“İki kedi ve bir köpek” başlıklı yazımda, birbirleri ile yeni tanışan evimdeki iki kediden bahsetmiştim. Aynı yazıda, kedilerimin bahçemdeki köpeğimle anlaşmalarına karşın birbirleri ile kapışmalarına hayıflanmış ve ikisi arasındaki arabuluculuk faaliyetlerimi siyasetle ilişkilendirmiştim.

Yazının üzerine kaç yazı yazdım ama kedilerimin fotoğrafını köşemde yayımlamamı veyahut kendilerine göndermemi isteyen okurlarımın sayısı artarak devam ediyor. Madem Facebook hesabı açmamakta ısrarlıymışım, bari köşemde fotoğraflarımı yayınlayaymışım… Hem neden Facebook hesabı açmıyor; niçin Twitter’ı ve Youtube’u aktif olarak kullanmıyormuşum… Bir medya mensubu etki alanını genişletmekte her aracı kullanmalı ve daha fazla insana ulaşmalıymış…

Katılmıyorum. Bir defa, insanların kendilerini bilinçli ya da bilinçsiz pazarlamasından; bakın, bugün şurada, şununla, şunu yaptım; dün bunu yazdım, okuyun, lütfen beni okuyun demeye getirmelerinden hiç mi hiç hoşlanmıyorum. Özel hayatlarını teşhir ederek yarattıkları imajların, kişilerin benliklerini ve reel olarak yaşadıklarını yansıttığını düşünmüyorum. Her zaman olmak ve görünmek istedikleri halleriyle, seçerek fotoğraflarını yayınlayanların, yüzlerinin gerçekteki oranlarını; yazdıklarının ne anlam yaratacağını çarpıp bölerek, bir dizi matematik formülünden geçirirek twittleyenlerin, zihinlerinin gerçekteki çapını ortaya koyduklarını sanmıyorum.

Üstelik yarattığımız imajlara varlığımızı kelepçeyle bağlamayı, dışını özenle boyadığımız imajlarımızın içinde benliğimizin kaybolmaya başlamasını, kimi zaman imajlarımızın benliğimizi ele geçirmesini çok tehlikeli buluyorum.

Kedilerime dönecek olursam, kedilerim artık gayet iyi anlaşıyor. Henüz beraber uyumaya başlamadılarsa da beraber oyun oynuyorlar ve en mühimi kavga etmiyorlar. 2 kedi ve bir köpek olarak da birbirleriyle iyi geçiniyorlar. Fotoğraflarını yayınlamayacağım. 2 kedi ve bir köpeği bir arada çekecek olsam, üzerlerinden nasıl imajlar oluşturabileceğimi gelin beraber düşünelim: Kediler, köpeğim ve ben bir aradayız… Sevimli bir ‘aile’ tablosu güya. Meta anlamını okuyalım: “Evcimen bir kadınım.” Kedilerimi ve köpeğimi evimin içini de görüntüleyecek şekilde çekecek olsam, meta anlamı; “güzel bir evde oturuyorum” ya da “evim de bu” şeklinde okunacaktır. Kedilerim ve köpeğim birbirleriyle oyun oynarken çekilmiş bir fotoğrafın meta anlamı ise, “ben, iki kedi ve köpeğin aralarını yapacak yetenekte biriyim” olacaktır.

Devam etmek yersiz. Yayınladıklarımızla sayısız mana türetebilir, pek çok farklı imaj yaratabiliriz. Çektiğimiz ve yayınladığımız her görüntüyü biçimlendireceğimizin, isteklerimize göre çarpıtabileceğimizin, yaratmayı özlediğimiz duygu ve anlama göre kurgulayabileceğimizin farkında biriysek, bu oyuna girmeyi reddedebilir ve mahrem alanımızı kimseyle paylaşmak istemeyebiliriz. Özel hayatımız sadece bize aitir ve özelimizi teşhir ederek mahremiyetimizde sır bırakıp bırakmamak, bir tercih meselesidir.

Facebook ya da Twitter’da hırslı olduğu bilinen insanların sabah akşam kırılganlıklarından bahsetmeleri, bireylerin sanal duygu ve zihin aleminde istedikleri biçimlerde kendilerini konumlandırmaları, ilgi görme ihtiyaçlarını internet üzerinden gidermeleri ve arkadaş sayılarına göre kendilerini yüceltmeleri beni ürkütüyor. Twitter filozofları, yazdıkları twittlerle Wittgenstein aforizmalarına öykünecek denli narsistleştiklerini ortaya çıkarmakla kalmıyor; şizofreniyle yakalanmalarının an meselesi olduğunu kanıtlayıveriyorlar.

Velhasıl tüm bunlar bana hiç de sağlıklı gelmiyor. Narsist ve şizofren sayısı hiçbir yüzyılda bu kadar artmadıysa, bunun kapitalizmle ve icatları ile yakın ilişkisi olduğunu görenlere selam olsun. Göremeyenlere, pazar günü çekecekleri yeni fotoğrafları nette yayınlamadan önce o fotoğraflarda büyüteçle kendilerini aramalarını tavsiye ederim. Twitter filozoflarına da Wittgenstein nasıl Wittgenstein olmuş, dostlarından biri neden büyük şair Rilke imiş ve niçin “Felsefenin amacı, şişeye düşen sineğe çıkış yolunu göstermektir” demiş, araştırmalarını öneririm.