Gazetelerde yazılan, televizyon programlarında tartışılan, sosyal medyada konu edilen konulara bakıyorum da Kıbrıs Türk toplumunda –kök Kıbrıslılar’da diyelim ki konu daha net anlaşılsın- şöyle bir durum var. O da şu: toplumda infial yaratan bir şeylerden bahsedilirken özellikle belirtiliyor 1974’den önce ve 1974’den sonra diye.

Sanki milattan önce ve sonra gibi dönemin sembol yılı 1974. Suç unsuru sayılabilecek hadiseler çok mu arttı?

Suçlu hazır: 1974’den sonra gelenler. Efendim trafiğin içine edildi.

-Suçlu ayağa kalk! 1974’den sonra gelenler. Yerlere çöp atılıyor.

-Kim atacak? Tabii ki 1974’den sonra gelenler!

Eskiden bu kadar cinayet yoktu, o yoktu, bu yoktu.. İnsanlık öldü.

Sanık sandalyesinde yine 1974 Peki bu 1974’den sonra gelenlerin hepsi mi kötü ve işe yaramaz?

Aralarında hiç mi iyi insanlar çıkmamış?

Bu ülkenin geleceği için çalışan, çabalayan insan evladı yok mu?

Kıbrıs’ın kuzeyini ve geleceğini karartan hep mi 74 sonrası göçmenler?

Aslında bu cevabı bilinen sorulardır. Hepsi değil ama genelde Kıbrıslıların çoğu huzursuz. Çünkü haklı olarak şunu düşünüyorlar ve dile getiriyorlar: “Biz mücadele yıllarında o kadar sorunlar yaşadık. Yerimizden yurdumuzdan edildik. Güney’de bıraktık her şeyimizi. Ama 1974 yılında Türkiye’den gelenler hiç bir şey sahibi değilken burada ev bark sahibi oldular hazıra kondular.. Bu Kıbrıs Türklerine karşı yapılan haksızlıktır.”

Aslında bu kökleri derin ve muhakkak tartılıp açıklığa kavuşturulmaya muhtaç bir hadisedir. Düşünsenize; Kıbrıslı Türk olup, zamanında bağ, tarla, bahçe sahibiyken, göçmen konumuna getirilerek bir gecede fakirleşiyorsunuz; savaşın ortasında kalıyor ve bir dikili ağacınız olamıyor. Ne kadar trajik bir şey değil mi? Kendinizi o anda ikinci sınıf bir insan gibi görmez misiniz?

1974’ten sonra gelenlerle, kök Kıbrıslılar arasında yaşanan psikolojik çatışma günümüze kadar geldi. Bugün de aynı paradigma üzerinden farklı boyutlarda tartışılıyor. Öylesine bir hal aldı ki; bugün Türkiyeli göçmenlerin kurduğu siyasal partileri bile bulunuyor. 1974 göçmenleri tam tersi yıllardır itilip kakıldıklarını gerekçe göstererek, yıllardır sustuklarını şimdi konuşma sırasının kendilerinde olduğunu söylemekten çekinmiyorlar.

Nereden bakarsak bakalım; ortada yanlış giden bir şeyler var. Her ülke göç alır ve bu doğaldır. Ancak göç alınan ülkenin kendi vatandaşları, göçen insanlardan oluşan o toplumda sayıca giderek eritiliyorsa; bu işte bir yanlışlık vardır.

KKTC’nin daha nüfusu bile doğru düzgün bilinmiyor. Şimdi eminim bu satırları okuyan bazı kesimler “Canım bizim Türklerden ayrımız gayrımız mı var? Hepimiz Türk değil miyiz? Ortalığı bulandırmanın alemi yok.” Diyebilirler ancak, göç politikalarında oluşan dengesizliği tartışmak ve yılların biriken sorunlarından kurtulmak, gelecek nesillere gerçekten iyi değerler bırakmak istiyorsak, bu konuların derinine inilmesi gerektiğini de görmeliyiz.

Önce bazı Türkiyelilerin “Siz bizi sevmiyorsunuz.” “Biz olmasak hepiniz ölmüştünüz, sizi biz kurtardık.” ile başlayan ve Kıbrıslıları küçük görme yollu cümlelerini derhal terk etmeleri; bazı Kıbrıslıların da “1974’den sonra Ada’mız giderek bozuldu. Hırsızları, uğursuzları Türkiye’den ithal ettiler başımıza. Türkiye işgalcidir.” “Rumlarla güzel güzel anlaşırken, Türkiye savaş çıkardı ve işgalci konumuna düştü.” şeklinde nefret söylemlerini terk etmeleri gerekir ki; daha sağlıklı ve birbirini anlama ve empati kurma zemini oluşabilsin.

Uzun lafın kısası; toplum olarak tahammülsüz, sevgisiz, algı yoksunu olma yolunda ilerliyoruz. Bu nahoş düşüncelerden kurtulmak yine bizlerin elinde. Yeter ki anlayış hoşgörü yoksunu olmayalım.

Bu sözü twitterda gezinirken buldum; anlamlıydı:

"Karşıtlıklar her zaman birbirinden pay alır"

İyi kötüden, kötü iyiden...