Adayarısında kendini “sola” konumlamış olanlar sağın Türkiye ile ilişkilerini didik didik etmeyi hiç ihmal etmezler. İyi de ederler. Analizlerini ve stratejilerini daha reel politika üzerinden ayarlasalar belki bir gün bu ilişkileri Kıbrıslı Türkler’in lehine bir evrimden de geçirebilirler. Ancak sol, adayarısının diğer yarısı ile ilişkilerinin üstünü biraz kapalı tutmayı sever. O kadar ki, herkesin bildiği, herkesin gördüğü kapalı kalsın diye de üremeyen komplo teorileri kalmıyor. Şimdi Rum tarafının seçimlerimizdeki etkisini konuşmamamız için ortaya atılan bir komplo teorisi daha çıktı: Türkiye’nin aslında karşı olduğu kişi Erhürmanmış, onun seçilmesini istemiyormuş, o sebeple de Akıncı’nın yanındaki heyecanlı tipleri kullanarak kutuplaşma yaratmış böylece de sol Akıncı’ya dönmüş. Çünkü Erhüman, büyük sayıda seçmenin ikinci tercihi imiş ve ikinci tura kalsa seçim onunmuş. Türkiye de onu istemediği için böyle büyük ve kapsamlı bir kutuplaştırmaya gitmiş.

Elinizdeki verilerin hiçbirisi Erhürman’ı Türkiye’nin kestiğine işaret etmiyor. Bu tip şeylere inanmanız için ya kötü niyetli olacaksınız ya da az düşünen çok tepki gösteren cinsten. Gelin biz düşünelim, eldeki verilere aklımızla bakalım. Her şeyden önce Erhürman’ın seçilmesini engelleyen grup CTP içindeydi ve bu kutuplaştırma siyaseti başlamadan çok önce Erhürman’ın aleyhine çalışacakları fısıltı gazetesinden yayılmıştı. Sonradan kendi yöneticileri tarafından da bu tutum açıklandı. Türkiye 5 yıl önce Akıncı ile sorun yaşamamıştı, hatırlamanız gereken önemli bir veri budur. “Sizi gemilere koyup göndereceğiz diyorlar sevgili kardeşlerim, burada emek veren insanlarımızla ilgili böyle bir politikamız olamaz” diyen Akıncı Türkiye’den herhangi bir tepki almamıştı. Ne de seçmenden. Tam tersine İskele bölgesinden altı bin oyla Eroğlu ile başa baş gitti, ada genelinde de seçimi aldı. Türkiye kökenli seçmenin içinde Akıncı’ya oy verenler üzerinden düşündüğünüzde, Akıncı söylemlerini ötekileştirmediğinde kendisini seçtiler. 2000li yılların başında, “ne paranı ne oyunu istiyoruz” diyenleri Akıncı partisinden ekarte etmişti. Cumhurbaşkanlığına ulaştıktan sonra “kültürümüzde kadına şiddet yok bize dışarıdan geldi” gibi söylemlere döndü. Göçmenlere ırkçı dil kullananlarla “saflarını sıklaştırarak”, “biz ve onlar” ayrıştırmasına cumhurbaşkanı olduktan sonra seve seve katılan Akıncı ile önceki Akıncı arasında dağlar kadar fark var.

Diyeceğimiz o ki, veri okumayı bilen en basit akıllı insan bile, Türkiye’nin kendisi ile kırkışmayan, kendisine hodri meydan çekmeyen adaylarla kavgalı olmadığını görebilir. Neden olsun? Zaten Türkiye seçilişinden Crans-Montana’ya kadar Akıncı ile de masaya birlikte gitti, pazarlığı da birlikte yaptı. Türkiye de Kıbrıslı Türkler de Rumları epeyce zor durumda bırakacak, dünyada kimsenin inkâr edemeyeceği şekilde anlaşma için Rumların talep ettiği her şeyi yapan taraftı. Toprak tavizi ve garantileri konuşmak da dahil.

Rumların işine bir dönem daha Akıncı’nın seçilmesi gelir miydi? Epeyce bir üzüntü sesleri yükseliyor ama Anastasiadis seçim sonuçlarından pek memnun. Akıncı ile 3 yıldan fazla görüşmeyi reddeden Rum lider, seçimden sağcı biri çıkarkenden telefona sarıldı. Görüşmelere başlayalım dedi. Hem de Maraş’ı açmaya çalışan sağcıya açtı bu telefonu. Tepki bile koymadı. Neden? Üç gün sonra 2004’ten beri süregiden “Kıbrıslı Türkler istiyor, Rumlar ayak sürüyor” imajını kaldırıp, Kıbrıslı Türkler için gelebilecek olan “alternatif” ekonomik açılımların önüne set çekeceği bir fırsat olarak görüyor bunu da ondan. Herkesin ikinci tercihi olan Erhürman seçilseydi, Rum yönetimleri için görüşmede ayak sürüyen taraf olma konusundaki imajları devam eder miydi? Bu işlerine gelir miydi? Maraş kapısına giden ELAM da unutmayın Akıncı’ya hizmet edebilecek bir adım değildir. Bunu aklınızda tutun, biz seçimlere geri dönelim analizimizde.

