Dün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelenin günüydü.

Böyle bir mücadele için dünyada ve yurdumuzda çok defalar farklı şekillerde eylemler, çalışmalar, yasal düzenlemeler yapıldı.

Lakin günün sonunda sıfıra sıfır elde var sıfır.

Anlayacağınız pandemi krizi ile unutulan bir ayrımcılığın (kadın yurttaşlara yönelik) ihanet noktası…

***

1990’ların sonunda Kadın Çalışmaları Dairesi kuruldu.

Hiç çalışmadı.

Birkaç sene önce de Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesi kuruldu.

O da hiç çalışmadı.

***

Unutulmuş, birkaç personel göstermelik olarak istihdam edilmiş, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda göstermelik olarak kurulmuş ancak hiçbir şekilde çalıştırılmamış, gerektiğinde Sosyal Hizmetler Dairesi’nin bir alt birimi gibi görev yapmaya çalışan bir Daire…

Görevlerinin bile ayrımı yapılmamış, devletin bile saygısı olmayan göstermelik Daire!

Hükümet kurulma çalışmalarında dahi, üçlü kararname ile atama yapmaya değer bulunmayan bir garip Daire!

Sanırsınız bu ülkede cinsiyetinden dolayı dezavantajlı durumda olan kimse yok. Dezavantajı nedeniyle ruhsal ve bedensel, ekonomik ve sosyal problemler yaşayan kimse yok!

Oysa bunlar açığa çıksa, sorunlar ortada olur, buna göre alınacak önlemler yeni sorunların açığa çıkması ve önlenmesine yardım ederdi. Kendiliğinden bir insan hakkı devrimi yaratılırdı!

Çağdaşlaşmaya gerek yok besbelli!

Bu dairenin kurulması bile 25 Kasım açısından utanç verici. Çünkü bu daireyi kurmak güzel, işletmemek ise şiddetin ta kendisi.

Yani o daireye dün bir siyah çelenk bırakılsaydı, protesto edilseydi yeriydi…

Kadına yönelik şiddet, en başta, kadının yaşadığı dezavantajların yok sayılmasıdır.

Yok sayıldığı zaman toplumun her anlamda ilerlemesine engel olan yine devlettir.

Nüfusun yarısının gereksiz sayıldığı, kadını belli alanlara hapsederek geri kalmışlığı da kadına yönelik şiddeti de görmezden gelen devlettir!

Kadının uğradığı ayrımcılığın resmi ilanı olan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesi’ni çalıştırmadıkları müddetçe bunun bir rezalet olduğunu söylemekten bıkmayacağız!

Bunun bir iki yüzlülük olduğunu her sene söylüyoruz. Belli ki söylemeye devam edeceğiz. Ben, kendi başıma 12 senedir gerek medyada gerekse de akademik çalışmalar aracılığıyla bunu ifade ediyorum…

Polise çeşitli sebeplerle başvurmak zorunda kalan, bu cesareti gösterecek kadar sıkıntı yaşayan bir kadının poliste tacize varan muamelelere maruz kaldığını yazmışlığım çoktur!

Mahkemelerde kadınlarla ilgili en basit davaların bile aylar hatta yıllar sürdüğünü ve bunun görmezden gelindiğini konu etmişliğim çoktur.

Soyadını değiştiremediği için İçişleri Bakanlığı Nüfus Kayıt Dairesi’nden çaresizlikle çıkan kadınlara nasıl aşağılayıcı uygulamalar yapıldığınıanlatmışlığım çoktur.

Tacizlerin, tecavüzlerin hat safhaya ulaştığı ancak yine de bunlar yokmuş gibi ya da kadının suçlu olduğunun düşünüldüğünü anlattığım o kadar yazılar oldu ki…

Sonuç!

Bir 25 Kasım daha geçti.

İyi ki şu pandemi var, iyi ki hükümet yok da bu defa erkeklerden kurulu karar alma mekanizmaları bizlere şiddeti önlemek için neler yapılabileceğini anlatacak safsatalarını artarda dizmek zorunda kalmadılar.

Hadi bu seneyi de kurtardınız beyler!

Seneye Allah kerim…

Dr. Çiğdem DÜRÜST