“Siyaset artık gençleşti”, “siyasette artık yeni yüzler var”, “gençler değişim getiriyor” diye bir algı
uyandırılmaya çalışılıyor ada yarısında. Maalesef değişim yoktur, yeni yüzler de pek yeni
değildir. Yenileşme değişim için önemlidir. O yüzden değişim için ne gereklidir düşünmek gerek.
Değişim var mı yok mu kıstasını belirleyecek şeyleri iyi tanımlamak gerek.
Ada yarısı demokratikleşmek istiyorsa babadan evlada seçme konusunu iyi düşünmesi
gerekiyor. Uzun yıllardır bizler prensiplere, pratikte yapılanlara göre değil “sen kimlerdensin ya
be guzzumm?” sorusuna göre oy vermekteyiz. Bunun artık en banal hali “filancanın oğlu ile
falancanın kızı” olmanın seçilmenin belirleyici faktörü olmasına kadar geldi. Bu tutum sağ sol
fark etmeksizin her partide var. O kadar ki bazı vekillerin her dönem en büyük seçim
propagandası “ana-babaları” ile koydukları resimle, anaların babaların “dürüstlüğü, toplumdaki
itibarı” üzerinden oy istemek.
Her şeyden önce anaların babaların “iyi” olması evlatlarının da iyi olacağı gibi bir sonuç
doğurmuyor. “İyi” birçok ana baba, çocuğu zorluk görmesin diye, sıkıntı çekmesin diye
çocuğunu sorumsuz büyütüp, istediği her şeyi yapıp, her şeyi alabiliyor. Çocuğuna hiç
sorumluluk vermiyor, gayret etmeden her şeye sahip olabilmesini sağlıyor. Daha yirmi yaşında
altına Mercedes çekiyor, üniversiteden mezun olurkenden havuzlu villa satın alıyor. Sonucunda
da çocuk, sorumsuz, güçsüz, armut piş ağzıma düş tipinde, kolaycı ve herkesin sırtına basarak
var olmayı alışkanlık edinmiş bir yetişkine dönebiliyor. Yani sevdiğiniz bir adamın kızı ya da
oğluna sırf onlar “iyiydi” diye oy verirseniz, emek vermeden almaya alışmış bir sürü insana da oy
verme riskiniz olabilir. Çünkü kişiyi kendi yaptıkları ile ölçmediniz, hayatta hangi zorluklar ve
mücadelelerle karşılaştı sorgulamadınız, sadece ana babasının kim olduğuna baktınız. Kıstasınız
kişinin yaptıkları olmadı hiç. Odan sonra “neden kendi ayakları üzerinde duran bir ülke
kuramıyoruz” diye sorup durma hakkınız var mıdır? “İşgal” ikna edici bir söylem de, sizi
tahakkümden, her türlü işgalden kurtaracak olanların yetkin, cesur, bilgili, dayanıklı, çalışkan,
zora göğüs gerebilecek insanlar olması gerekmez mi? Eğer iyi analar babalar şımarık çocuklar
yetiştirdiyse onlar da tesadüfen meclise girmişse direnme kabiliyetleri olacak mı? Sizi mecliste
temsil edecek olanları seçmek için kıstasınızın ana babalarını “tanımak” olması yetmez. Kişileri
faaliyetleri ile, yaptıkları ile, işleri ile, çalışkanlıkları ile, bilgileri ile, ahlaklılıkları ile, zora karşı
direngenlikleri ile ölçmeniz gerekir.
Bir başka problem ise bu iyi kavramındaki esneklik. “Neye göre iyi, kime göre iyi” sorusu
problemli. Biz geçmişte kalanların hatalarını örtbas etmek ve yaptıklarını romantize etmekte
halk olarak ustayızdır. Birkaç yıl önce Kıbrıslı Türk bir adamın ölümü ardından hakkında yazılan
methiyeleri okumuştum mesela. Sanırsınız ki adam bir bilge kişi! Gerçekte ise bu adam,
kumarda zengin karısının bütün mal varlığını eritmiş, içip içip sapıttığı için çocuklarına babalık
etmemiş, iş batırmış bir üç kağıtçı. Ama fark etmez! Bağrımızdan çıkmış “memleketlimiz bir
arkadaş” olduğu için gazetelerde methiyeler düzülmüş adama. Siyaset de böyledir. Eski siyasetçi
ne yapmıştı, nasıl yapmamıştı unutuveriyoruz. Siyasetçinin çocuğu babasının ardından siyasete
girince toplum iki açıdan kıskaca alınıyor. Babasının geçmişte yaptığı hataları konuşursanız,
mesela Türkiye’deki bir başkanla içli dışlı sarımsak başlı olup “ben onun partisinin şubesi bile
olurum” dediyse baba veya memleketin en önemli kurumlarımdan birinin batma süreçlerinde
kurumun başında iseydi baba ve bunları hatırlatırsanız hemen eleştiriyi yiyorsunuz: “kişiler
kendi siyasetleri ile değerlendirilmeli, babalarının yaptıklarından yeni siyasetçiler sorumlu
tutulmamalı” deniliyor size. Bu şekilde içinden çıktıkları siyasi kültürü de, babalarından
öğrendikleri siyaset yapma biçimini de sorgulayamıyorsunuz, geçmişte yaptıklarını
eleştiremediğiniz eski siyasetçiler de yukarıdaki adam gibi “iyi adamlar” olarak romantize
edilebiliyor. Kıskacın öbür yanı ise babalarının kötü siyasetini eleştiremeyeceğiniz bu çocuk
siyasetçilerin kapı kapı gezerken “ben falancanın gızıyım, oğluyum, çocuğuyum” diyerek oy
istemesi. Baba siyasetçinin eskide kalan yanlışlarını irdeleyemiyorsunuz ama eskinin romantizmi
ile çocuğu babanın adını kullanarak oy istiyor.
Bu rotanın sonunda size “siyaset gençleşti, yenilendi” deniyor. Halbuki babalar hala etkin,
partilerin içinde önde gidenler, an itibarı ile politik ortamda hangi maskelerin takılacağına karar
verenler. Çocuklarına oy isteyenler. Kendi yüzleri eskimiş, yanlışları kendileri çıksa hatırlatılacak
olduğu için seçilemeyecek bu babalar, yüzlerini yenilemiş. Çocuklarına “haksızlık” olmaması için
de kendi geçmiş siyasetlerine eleştiri yapılması tabulaşmış. Eski yüzler yeni ambalajda devam
ediyor.
Yüzler daha az kırışık, bazıları da eskiye göre azıcık daha kadınsı. Ama içerik hep aynı. O yüzden
siz siz olun babaların evlatlarına oy verirken, hangi siyasi kültürü, pratiği devam ettirmek için oy
attığınızı iyi düşünün. Sakın ha kimseye “iyi-dürüst adamdı, bu da onun çocuğuymuş” diye oy
vermeyin. O meraklısı olduğumuz ve ulaşmak istediğimiz demokrasinin yolu yoksa başka türlü
bizim ada yarısına düşmeyecek!