Ayrıca mantıklı hiçbir yurtsever iki devletli bir çözümün peşinde koşmaz!

Tüm bu anlatılanlar güdümlü olarak planlanmış ve şekil verilmeye çalışılan bir sistemin yansımalarıdır.

Bu Kuzey Kıbrıs’ta daha önce de denenmiş ve büyük bir yıkım ile, çok saygı duyulduğu halde, Rauf Raif Denktaş’ın seçim kaybetmesine neden olmuştu. Adeta Kıbrıs’ta bir devir kapatan hareketler yaşanmıştı.

Bir milat olan Annan Planı referandum süreci, Güney Kıbrıs yüzünden nasıl hüsranımız olmuşsa da aynı zamanda birçok gerçeğin konuşularak tartışılmaya başlandığı, Kıbrıstürklerin kendilerini ifade etmek için özgürleştikleri biz zaman olmuştu. Dahası o süreçle birlikte KKTC’nin dünyanın gözündeki yeri, ekonomik ve siyasal gerçekliklerimiz, ganimetçiliğin bizlere nelere mal olduğu, savaş kayıplarının nasıl savaşan toplumların sadece bir tanesini etkilemediğini görmemize neden olmuştu.

Bu noktada 1990’lar öncesine geriletilen bir zihniyete sahip olmaya zorlanarak,Kıbrıslının yurduna ve yaşamına, kültürüne ve adasına sahip çıkmasının önüne geçilmeye çalışılıyor olabilir.

Ki bu asla istenilen bir sonuç olmayacaktır!

Dünyada birlikten güç doğduğu ilkesinin kuvvetlendiği, yaşamın bilinen milliyetçi muhafazakar akımlardan çok daha bilinçli yaşam stratejilerine ihtiyaç duyduğu, insanlığı yok etme potansiyeli olan bir takım projelerin önüne şimdiden geçilecek sorumlulukların evrensel paylaşımının öneminin farkına varılmamış bir devlet ve ülkede yaşamanın,üstelik bunların farkında olunmadığı ülkelerin üzerimizden oynadıkları oyunlara alet edilişimize seyirci kalmak da biz Kıbrıslılara yakışmaz.

Biliyoruz!

Bu hususta her zaman kazananlar gücü elinde tutanlardır. Kendileri gibi düşünmeyenlerin canları pahasına bu bakış açısını sürdürmeleri sayesinde tarihin bizleri yargılama ihtimali olduğunu da düşündükçe, bugüne verilecek mücadelenin sonuçlarını bizler alamasak da gelecekte alınma ihtimalinin olması ve bunun bilinçli bireyler için onur olduğunu anımsayarak güçlü kılmak çok daha etik ve ahlaklı geliyor bana.

***

Kıbrıslı Türklerin Rumlardan farklı bir şansı olmasının nedeni “kader” değildir. Bu şanssızlık olmadığı kadar akılsızlıktır da…

Eğri oturup doğru konuşmak ve özeleştiri yapmanın gerekliliği ortadadır.

Son günlerde tırmanışta olan milliyetçilik, ulusçuluk akımlarının 19. yy öncesi akımları olduğunu ve o zamandan bu zamana (21 yüzyıldayız) köprülerin altından çok sular geçtiğinin (200 yıl) farkedilemeyeceği bir topluma sahip olmamak; buna karşın yönetilebilecek ve muhtaç bir taban yaratarak bizi biz olmaktan farklı yerlere götürecek anlayışlara sahip çıkmamızı beklemelerine herhalde durup sesiz bir şekilde seyirci kalacağımızı düşünmüyorsunuz değil mi?

Hani örgütlü hareketler?

Hangi örgütlenmiş toplumsal bilinç?

Hani sendikalar, sivil toplum örgütleri ve işe yarar dişe dokunur siyasal partiler?

Hani bireysel çıkarlarını bir kenara koyarak, sefalete dahi katlanarak toplumun iyiliği için mücadele verecek liderler?

Tarihten çıkarılabilecek en güzel ders, günün sonunda tarihinde bu tür insanlar olduğu zaman bugün bir yerlere ulaşan toplumlar olduğunu göreceksiniz.

Susarak değil, korkarak değil ama mücadele ederek, doğru bilineni gerçekten inanarak sürdürmenin ne kadar anlamlı olduğu artık daha çok önem kazandı. Biliyorsunuz değil mi?

İsterseniz bir düşünün!

Kimse kötü değildir elbette!

Kimse yaşadığı toprakların kendisi üzerindeyken yok olmasını, sevdiklerini de kaybetmeyi göze almaz elbette!

Ancak bunu yaparken biraz daha farklı bir muamele görmeyi, azıcık daha kendini kurtarmayı, biraz daha kömürlerin kor olanlarını kendi önüne çekmeyi uygun görenlerden korkun.

Çünkü gerçek yurtseverlik bu bakışla mümkün olacaktır.

Dr. Çiğdem DÜRÜST