Allah kimseye şifasız dert vermesin.
Benim, diyaliz hastası bir yakınım, akrabam yok.
Ama onların bu hastalıktan dertli olanları sıkça dinler, onların sorunlarını köşemde yansıtmaya çalışırım.
Ne gariptir ki, ülkenin sağlık birimlerinin başında oturanların duyarsızlıklarını duyunca da çılgına dönerim.
Öncelikle şuradan başlayalım;
2010 Şubat ayı hepinizin malumudur.
Lefkoşa’da yaşanan sel felaketi nedeniyle, ülkenin en kapsamlı devlet hastanesinin bodrum katlarını su basmış, üstüne elektrikler kesilmiş ve jeneratörler bozum olduğu için devreye girmeyerek, 8 vatandaşımızın ölümüne sebep olmuştu.
Olay yeteri kadar gündemde tutamladığı için, unutulup gitti, açılan soruşturmanın sonuçları açıklanmadı, pisi pisine insanlar hayattan göçtü.

Sevgili okurlar,
Geçtiğimiz Çarşamba günü, AKSA santralı her ne sebeptense devre dışı kalmış ve ülkenin yarısı karanlığa gömülmüştü.
İşte tam o saatlerde, Lefkoşa Devlet Hastanesi Diyaliz Servisi’nde 22 hasta diyaliz makinesine bağlıydı.
Bir kez daha tarih tekerrür etti ve jeneratörler devreye girmeyince 22 hasta neredeyse ölümle pençeleşti.
Eğer, eksik kadro ile çalışan hemşireler, olaya anında müdahale etmesiydi, diyaliz hastalarının belki de bir bölümü, şu anda hakkın rahmetine kavuşmuş olacaklardı.
Çünkü yaşanan elektrik kesintisi nedeniyle, kanları makine içinde donacak ve arkalarında onca gözü yaşlı aile bırakacaklardı.

Sağlık Bakanı Ertuğrul Hasipoğlu, bakan olduktan sonra hiç bu servise gitti mi bilmiyoruz.
Eğer şimdiye kadar gitmediyse ki bu kendinin ayıbıdır, bu yazıyı okur okumaz hiç gecikmeden bu servise gitmeli, oradaki aksaklıkları ve hemşire eksikliklerini hemen gündeme getirmeli, ayrıca jeneratörlerin niçin devreye girmediğini soruşturmalıdır.
Çünkü Sayın Bakan, göreve başlar başlamaz, çıktığı bir çok televizyon programında, hastanelerdeki sorunları bire bir ele alacağı ve ilgileneceği sözünü vermişti.
Hatta zaman zaman Ahmet Kaşif’in bakanlık dönemine de ağır eleştirilerde bulunmuştu.

Dün hasta yakınlarından bize şikayetler gelmeye başlayınca olayı biraz inceledik.
Allah hepsine şifa versin, ülkemiz genelinde toplam 200 diyaliz hastası var.
Ve bu hastalar haftanın en az üç günü bu makinelere girmek zorundadır.
Bu hastaların 130 kadarı Lefkoşa Hastanesi’nde tedavi görürken, 70’i de Mağusa Hastanesi’ne düzenli olarak gitmektedir.
Ancak ne yazık ki, bizim hastanelerimiz dünya ve Türkiye standartlarının çok altında olup, durum içler acısıdır.
300 binlik ülkede diyaliz doktoru sadece 1 tanedir.
Bir de çocuk diyaliz hastası doktoru vardır ve bu iki hekimimiz Lefkoşa ile Mağusa hastanesinde mekik dokuyup, ellerinden geldiği kadar hastalara yardımcı olmaya çalışmaktadırlar.
Ve bu sayı ne yazık ki yetersizdir.
Ayrıca yine dünya standartlarında olmazsa olmaz olan diyaliz teknisyeni, biz de mevcut değildir.
Yani bu da makinelerin bozulması anında müdahale edecek kişinin olmaması demektir.
Dün yaptığımız görüşmelerde, toplamda 6 diyaliz teknisyenine ihtiyaç vardır.
Yine her iki hastanede de bu bölümde çalışan hemşire sayısı, olması gerekenin çok altındadır.

Konuyu pek tabi ki istihdamlara getireceğim.
Hükümet kurultay uğruna önce 300 sonra da 60 kişiyi devletin çeşitli kesimlerinde istihdam etmiştir.
Bunların hepsi, önümüzdeki pazartesi günü eğer dairelerde masa ve koltuk bulunabilirse işe başlayacaktır.
Ne için, olası bir ikinci turda İrsen beyin bir kez daha koltuğunu korumak için.
Girne’de Türkiye’nin yardımlarıyla çok modern iki servis açılmış ama yine bölüme hemşire alınmadığı için kurdela kesildikten bir saat sonra kapatılmıştır.
Maliye Bakanlığı yetkilileri yetiştirilmez üzere acil 40 çalışan istemekte, onların bu isteği her nedense gerçekleştirilmemektedir.
Sayıştay mağdurları zaten ortadadır.