Akıncı’nın Rumlar’ın masaya gelmeyi bile reddettiği bir ortamda federasyon üzerinden yürütülebilecek bir kampanyası yoktu. Beş yılını boşa harcamış, hiçbir pro-aktif yaklaşımı olmayan bir cumhurbaşkanlığı geçirmişti. Siyaset boşluk kabul etmez. Erhürman, CTP içinden yeni bir cumhurbaşkanlığı vizyonu ile çıktı. Avrupa Gazetesi Erdoğan’a işeyen ergen yaklaşımlı bir küfür yayınladı, beklediği tepkiyi aldı, gazete sağcı faşistlerce taşlandı, meclisin damına çıkıldı, solun bütün sinirlerine gereken elektrik verildi. Akıncı ırkçı mikro milliyetçiliğin iki tarafında kıskaçlanan adayarısında Kıbrıs mikro milliyetçilerinin ilk başta çok yanında yer almadı, hatta yeterince tutum sergilemedi diye gazete tarafından yerildi. Sonra seçime iki kala oy konsolide etmek için kutuplaşmayı tırmandırdı. Siyasi olarak mümkün olmayan ilhakı hem de Türkiye’nin en hassas olduğu Hatay üzerinden gündeme taşıyarak Akıncı seçim stratejisini açıklamış oldu. Erhürman, çok kolay görülebilecek bu kutuplaştırma siyasetini fark etti, zaten bunu fark etmek çok da zor değildi. Erhürman sol değerlere sadık kalmayı tercih etti. Zaten utanmaz ve fütursuzca kendisini sağa kaymakla suçlayan mikro milliyetçiler, güdümlü mermiler olarak bunu söylerken de seçim dönemi boyunca “evlere düşen ateşten, işsizlikten, insanların seçimden çok daha büyük dertleri olduğundan” bahseden de sadece Erhürman oldu. Adayarısı insanlarının etki-tepkiden kurtulup sol değerlere sahip çıkacak adaylara yönelmeleri, bu adayların da sol değerlere uygun davranması konusunda talepkâr olması gerekiyor.

Erhürman’ın müzakere geçmişi olduğu için Rumlarla yapılacak bir anlaşmanın romantize edilen kara sevdalı aşığını bekleme modunda yapılamayacağını da biliyordu. Crans-Montana’da Akıncı’nın gazetecileri “tarihi anların açıklanmasına dakikalar kaldı” diye heyecan yaparken ekranda sakince gülümseyerek “çok aşırı beklenti içine girmemekte fayda var, bu tip görüşmeler sonuca ulaşamayabilir, sonrasında halkımızın hayal kırklığına uğraması barışa hizmet etmez” minvalinde şeyler söyleyen de Erhürman’dı. O yüzden, Rumları beklediğimiz bu 50 seneye, federal çözümden vazgeçmeden ama yeni on yıllarda izole edilmiş bir halk olmamak için alternatifler bulmak gerektiğine de inanan bir Erhürman Akıncı’ya rakip oldu. “Federasyondan vazgeçmeden ama, sosyal, ekonomik ve kültürel olarak hapis olmama alternatifi” düşünen Kıbrıslı Türk vizyondan kim öcü gibi korkuyor biliyor musunuz? Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tek eline almış olan Rum yönetimleri. “Sizin bu Kuzey’de yaşanabilir bir ülke kurmamız lazım laflarınız benim barış hayallerimi bozuyor” diyen Kıbrıslı Türkler kimlerdir biliyor musunuz? Hayatını adayarısının öbür yarısında geçirme izni olanlar, oradan kazandıkları eruoları bu tarafta Türk parasına bol bol çevirip sefahat içinde yaşayanlar. O taraftan ödüller alanlar, politika yapabilenler.

CTP’nin içindeki elleri AKEL’de başlıyor. CTP AKEL’in Türk koludur deniliyordu, hani kadın kolu gibi gençlik kolu gibi. CTP “sol kardeşliği” adı altında büyük güçlü örgütlülüğünü AKEL ile uyumlu söylemlerle donatmıştı uzun yıllar. AKEL de bizler kadar barışa, federasyona sevdalı olsaydı da bu birliktelik güzel bir iki toplumlu mücadele olurdu. Birleşik Kıbrıs’ın uygulama alanı olabilirdi. Şu an ise sadece bir tarafın tahakkümü ilişkisi var, tıpkı üniter devlette Kıbrıslı Türkleri bekleyen tahakküm gibi. CTP’yi Annan sonrasında bunu irdelemediği için bile eleştirmiyorum. Ama Hristofias-Talat sürecinin, Talat’a ve barış isteyen sol olarak hepimize saplanan bir bıçak olarak gelmesinden sonra bile solun büyüyüp kendisini AKEL’den özgürleştirme konusuna odaklanmamasını hepimizin iyice irdelemesi gerekiyor.

