinize düşünürüm” demeyecek olan yönetimler istemek demektir.

Böyle bir gençliği teşvik etmek Akıncı’nın nüvesinde var mı?

Akıncı’nın çevresinde olabilmek için eleştirel, sorgulayan yanlarınızı tamamen törpülemeniz gerekmiyor mu? Akıncı politikacının itaati sevenlerinden değil mi? Ben kendisine her zaman oy verdim ama eleştirel olmaktan hiç vazgeçmedim. Kendisine yazdığım mektuptan sonra siyasi arenada birçok metinin kalemi oldum. Kimisi yapıcı eleştiriler içerdi. Çünkü genç olan, çünkü sorgulayıcı olan, çünkü oy veren oyunun peşinden hesap sorarak gider. Ne parti, ne parti lideri tutulacak bir takımdır. Size ve oyunuza karşı sorumluluğu vardır.

Ben Akıncı’nın bunu kaldırabilecek kalibrede olduğuna inandım, belki inanmak istedim. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ataerkin emrettiği şekilde birbirini sosyal medyada erkek liderleri üzerinden hırpalayan “feminist”lerden birini uyarma ihtiyacı hissettim. Akıncı kampanyasının eril dilden kurtulması gerektiğini söyledim, “adamı kara kaşına kara gözüne desteklemiyoruz, bizim inandığımız değerlere sahip çıkmasını talep etmemiz gerekir” dedim.

Kara kaştan kara gözden yana tavır alan gençler şimdi artık orta yaşlı. Onlar kayıtsız, koşulsuz ve sorgusuz sadece peşi sıra gittiler. Memlekette umut tacirliğinden başka arta kalan tek şey sel suyu ile gelen çamur ve batak.

Gençlerin artık 30 yıldır umut tacirliği ile liderlik fotoğrafı pazarlayan politikacılara karşı mücadele etmeleri gerek. Eleştirel yanlarına sıkı sıkıya sarılmaları, bağımsızlaşarak yola devam etmeleri gerek.

  1. sıkı eleştirileri kabul edecek yönetim anlayışları talep etmeleri gerek. Barış hayaliye umut tacirliğiyle oy vermek yerine, geri dönecekleri memleketin su altında sel altında çamura batmış olduğunun ayırdında olmaları gerek. Geri döneceklerini ve kendi yaşayacakları ülkeyi kendilerinin elleri ile yaratacaklarını bilmeleri ve bu mücadeleyi sürdürürken de umutlarını bağladıkları liderlerin değil kendi mücadelelerinin çözüm olacağını anlamaları ve bunu göze almaları gerek. 30 küsur yıldır umut tacirliği yapan liderlik anlayışlarına artık prim vermemeleri gerek. Ben Akıncı’yı tanıdığımda o bir muhalefet lideriydi. Süreç içerisinde hükümet oldu, hükümetten düştü. Yılların köklü mücadele partisi TKP’yi kendisinden ibaret tek bir milletvekiline indirgedi, sonra da bu partiyi yok etti. Bir dönem Cumhurbaşkanlığı yaptı. Ülkede cumhurbaşkanlığı döneminde tek bir kalıcı değişme imza atamadı. İngilizcede çok sevdiğim bir sözü gençlerin kendilerine yol haritası olarak almalarını umut ediyorum: Sizler, umutla beklediğiniz insanların ta kendilerisiniz. Akıncı 30 yıldır o olamadı. Beklediğiniz değişim onda değil sizdedir.