2022 genel seçimlerinden sonra ortaya çıkan tabloda UBP-CTP koalisyonu ile ilgili çok görüş belirtildi. İki partinin de seçim öncesinden beri birlikte çalışmak gibi bir planı yoktu. Yine de koalisyon meselesi için gelen yorumlara açıklama getirmek için Erhürman “derli-toplu” şekilde 11 madde ile tarihe not düşmüş. CTP mecliste “sol” adı altında kalan tek partimizdir ve sol yönetimde ve/veya muhalefette etkinleşemeden herhangi bir kurtuluş maalesef yoktur. O yüzde bu 11 maddeye yakından bakmak vatandaşlar olarak görevimizdir. Bugüne kadar UBP-CTP diyalektiği ülkeyi batık bir hale getirdiği için bu diyalektiği kırmaya çalışmak halka dönük politikaların oluşması için tek yöntemdir. UBP-CTP arasındaki “iki partinin derin ve aşılmaz ayrılıkları” yine bu iki partinin önde gidenleri tarafından sürekli tekrarlanmaktadır. Bu söylem yeni değildir. O kadar ki baba Talat, en büyük kriz anını yaşayan ada yarısının şu günlerinde bile, 7 sene önceki bir hükümet denemesini kanıt olarak kullanarak düzlüğe çıkmak için bile birlikte çalışılamayacağını söylemektedir. Ama bu “aşılamaz ayrılıklar” manzumesinde, oligarşi öyle güçlüdür ki, bu hiç uzlaşamayan, sıra ile hükümetleri alan UBP-CTP diyalektiğinde, oğul Talat ile kız Eroğlu yeni dönemdeki “eskimeyen yeni yüzler” olarak karşımıza çıkmaktadır. Hem de mecliste yerlerini babaları ile çektikleri fotoğraf karesi ile bizlere “demokratik” şekilde de resmetmektedirler.

Erhürman, yazdığı 11 maddenin bir yerlerinde iyi anlaşılmasına meraklı olduğunu iddia ettiği “demokrasi teorisinden” bahsediyor. Hade öyleyse, bu “demokrasi teorisi doğru çalışsın” diye biz de meseleleri kamusal alanda düşünmeye devam edelim. Erhürman’ın 11 maddesi elbette demokrasi arıyor ama sorular sorulmasını gerekli kılan açılar içeriyor. İlk 4 maddede, Sucuoğlu’nun seçim öncesi ve sonrası yaptığı açıklamalarla CTP ile hükümet kurmayacağını ifade ettiğini anlatıyor. Özellikle de seçim öncesi Kıbrıs meselesi konusundaki ayrılıklardan dolayı bunun hesabını “kendine de halka da veremeyeceğini” söyleyen Sucuoğlu’na “bunu söyleyen biri ile nasıl hükümet kurayım” diyor. Zaten daha resmi görüşmeler de olmadan “CTPsiz bir hükümet kurulacak” diye hızlı bir açıklama yaptı. Aslında bu hızlı açıklaması şikâyet ettiği “CTP elini taşın altına koymak istemiyor, hesap güderek hükümete girmek istenmiyor” eleştirilerinin de sebebidir. Bu kadar emin bir açıklama yerine nasıl bir hükümet dönemi olacağına dair partilerin görüşmeleri gerektiğini vurgulamaya odaklanması böyle bir kriz döneminde sol parti lideri olarak kendisine düşen bir sorumluluktu. Eleştiri alınca, bu acele açıklamayı sanki hiç yapmamış, Sucuoğlu’nun söylediklerinden dolayı CTPsiz olacak dememiş, çevresindeki vekiller ve vekil babalarının “aşılamaz ayrılıklar var” açıklamalarını duymamış gibi yaparak bizlere 11. yani son maddede “hükümet kurma konusunda bir teklif gelirse, parti içi demokrasiyi çalıştırarak ortak akılla organları vasıtasıyla” kararı alacaklarını söylüyor. Aslında bu kararın “hayır” olduğunu daha en başta açıkladılar. Dahası, partililere, yakınlarındaki insanlara, vekillere “iki ayrı kutupta” olduklarını söylettiler, toplumu yeniden ve çarçabuk ortadan bölecek bir yol hazırladılar. Pandemi, ekonomi, sağlık, eğitim sorunları ile boğuşan bir halka seçim sonuçlarını “derin ayrılıklar” olarak sunmak nasıl bir demokratik kültürün tezahürüdür? Demokratikleşme mücadelesi gelecek tekliflere karşı teklifler götürmeyi, halkı da bu süreçlere dahil etmeyi, kimin ne istediği üzerinden hükümet kurulup kurulmayacağı konusunda halkı bilgilendirmeyi ve en önemlisi bu kararların “süreçler” sonunda verileceğini pratikte uygulamaya sokmakla olur. Sürekli olarak bize “nerede uzlaşamayacağını” söyleyen