Biz Ahmet Kaşif’in bakanlığı döneminde en fazla eleştiri yazısı kaleme alan bir yazarız.
O dönemde ihmalden dolayı üç vatandaşımız ölürken, soruşturmalar bir türlü sonuçlanmamış, hatalı olanlar bedel ödememiştir.
Şu anda da değişen hiçbir şey yok!
Ne eski soruşturmaların üstüne gidilmiş ne de insan hayatını yakından ilgilendiren sağlığın sorunları çözülmemiştir.
Çözülecek gibi de görülmemektedir.
Ve bu korkunç duyarsızlık karşısında, halkımız sadece yönetenlere beddua etmektedir.


Aziz Nesin’den…


Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal iken, memlekette bir padişah varmış. Tanrı göstermesin, anlatılmaz bir kıtlık baş göstermiş. Bir
zamanlar yediği önünde, yemediği ardında, bir eli yağda bir eli balda olan insanlar, bir dilim kuru ekmeğin yoksunu olmuşlar. Padişah bakmış ki kıtlık halkı kırıp geçirecek, bunu önleyici bir çıkar yol aramış. Sonunda, memleketin dört bir yanına, sokak sokak, köşe bucak
çığırtkanlar salmış. Çığırtkanlar padişah fermanını şöyle bağırırlarmış:
- Ey ahali!.. Duyduk duymadık demeyin!.. Her kimin devlete bir hizmeti, vatana bir yararlılığı olmuşsa, koşup saraya gelsin! Padişahımız efendimiz
onlara nişanlar verecek!..
İnsanlar, açlığı, yokluğu, derdi, borcu, harcı unutup, padişahtan nişan almak sevdasına düşmüşler.
Padişahta yapılan hizmetin büyüklüğüne göre çeşit çeşit nişanlar varmış. Birinci dereceden altın yaldızlı nişan, ikinci dereceden altın suyuna batmış
nişan, üçüncü dereceden gümüş kaplama nişan, dördüncü dereceden demir nişan, beşinci dereceden kalaylı nişan, altıncı dereceden çinko nişan,
yedinci dereceden teneke nişan...
Gelen giden nişan alıyormuş. Artık öyle olmuş, öyle olmuş ki nişan yapmaktan padişahın memleketinde hurda demir, çinko, teneke kalmamış.
Fincancı katırının boynundaki şangır şungur sallanan cam boncuklar nasılsa, körük gibi şişirilen göğüsler üzerinde de nişanlar, işte öyle sallanmaya başlamış.
İnsanların göğüslerinde şangır şungur nişanların sallandığı, padişahın kim gelirse nişan dağıttığını duyan bir inek de
- “Nişan asıl benim hakkım!” diyerek bir nişan almayı aklına koymuş.
Açlıktan bir deri bir kemik, böğrü böğrüne çökmüş, kaburgası omurgasına geçmiş inek koşa koşa sarayın kapısına gelmiş. Kapıcıbaşıya,
- Padişaha haber verin! demiş. Bir inek kendisini görmek istiyor. Başlarından savmak istemişlerse de
- Padişahı görmeden, bu kapıdan bir adım atmam!.. diye böğürmeye başlayınca, padişaha,
- Efendimiz, kullarınızdan bir inek huzurunuza çıkmak istiyor, demişler.
Padişah,
- Gelsin bakalım, bu da nasıl bir inekmiş... diye ineği huzuruna çağırıp,
- Böğür bakalım, ne böğüreceksin?.. diye sormuş,
İnek de
- Sultanım, demiş, duyduğuma göre nişanlar dağıtıyormuşsun. Ben de nişan almak istiyorum.
Padişah,
- Hangi hakla? diye bağırmış. Sen ne yaptın? Memlekete nasıl bir yararlılığın dokundu ki sana nişan verelim?..
O zaman inek,
- Efendimiz! diye söze başlamış. Bana nişan verilmesin de kimlere verilsin? Ben daha insanlara ne yapayım? Etimi yersiniz, sütümü içersiniz, derimi giyersiniz. Gübremi bile bırakmaz kullanırsınız. Teneke bir nişan için, daha ne yapayım? Padişah, ineğin isteğini haklı bulmuş. İneğe ikinci dereceden bir nişan
verilmiş. Boynunda nişanı, inek sevinçten oynaya oynaya saraydan dönerken katırla karşılaşmış.
- Selam inek kardeş!
- Selam katır kardeş!
- Nedir bu sevincin? Nereden gelirsin böyle? İnek her şeyi bir bir anlatmış. Padişahtan nişan aldığını da söyleyince katır da coşmuş. O coşkunlukla doğru dörtnala saraya varmış.
- Padişahımız efendimizi göreceğim demiş.
- Olmaz!.. demişler.
Ama babadan kalma inatçılığı ile katır art ayaklarıyla saray kapısında direnince, padişaha durumu iletmişler. Padişah,
- Gelsin bakalım, katır kulum da... demiş.
Katır huzura varınca, bir katır selamı verip el etek öptükten sonra, nişan istediğini söylemiş padişah sormuş:
- Sen ne yaptın ki nişan istiyorsun?
- A hünkarım, daha ne yapayım? Savaşta topunuzu, tüfeğinizi sırtımda taşıyan ben değil miyim? Barışta çoluğunuzu çocuğunuzu arkamda götüren ben değil miyim? Ben olmazsam, işiniz temelli bitiktir.
Katırı da haklı bulan padişah,
- Katır kuluma da birinci dereceden bir nişan verilsin!.. diye ferman eylemiş. Katırda bir sevinç bir sevinç, dörtnala saraydan dönerken eşekle
karşılaşmış. Eşek,
- Selam yeğenim!.. demiş. Katır,
- Selam amca bey!.. demiş.
- Nereden gelip, nereye gidersin? Katır başından geçenleri anlatınca,
- Dur öyle ise, padişahımıza gider, bir nişan da ben alırım!.. diye dörtnala saraya koşmuş. Saray koruyucuları, deh demişler, çüş demişler, eşeği bir türlü
atlatamayınca padişaha varıp,
- Eşek kulunuz gelmiş, huzura çıkmak ister! demişler. Eşeği kabul buyuran padişah,
- Ne dilersin ey eşek kulum?.. deyince,
Eşek de dilediğini bildirmiş. Padişah, canı burnuna gelip kükremiş:
- İnek eti ile derisi ile gübresiyle bu memlekete, bu millete hizmet etti.
Katır dersen savaşta, barışta yük taşıdı, bu vatana hizmet etti. A eşek, ya sen ne iş gördün ki bir de kalkmış eşekliğine bakmadan nişan istersin?..
Utanmadan bir de karşıma gelmişsin. Söyle, ne halt ettin?
O zaman eşek keyfinden sırıtarak,
- Aman padişahım efendim, demiş, size en büyük hizmeti eşek kullarınız yapmıştır. Eğer benim gibi binlerce eşek kulların olmasaydı, hiçbir taht
üzerinde oturabilir miydin? Saltanat sürebilir miydin? Dua et biz eşek kullarına ki bizim gibi eşekler var da sen de böyle saltanat sürüyorsun. Padişah, karşısındaki eşeğin, öyle her eşek gibi teneke nişanla gözü doymayacağını anlamış,
- Ey eşek kulum, haklısın senin sayende ben bu makamdayım demiş.
Senin bu çok yüksek hizmetini karşılayabilecek bir nişanım yok. Sana ölünceye kadar beylik ahırından her gün makarna, bulgur, üzüm hoşafı ve kış aylarında da kömür, bağladım…
Ye, yee saltanatım için durmadan anır !..

