En zoru insanın kendisini tanımasıdır. Yaşam mücadelesi dediğimiz şey, insanın kendisine karşı verdiği savaştır. Arzuladıklarınıza ulaşmak için de olsa, yapmayı hiç düşünmedikleriniz karşısında kılıcınızı eğip eğmediğinize göre sonucu belli olacak bir düellodur hayat. Kılıcınızı eğdiğiniz için yaşam düellosunu kaybettiğinizi anlarsanız gene iyi… Çoğu mutsuz ama düelloyu kazandığını zannederek ayrılır dünyadan.

İnsanlar genellikle isteklerine gafil avlanır, istemedikleri bir hayat sürerler. Bazıları ise istemedikleri karşısında kılıcını yere indirmez  arzularına kurban olmadan özgür yaşama becerisi geliştirir. İsteklerinin peşini kovalarken istemediğin hiçbir şeyi yapmadan ama nazik bir dengeyi koruyarak sürmeli şu düello. Düellonun da kuralları vardır çünkü. İstemediklerinize karşı çıkarken siz yapamıyorsunuz ama ben yapıyorum, ben sıra dışıyım fakat siz sıradansınız büyüklenmesine kapılmak kural dışıdır.

Kendinize karşı oynadığınız düelloda, isteklerinize, yapmayı hiç istemediğiniz şeyleri yaparak ulaştınızsa, yola çıkarken naif olan siz, yolun sonunda çoktan bir zalime dönüşmüş, mutluluğun tadını çıkaramayan, cibilliyetini yitirmiş biri haline gelmişsinizdir. İnsan yaradılışına, fıtratına aykırı hareket etti mi çaresi kalmamıştır, yaşamı şenlikle, iyilikle sarmayalamaz; hayata küskündür çünkü düelloda kendi fıtratını öldürmüştür.

Bize empoze edilenler karşısında kendi özümüzün ne olmadığını, hayattan ne istemediğimizi, neleri yapamayacağımızı keşfetme sanatıdır hayat. Olduklarımızın neredeyse hiçbiri doğamızı temsil etmez. Güzelliğimiz hatta zekamız bile genetiktir. Genetik mirasımızla, Kıbrıs’ın güzelliği ile böbürlenerek ya da başkalarının üzerinden atlayarak kazandığımız ganimetle bir şeycik olamamışızdır. Olmak istediklerimizi, yapmayı hayal ettiklerimizi boş verelim zaten. Yaradılışımızın, karakterimizin muamması, olmak istediklerimizden ziyade, arzularımıza kavuşmak için verdiğimiz ödünlerin ve adalet duygumuzun yüzdeliğinde gizlidir. Kaç tapuyu nasıl elde ettiğimizde, kaç 13. maaşı yardımsız ödediğimizdedir toplumsal varlığımızın şifresi.

İhtirasımızın altında başkalarını ezerek ulaşacaksak edinmek istediklerimize; kaçamayız, varlık içinde yok olacağız. Yokluk içinde var olabilmek istiyorsak, düelloda kılıcı yaradılışımızdaki iyiliğe saplamayacağız.

Yaşam düellosunu iki tür insan kaybeder: Sıradanlaşarak tutkularına kötücüllükle ulaşanlar ve sıra dışı olma kompleksi ile kavrularak tutkularının esiri olanlar… Üzülürüm böylelerini gördükçe, iyilikle yardımcı olamazsınız zira kendi kötülüklerini bildikleri için herkesten paranoyakça kötülük beklerler. Sıra dışı olanlar ise başka bir alemdir. Narsist oldukları için kendilerinden başkasına her zaman şüpheyle yaklaşırlar.

Ve Kıbrıs’ta hayat sıradanlaşan kötülükler ve sıra dışı narsistlikler arasında yuvarlanırken düelloda kaybedenler ülkenin güzelliğinin yanlarından uzaklaştığının bile görememektedir artık. Kıbrıs iyiydi, güzeldi ve şimdi bizi terk ediyor. Biz onu terk etmek istemesek de, fıtratımıza sapladığımız hançer iyiliği tamamen öldürmüş olmalı ki, doğa bizi buradan atıyor…