Sosyal medyada birisi sormuş, seçim bitti, karşımızdaki tablo bu, “peki şimdi ne yapmalı”?

Herşeyden önce parti başkalarının söylediklerinden ve kamuoyuna yansıyan verilerden yola çıkarak bir iki kavramın üzerinde düşünmemiz ve halkın seçim sonuçlarından ne dediğini iyi okumamız gerekiyor.

Özersay oyların çoğunluğunun CTP ve UBP’ye gitmesini halkın “kutuplaşması/ polarizasyonu” olarak okuyor 6 Ocak’ta yaptığı bir mülakatta. Önce oradan başlayalım. Erhürmanda resmi görüşmeler başlamadan UBP’nin 2’li ya da 3’lü bir formülle CTPsiz hükümeti kurabileceğini söyledi. Hatta parti içinde eskiden vekillik yapmış, önemli görevler üstlenmiş kişiler otoriter bir sesle UBP-CTP arasına “asla uzlaşı olamayacağını” söyledi. CTP’ninüyelerinin bazıları da bunu ifade ederek, Özersay’ın tespitini onayladı. UBP ve CTP’nin oy çoğunluğunu alması aslında bir kutuplaşma işareti değildir. Toplum içinde “kutuplaşma”, farklı toplum katmanlarının sosyal ve ekonomik şartlarının ve fırsatlarının giderek farklılaşması demektir. Yani gerçek bir “kutuplaşma/polarizasyondan” söz etmeniz için UBP ve CTP’nin seçmen kitlelerinin gelir düzeylerinin, kent-kırsal dağılımlarının, memur-emekçi farklarının çok büyük boyutlarda olması gerekirdi. Halbuki bu anamda CTP ve UBPmerkez sağ ve solun en büyük partileridir ve tabanları da çoğunlukla benzeşmektedir. İkisinin de önde giden temsilcileri doktorlar, avukatlar, iş insanları ve memurlardır. Yani mesela biri “işçi partisi”, öbürü de zenginlerin bürokratların partisi değildir. CTP’nin son dönemlerde sermayedarları meclise taşıma politikalarına baktığınızda da ekonomi politikalarında zenginlerin dertlerini dert edinen bir parti olması hasebiyle de ekonomik olarak merkez sağa yakınlığı pek tartışma götürmez. Para politikası konusundaki euro’ya geçme ısrarları daha çok iş insanlarının biçtiği çıkarlarla alakalıdır. Eğer para politikasında söylemlerindeki gibi “emekçinin alım gücü” endişelerinin başında olsaydı, euro’ya geçebilmenin zorlukları da düşünüldüğünde mesela “konut kira ve satışlarını” sterlin yerine kullanılan para birimi olan Türk lirasına çevirmekya da bankalardan alınan borçların döviz değil maaş aldıkları para biriminden olmasını teklif ederlerdi. Ancak elbette bu ev sahiplerinin ve iş insanlarının kabul edeceği bir durum olmadığından hem UBP hem CTP temsil ettikleri grubun sınıfsal çıkarlarına göre politika belirlemektedirler. Ne UBP ne de CTP seçimlerde “üretmek ve ürettiğini dışa satmak, direkt uçuşlarla ülkeye turist getirebilmek” konusunda bir öneri topluma sundu. UBP Türkiye politikaları dışına çıkamadığından, CTP “bu yanlışlıkla tanınmaya gider diye algılanıp foncular kızmasın” diye düşündüğünden olsa gerek.

Erhürman Sucuoğlu’nun seçim öncesinde “CTP ile asla hükümet kuramayacaklarını” söylediğini, şimdi ise sanki CTP ile hükümet kurmak istermiş gibi yaptığını ve neyin değiştiğini sormaktadır. Aslında cevabını bildiği bir sorudur, onu da açıkça ifade eden Özersay’dır. Özersay, Sucuoğlu’nun 24 vekilde kalmış olmaktan dolayı UBP içinde bakan olamayacak kişilerin çıngar çıkarıp Sucuoğlu’nun hükümetine çomak sokmalarından çekindiğini söylemektedir.

Erhürman da “önceden uzlaşmayan Sucuoğlu’nun şimdi ihtiyacı olduğu için uzlaşırmış gibi yaptığını” ima etmektedir. Tespitler doğru. Burada hepimizin diline pelesenk olmuş olan “demokrasinin” nasıl işlediği tekrar gündeme gelmektedir. Erhürman sıklıkla beraber çalışmak için “samimiyet” gerekiyor diyor. “Samimiyet” soyut bir kavramdır, soyut olduğu kadar da kaygandır. Sabahtan akşama, akşamdan sabah samimi misiniz değil misiniz meselesini tartışırsınız. O yüzden de farklı görüşlerin bir arada var olup, halk geneli için ortaklaşabildikleri en geniş tabanı oluşturma sistemi olan demokrasi kavramı aslında gerçekçi ve elle dokunabilir gerekçelere dayanır.

