Ne oldu size böyle? Gerçekten ne oldu? Halinizin farkında mısınız? Çok mu kapalı devre kendi kendinizle yaşar oldunuz? Sosyal etkileşim içinde olduğunuz gruplar sürekli kendinizi beğendirmeye çalıştığınız, fonlarını almak için yarıştığınız Avrupa bürokratlarından mı oluşmaya başladı? Biraz içsel eleştiriye dönmek için kendi dışınıza çıkmanız gerekiyor artık. Bunu yapmak için size Euro kazancı ile hava atıp süslü laflarla kuzeyde ofis açıp başınıza memur atamaya kalkan, proje paralarını almak için kendi yetkinliğinizin olmadığını tekrarlamanızı telkin edenlerle sosyalleşmekten uzaklaşmanız gerekiyor. Onlar yerine, yoksullukla, sofrasına ekmek götürme derdi ile mücadele eden insanlarla kaynaşmanız, sosyalleşmeniz, onların gözünden yaşamı görmeniz gerekiyor artık. Her suyun başını çekerken, evlatlarınıza yaptığınız o abartılı doğum günü partilerinin, pahalısından doğum günü patalarının veya lego oyuncaklarının resmini paylaşırken “mağdur” olduğunuzu anlatmak yerine, evlatları okulsuz kalan, çocuğuna bir çukulata alamayarak rafa geri bırakan anayla babanın mağdur olduğunu hatırlamanız gerek. Sizin çevreniz doktor dolu iken, eczaneden alması gereken reçetedeki ilaçlardan hangisinin en gerekli olduğunu soran insanlarla konuşmanız gerek biraz.

Sosyalleşme neyin “normal” olduğu konusunda sizi yönlendiren en temel etkendir. İnsanlar evde sınmaya para bulamazken, bir varilin içindeki tahtalara bezin döküp çevresinde cibbana çalıp dans ederken akılda kalacak neşeli bir tonda “yoksulluk” lafını andığınızda iki şey yapıyorsunuz. Biri, aslında yoksulluk tecrübesinden uzaklığınızı ve yoksullukla mücadele eden insanlarla iletişiminizin ne kadar düşük olduğunu gösteriyorsunuz. İkincisi, yoksulluğun derin bir insan hakkı ihlali olmasını ve gerçek yoksulluk tecrübesinin zorluğunu görünmez kılıyor, yoksulluk tecrübesini basite indirgiyorsunuz.

O klibi çekmiş olmanız, yaymanız, o klibin altına taraftarlarınızın emoji parmaktan barış işareti atması ve bu “seçim pazarlamasına” alet edilen basite indirgenmiş yoksulluğu görmek, o yaktığınız ateşe tuttuğunuz kızgın demirle yüreklerimizi dağlıyor. Güle oynaya cibbana çalarak ateş çevresinde dans eden euro zenginlerinin dilinde yoksulluk araçsallaştığında, ada yarısının sosyal adalet duygusu kızgın demirle dağlanıyor.

Aklıma 538 milyon liranın şafşatalı binalara harcanması geliyor o klibi seyrederken. Kendileri doktorlarla çevrili siyasetçilerin “külliye yerine hastane” demesinin ne kadar gerçek ne kadar “güya” bir talep olduğunu düşünüyorum. Yoksulla ilgili cibbana çalan, doktorsuzluk görmediği halde hastane ihtiyacının farkına varabilir mi gerçekten? Ve bu talebi gerçekten öncelik sırasına alabilir mi?

Bir cumhurbaşkanlığı “sarayı” yapılmasına muhalefet edenler bunu gerçekten isteseler engelleyemezler mi diye düşünüyorum. Mesele bir yeni binanın yapılması mı yoksa o yapılacak binaların yapımından “kimlerin” pay alacağı kavgası mı? “Tahakküm ve işgal” neden hiç bu velveleyi çıkaran, israf harcamalarını hiç engelleyemeyen ama her ne hikmetse kendi de hep zenginleşenler tarafından kullanılan bir sözde muhalif duruş olarak karşımıza çıkıyor?

Sol düşünce ve politik hareket toplumların emniyet sibobudur. Neden? Sağın halktan kopuk politikalarını dizgiler, kontrole alır. Nasıl? Gerçekten sol ideallerle çalışan bir örgütlü yapının halk için çekim gücü yükselir. Eğer sol güçlü olursa, sağ sadece zengini beslemek ve bir zümreye nema dağıtmak konusunda kendini dizginlemek zorunda kalır. Çünkü solun temelleri güçlü olduğunda halkın taleplerine cevap vermeyen sağ zayıflar. Sağ zenginin ideolojisidir, hastane yapmaya, adalete, sosyal eşitliğe inanmaz. İnansa inansa kendi bir iyilik yapıp “merhamet” gösteriyormuş gibi yaparak halka sağlananları “lütfettiğini” düşünür. Halka hastane, okul, yaşanılır bir asgari ücret vermenin “hak” olduğunu bilen ideoloji soldur. Ama gerçek sol kendini yönetenlerle “para pazarlığına” girmenin değil, üretmenin, çalışmanın, çalışılanın değerini halka döndürmenin gerekli olduğu ilkesiyle politika üretir. Sol zengin iş insanlarını meclise götürürse ne olur? Sol, mutlu bir tonda yoksulluğu cibbana çalarak anarsa ne olur? Ne olur biliyor musunuz? Külliye de olur, saray da olur, yeni meclis binası da olur. Peki ne olmaz biliyor musunuz? Fakirlik, adaletsizlik ortadan kalkmaz, işgaller sona ermez.

Sol istemezse bu ülkede israf binası dikilemez. Ama sol neden istesin? Sol AB’nin parlamentosunun üyesinin memurunu başınıza diktiği şu günlerde, ne olduğu belli olmayan “yükümlülükler” imzalıyor. KKTC batsıncı vekil ve vekil adayları inanmadıkları KKTC’nin meclisine girmek için “tik” savaşlarına başladı. O yüzden de “bu yasa dışı düzende bir şey olmaz” diyenler sola cibbana çaldırıyor.

Sol partilerin topunun, özellikle de AB yükümlülüklerini imzalayanların sloganını doğru atalım: “yapmıyorsunuz çünkü yapmak istemiyorsunuz”.