iki kavgacı çocuk görüntüsü hangi demokrasi teorisinin uygulamasıdır? Aslında “parti organları”, bunlar her kim iseler ve kaç kişi iseler kararı süreçsiz vermiş, o yüzden de “derin ayrılıklar”, çare ve iyi yönetim arzulayan halkın gözüne batırılmış. Yani ilk 4 madde ile 11. Madde birbirini götürür niteliktedir. Meraklısı olduğumuz “demokrasi teorisine” göre, en etkin demokrasi kurma modeli “müzakereci/katılımcı” demokrasidir. Bu ada yarısının mevcut durumu için ne demektir? En kırmızı çizgilerin dışında bırakılabileceği ve krizlerin önemli bir kısmını aşabilecek konularda ortaklaşmanın nasıl yapılabileceği üzerinde bir “müzakere” yapılması gerekliliğidir. UBP’nin sözünü kırdığı 7 yıl önceki koalisyon denemesi “mutlakiyetçi” bir çizgide ele alınıp “gördünüz mü bunlarla olmaz” demek hangi demokrasi teorisine uymaktadır? Burada yapılması gereken, 7 yıl önceki tecrübeyi de masaya taşıyıp, hatta 4lü koalisyonun bozulması sürecini de dikkate alıp bu öğrenilenlerden sonra nasıl bir formülle bu tip bir sondan kaçınılacağı üzerine de birlikte kafa yormaktır.

Karışımızda uğraş vermeyen bir UBP-CTP diyalektiği var, sürekli birbirini suçlayan, yönetimdeyken kronik sorunlara el atamayan ama hep kendini diğerinden de bir şekilde üstün gören iki parti var karşımızda. Bunu yıkmanın yolu, halkın gerçekten ortaklaşma konusunda bir çaba talep etmesidir. Her iki partiden de. İlk 4 maddede Erhürman bizlere esasen istemeyenin Sucuoğlu olduğunu kesin bir dille anlatıyor. Kaleme aldığı 5. ve 6. Maddede “partinin vizyonu dışında hareket etmeyeceğine” geçiyor. Yani bu kez CTP’nin UBP ile koalisyon yapmaya sıcak bakmamasının sebeplerini anlatıyor. Ne diyor Erhürman yakından bakalım: “Halk bize ortaya koyduğumuz vizyon ve ilkelerimiz çerçevesinde oy verdiğine göre, vizyonumuza ve ilkelerimize bağlılık yalnızca partimize değil, halkımıza ve bize oy veren seçmenlere karşı da temel sorumluluğumuzdur”. Bu ne kadar demokratik duyuluyor değil mi? Peki pratik böyle mi? İki önemli konuda Erhürman’ın söylemi ile eylemi istikrarlı mı? Bakalım. Biri şu meşhur ve hiç bitmeyen “Kıbrıs meselesi”. Erhürman yine kendisinin bir başka açıklamasında “Kıbrıs meselesine” propaganda döneminde çok fazla eğilmediklerini biraz da özür diler bir üslupla yapmıştı. Buna gerekçe olarak da “halkın önem verdiği konunun ekonomi ve diğer sosyal sorunlar olması ve öncelikler sıralamasının bu seçimde farklı olmasını” vermişti. Gerekli ve halkın ihtiyaçlarını göz önünde bulunduran bir propaganda kararıydı. “Foncu akademisyenler” bunu mutsuz bir edayla rapor etse de ortada var olmayan ve Kıbrıslı Türk siyasi partilerinin kararına kalmamış bir “çözüm” ve “müzakere” meselesi üzerine gitmek boş bir hedeftir. Aslında geçmiş seçi dönemlerinde sol ve sağ ada yarısının iç sorunlarını çözmek, daha iyi hale getirmek yerine epeyce zamanı “Kıbrıs meselesi” tartışarak geçirdi. Bugün seçimde çığlık çığlığa “tek yol federasyon”, “yok hayır, tek yok iki devletlilik” gibi bir diyalektik olmadıysa bunun sebebi halkın, mahkemeleri çalışmaz, suları akmaz, her gece elektriksiz otururken, okulların eğitim yapmak için alt yapısı yokken, “Kıbrıs meselesindeki” çizgilerinin ne olduğu umurunda bile değil. “Çözüm olmadan kurtuluş yok” ezberine alıştırılmış insanlar bile o “çözümün” kendi istemelerine kalmadığının artık farkında. Halk eve götürebildiği alışveriş poşetlerinin sayısı azaldıkça bunu fark etmek zorunda kaldı. Hatta bizim foncular bile pandemiden beri ceplerine giren euronun miktarını gördükçe “federasyon tek yok” seslerini çok cılız atabildi. Toparlayalım. Erhürman ve CTP Kıbrıs meselesini ön plana çıkarmadı. Ama daha resmi hükümet görüşmeleri bile olmadan “derin ayrılıklarının” en başında