Sucuoğlu “CTP ile asla” dediğinde hatalıydı ve kendi siyasi duruşunun ve başkanlığının CTP ile de uzlaşma gerektirdiğine dair öngörülü değildi. Şartların bu öngörüyü geliştirmek zorunda kendisini bırakmış olması kutuplaşmaları azaltacak bir fırsat olarak kullanılmalıdır. Çünkü Erhürman’ın da anlamak zorunda olduğu gerçeklik, üç gün sonra Sucuoğlu hükümeti kurmayı başaramazsa veya istikrarsız bir hükümetler zinciri daha olursa, Erhrüman da bu gelişmelerden negatif etkilenecektir. Bir grup seçmen, “elini taşın altına koyma” merakı olduğunu söylemesini “samimiyetsiz” bulup sandıkta kendisinden vazgeçecektir. Yok eğer vazgeçmezlerse de ülkenin seçim kültürü ve tabi ki koşulları içinde Erhürman’ın da kendini bulup bulacağı yer en fazla 24 vekil olacaktır. Yani bugün Sucuoğlu’nun tam da bulunduğu yerde. Her ne kadar da Erhürman kendisi Sucuoğlu’ndan “daha becerikli olup, vekillerini kontrol edebileceğini”ima etsede, Cumhurbaşkanlığını kesin kazanabileceği bir seçimde kendi partisi içinden ayağına çelme takıldığını en iyi yine kendisi bilmektedir.

İşte demokrasiler tam da böyle anlarda başlar. Ne kadar atıp tutarsanız tutun, sistemin içinde “samimi” olup olmadığınız için değil, ara kesitlerinizi keşfettiğiniz için ortak zeminlerinizi hayata geçirirsiniz. Bugüne dek de UBP-CTP ve geriye kalanlar mecliste aslında bir ara kesitte bir arada yaşadı. “Uzlaşmamak” ara kesiti, her daim seçim atmosferi, “birbirini suçlayarak iş yapmamak” ara kesiti içerisinde kendisi her daim kazanan bir zümre yaratıldı. Bugün artık bu sistemi devam ettirmek mümkün değil. Çünkü ülkenin artık minimumda bile çarkları dönmüyor. O yüzden de ehil, ne yaptığını bilen insanların etkinleştirilerek halkın temel ihtiyaçlarının karşılandığı bir yapı kurgulamak için yönetme zorunluluğu kaçınılmaz hale geldi.

Yapılması gereken parti başkanlarının halka dönük politikaları birlikte hayata geçirmekten kendilerinin ve partilerinin fayda sağlayacağını fark etmeleri ve ona göre öngörülü rotalar çizmeleridir.

Eğer UBP ve CTP ile olmazsa Özersay 30 formülüne çok da sıcak bakmadığını bugün açıkladı. Peki 27 formülü ile hükümet kurulursa istikrarlı ve yönetecek bir yapı nasıl oluşturulmalı? UBP’nin “benim bakan olmam halktan daha önemlidir” çizgisini ısrarla koruyan epeyce vekili var. Sucuoğlu bu noktada artık geçtiğimiz dönemdeki kepazelikleri ortadan kaldıracak şekilde şahsiyetli durmalı. UBP tabanına ve tabi ki halkın geneline dönmeli. Kendi bakanlığı için hükümeti harcayanları açıkça ifşa etmeli. Halk “bakanlık için hükümet kurulmasına engel olunmaması” için bilinç geliştirerek taleplerini “kim bakan olacak” meselesinden “yönetebilmeye” döndürmeli. Halk baskı koyarsa vekiller “bakan olacağım” şımarıklığında duramaz. Elbette o şımarıklıkta duracaklarsa da halkın kendilerini cezalandırmasına fırsat verecek bir seçim sistemi oluşturulmalı. Bu vekillerin çoğunun, bu dönem sandıktan çıkmadığını hepimiz biliyoruz. Bu vekiller sandıktan değil sayımdan çıktı. Oylar yakıldı, oy verme karmaşık bir hale getirilerek insanlar caydırıldı.

Parti başkanlarının anlaması gereken bir şey daha var. Bu seçim sistemleri kendilerini meclise taşıyor ama hükümet olmalarına engel oluyor. Halkla en büyük ara kesitleride bu olmalı. Seçilenler halka saygısız şekilde bakan olamadılar diye hükümetleri devirebiliyorsa, parti başkanları da kadük bir başkanlıkla tek tek vekillerin kaprisine kendi siyasi hayatlarını kurban etmemek için halkın baskısına ve daha adil bir seçim sistemine yönelmeli.

Halk önüne sunulan menü dışında bir tercihte bulunamaz. Seçim menüsünde sadece salata malzemeleri varken balık isterim diyemez. Halk menüdeki her salata malzemesini denedi. Sosyete domateslerin, domatesten çok da farklı tadı olmadığına karar vererek sosyeteleri eledi.

Solu bölüp kadük bırakarak kendi arkasında toplanılması için girişim yapanlara karşı “sol mecliste ve yönetimde olacak” dedi. Sağda parti içi kontrol ve istikrarı hükümet etmeye yansıtabilme sözü verene fırsat verdi. Şimdi sırada olan partilerin halkın taleplerine dönük bir yönetimi ve bir seçim sistemini hayata geçirmesidir.

Bu siyasi tablo kutuplaşmış bir siyasi tablo değildir. Halk hala oy verilenlerin ortaklaşarak kendilerine daha iyi bir yönetim sunabileceklerine inanmaktadır. Bugüne dek başarısız olan halkın seçimleri değil, halkın önündeki menüdür. Parti başkanlarının kendilerine çeki düzen vermeye dair halka borçları vardır.