GÜNÜN FOTOĞRAFI



MESAJ KUTUSU


Sayın Ertuğrul HASİPOĞLU
, geçtiğimiz Çarşamba günü Lefkoşa Hastanesi’nde elektrikler kesilince bir kez daha jeneratörler devreye girmedi ve makineye bağlı olan 22 diyaliz hastalı ölümle burun buruna geldi. Umarız en kısa zamanda bu servise iner ve sorun ve eksiklikleri masaya yatırırsınız.

Sayın Ahmet BENLİ,
bölgenizdeki diyaliz hastalarının ulaşımını sağlayan tek belediye başkanı olarak anlaşmalı taksicilerin kulağını çekmekte yarar var. Bir çoğu hastaları ayartıp sadece akşam saatlerine hastaneye gitmelerini salık veriyormuş.

Sayın Vakkas ALTINBAŞ
; bir siyasetçimize sizden rüşvet isteme olayının bütün gerçeklerini anlatarak bazı isimler vermişsiniz. Böyle bir olay olmuşsa kamuoyuyla da paylaşmak boynunuzun borcudur. Aksi halde siz de rüşvet isteyenler kadar zan altında olursunuz.

Sayın Mehmet MENTEŞ
, yayınımızdan sonra Vadili İlkokulu’nda yaşanan aksaklıkları anında giderdiğinizi memnuniyetle öğrendik. Şimdi de velilerden teşekkür mesajlarınız geliyor.