Analizi sadece CTP’de tutarsak da eksik kalırız. AKEL’in etkinliği bütün sola nüfuz etmiş adayarısında. Nasıl mı? CTP 50 yıllık süreç içerisinde kaçınılmaz olarak kendi toplumuna dönük politikalar yapmayı öğrenecekti. Hatta farklı dönemlerde, kendi toplumunun özgün koşulları, ihtiyaçları, sorunları bağlamında gitmesi gereken yolları düşünmeye de başladı. CTP’nin Güney’de çizilen rotaların veya belirlenen politikaların Kıbrıslı Türkler’in ihtiyaçlarını merkeze almadığı için sorunlu olduğunu kavradığı anlar oldu. Erhürman’ın hükümet ederken ve cumhurbaşkanı adaylığı sürecindeki söylemleri de buna örnek teşkil etmektedir. Sol da zaten o demektir. Eğer solsanız, kaçınılmaz olarak içinde yaşadığınız toplumun bireylerine ve gruplarına dönük olarak yaklaşımlarınızın evrilmesi gerekir. İnsanların ihtiyaçlarına duyarsız kalan bir saplantılı aşık politikasını sol uygulayamaz. Bunun olgunlaşması ve Kıbrıslı Türkler’in sol hareketinin kendi özgün sesine kavuşması neden hep ertelenmektedir peki? Sağ politikanın evrilemeden, bir şekilde yozlaşma ve yolsuzluktan kurtulamaması ile benzer sebepten. Sağ politika kendi ulaşabileceği olgunluk seviyesine ulaşamıyor çünkü sürekli Türkiye’nin bir alt kolu olarak hareket etmeye odaklanmış. Türkiye eksenli bir çıkar tanımlaması yapıyor sadece. Bizim sol da hep Güney ve AKEL eksenli çıkar tanımlamasına gidiyor. Bunu yapan da sadece göründüğü gibi CTP değil. Solun haline bakın. CTP memleketin en eski ve en örgütlü sol partisi ama kilit noktalarda genel ya da yerel yönetime çıkardığı insanlar TKP’liler (TDP) olmuş. En büyük örneği Akıncı, tarihsel olarak pek çok noktada da (AKEL yönlendirmeli) CTP oyları ile seçilmiş. Düşünürseniz başka örnekler de bulursunuz elbette. Afma buradaki daha önemli soru TKP’nin durumu. Önemli, kilit, tanınan noktalara TKP’liler getiriliyor CTP eliyle ama TKP hiçbir zaman güçlü bir örgütlenme yaratamıyor. Hiçbir zaman güçlü bir sol parti olamıyor. Solun partilerinin, ikisinin de güçlü olması neden mi önemli? Sol güçlü olduğunda sadece milletvekili sayısı artırmıyor. Güçlü sol demek, ilçe ilçe, köy köy örgütlü olmak demektir, insana ulaşabilmek demektir, toplumla sıkı bir etkileşim ve iletişim içinde olmak demektir.

Akıncı’yı irdelerken son seçimde sürekli anlamlandıramadığım bir olguyu düşünüp duruyordum: “Adam hayatı boyunca partisi TKP’yi küçülttü, karşılığında da hep milletvekili seçilebildi, başbakan yardımcısı oldu, en nihayetinde de cumhurbaşkanı oldu. Sağlam bir örgütü yok ama örgütlü CTP’nin yerinde”. Ama aslında anlamlandırması kolay değil mi? CTP örgütlülüğü zaten uzaktan kumandada, biri başını uzatıp alternatif yaratırsa, toplumuna dönük politika üretmeye başlarsa “sağcı oldun” diye bağırtı gürültü başlıyor, “örgüt” hareketleniyor ve tabana rağmen içinden çıkan kendi sol değerlerini etkisiz eleman haline getiriyor. Sonra bilileri çıkıp size “Türkiye istemedi Türkiye” diyor, sorgulamalar kapatılıveriyor. TKP zaten toplumuna dönük sol politika yapamayacak kadar örgütlülükte cılız. Cılız kalmaya söz verdiği müddetçe de tek adamlarını çevrelerine toplanan bir kültle omuzlarda taşımayı solculuk olarak içselleştirebiliyor.

Erhürman ve CTP’nin sol tabanın özgürleşmesi için mücadele vermesi gerekiyor. TDP’nin bu tek adam kültüründen çıkıp topluma dönmesi şart. Türkiye’nin AK elinin sağdan elini çekmesini istemek yetmiyor, AKEL’e de aynı fırsatı vermemek için mücadelenin iki koldan yürütülmesi büyük önem taşıyor. Aksi halde, kendisi özgürleşmemiş bir solun, toplumunu özgürleştirmesi mümkün olmayacak.