Sayın Ahmet ZAİM, biraz daha sessiz kalırsanız Ahmet Şevketoğlu olayında tek suçlu polis örgütümüz ilan edilecek. Eğer iddialar doğruysa da çıkıp bunu da itiraf etmekle mükellefsiniz. Susmak suçu kabul etmek anlamında olacaktır.

Sayın Şevket ABAHORLU
, geçen günkü mesajınızı gören koçan alamayan mağdurlar sıraya girdi ve yoğun şikayete başladılar. En azından kendilerine içlerini rahatlatacak bir açıklama yapmanızı bekliyorlar…

Sayın Yılmaz BORA, genç mücahitlerle fena halde papaz olduğunuz ve iplerin tamamen koptuğunu öğrendik. Bu arada bir video kaydından bahsediyorlar. Bu kayıtta kimin ya da kimlerin görüntüsü var acaba?

Sayın Hüda AKSOY
, istihdam edilenlerin büyük bir bölümü Pazartesi günü işbaşı yapılacağından Başbakanlığa bol miktarda masa ve sandalye siparişi verdiğiniz söyleniyor. Hadi masa ve sandalyeler tamam peki bu şanslı arkadaşlar ne işi yapacak o da belli mi?

Sayın Orhan TOLUN, sürekli olarak turizm fonundaki paranın örtülü ödenek gibi harcandığını söylüyorsunuz ama artık isim vermenin de zamanı gelmedi mi? Kamuoyunun bilgilenmesi açısından büyük bir sorumluluğunuz var.

Sayın Abdullah ÜÇGÖZ, kötü niyetli bazı kişiler facebook şifrelerinizi ellerine geçirince zor anlar yaşadığınız gözlemleniyor. İki gündür millete dert anlatmaktan muzdarip oluyormuşsunuz. Büyük geçmiş olsun…

Sayın Mustafa GÖKMEN
, dün İskele UBP ilçe başkanlığında törenle parti rozeti takarak artık tamamen bu partinin mensubu olmuşsunuz. Yakın dostlarınız bunu bir hamsi partisiyle kutlamanız gerektiğini söylüyorlar. Hayırlı ve uğurlu olsun.

Sayın Ünal ÜSTEL
, KKTC’yi ‘keşfet’ sloganıyla yeni döneme hazırlık yapıyormuşsunuz. İyi de zaten yabancı turistler ülkenin kumar ve gece kulüplerini çoktan keşfetmediler mi? Kendilerini bir Karpaz sahillerine davet edin bakalım ne diyecekler?

Sayın Hüseyin ÇOBANOĞLU, BRTK devlet piyango sonuçlarında tarihi bir hata olarak yanlış yayın yaptı ama her zaman ki centilmenliği ile özür dileme cesaretini gösterdiniz. Herhalde de bu da KKTC’de bir ilk oluyor. Tebrik ederiz.

Sayın Hasan HASTÜRER, siz de yerel seçimlerden vazgeçip rotayı genel seçimlere çevirmişsiniz. Sizin hep akıllı adam olduğunu söylemişimdir, bir kez daha doğru karar verdiniz. Yolunuz açık olsun.

Sayın Anıl KAYA
, sizin de adınız artık vekil adayları arasında anılmaya başladı. Aktif siyaset için bu son şansınız olabilir. Değerlendirmekte yarar var. Gazanız mübarek olsun…

Sayın Ertan BİRİNCİ, 47’nce yaşınızı kutlar sağlıklı mutlu nice seneler dileriz. Bundan 25 sene öncesi aklıma geldi de, zaman ne çabuk akıp gidiyor değil mi? Sağlıklı yaşlar temenni ederiz…

Sayın Güner ÖZKARATAŞ, uzun bir süreden beridir Esentepe’ye yaşam sürerken ansızın Lefkoşa’ya geri dönme kararı almışsınız. Mazot parası epey ağır gelmeye başlamıştı değil mi? Hayırlı olsun, çöplüğe hoş geldiniz…

Sayın Rıfat SİBER, hastanenin bir çok bölümünde yanan ampulleri hasta yakınları değiştirmeye başladı. Çok sayıda eksik malzemenin olduğundan şikayetler geliyor, bizten iletmesi…



Günün Fıkrası

Ağanın karısı

Eşkıya bir köyü basar, ağanın karısıyla 3-5 kadını dağa kaldırır.
Ağa ve adamları iz sürüp eşkıyayı kuşatır. Eşkıyalar, kadınları bırakıp kaçar.
Ağa karısına sorar:
“-Ne yaptılar size? Hele anlat.”
“-Ne yapacaklar, hepimize tecavüz ettiler.”
“-Söylemedin mi ağanın karısı olduğunu?”
“-Söyledim.”
“-E, ne yaptılar?”
“- Altıma halı serdiler...”