gelen sebep olarak bize ne verildi? Kıbrıs meselesi. O zaman CTP’nin asli derdi propagandada söylediği gibi içerideki sorunları çözmek değil, “federasyon tek yol” sloganını “vatandaşın her üçünden birinin oyunu almış” bir parti olarak atmak. Aslında bu oyu Kıbrıs meselesi konuşarak almadı ama seçimden sonra sadakat göstermesi gereken ilke de Kıbrıs meselesi. Halkın talebine hassasiyet gösteren bir politika mı peki bu? Seçimde çok yeri olmayan Kıbrıs meselesi, görüşmelerin bile olmadığı şu dönemde CTP için içerideki meselelerde beraber çalışmanın bile önünde görülen bir mesele. Erhürman halkın propagandasına verdiği hassasiyeti mi dinliyor? CTP “tek yol federasyon” ana propagandası ile seçime gitseydi, sizce oyunu Erhürman’ın 9. Maddesinde de yinelediği gibi yüzde elli arttırır, her üç seçmenden birinin oyunu alabilir miydi? “Evet alırdı” diyorlarsa, bu hipotezi, eğer halkın durumu şu andaki kadar korkunç bir duruda ise, gelecek seçimde bir denesinler, hep birlikte görelim. Kıbrıs’ta çözüm hem Rum tarafında hem Türk tarafında içerideki yaşam koşullarından sonra gelmektedir, bu da son derece normaldir. CTP tek bir Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşadığını insanlara telkin etmektedir. Ancak gerçeklik insanların hayatlarını sıkışık bir şekilde Kuzey Kıbrıs’ta yaşadıklarından inarettir. Eve ekmek götürme derdini ada yarısında yaşamaktadırlar. Bunun için de asli talepleri iyi bir yönetimdir. Bu gereklikle sandıkta oy istediğiniz için de hükümet programlarında anlaşmanız gereken husus Kıbrıs meselesi değil, içerideki yaşamı düzeltmek, düzenlemek ve yaşanılabilir bir hale gelmesine yönelik bir program olmasıdır.

Erhürman “ilkelerimiz ve prensiplerimiz” derken bir başka konuyu daha göz ardı ederek sanki çok sağlam, yıkılmaz ilkelerle seçime çıkmış bir parti oldukları imgesini yaratmaya çalışıyor. Partinin vekillerinin söylemleri halkı şaşırtacak kadar geniş bir yelpazede halbuki. Malum bir ikisi “devletin bölünmezliği ve egemenliğine” ettikleri yemini parmaklarını kürsünün altında çapraz yaparak kıran, meclis dışındaki her yerde “bu kktc (küçük harflerle) denen yapı yasadışıdır” diyenlerdir. Gerçi bu dönem açıktan o politika pek yapılamadı ama içlerinden halen öyle düşündükleri seçim sonrası “tek yok federasyon, 51 yıllık politika ile devam” kararında kendini göstermektedir. Birkaç vekil ise, “Türkiye ile sağlıklı ve sıkı ilişkiler içinde olmalı, federasyonu hedeflemeliyiz” argümanını savunmaktadır. Artık CTP vekilleri arasında “Türkiyemizle et tırnak” olanlar bile var. Bu insanların her biri CTP yeşilinin altındaki yelpazededir. Yani UBP ile “derin ayrılıklar” tüm CTP vekilleri için o kadar da derin değildir. Herhalde Erhürman, et-tırnağın “taktiksel” bir ifade olduğunu, bu ifadenin CTP’nin genel görüşünü yansıtmadığını, parti ilkeleri içinde sayılmadığını ileri sürmeyecektir. CTP’nin oyları Erhürman’ın kendisinin de dediği gibi sadece CTP tabanına ait değildir, vurgusuna göre halkın her üç kişisinden biri bu oyu vermiştir. Bu söylemlere sahip olanlar mecliste olduğuna göre, UBP’ye çok benzeşen söylemlere de oy verilmiştir. Zaten söylendiği gibi UBP ve CTP kutuplardaki partiler değil, merkez sağ ve soldadır. Önceden de dediğimiz gibi, iş insanlarına öncelik veren CTP, ekonomide merkez sağa yakındır, yani UBP’ye. Elbette bu seçilmiş kişiler gerçekten seçildilerse durum böyledir. Bu karmakarışık ve oy vermesi neredeyse imkânsız sistemde oylar “sandıktan değil sayımdan” çıkmış olabilir mi? Sahi, bu karmakarışık seçim sistemini kim kurguladı, kim onay verdi? Bu meraklısı olduğumuz “demokrasi teorisinde” her eğitim seviyedeki insan düşünülerek mi bu pusula ve bu seçim sistemi hazırlandı? CTP yılmadan bunu basitleştirmek için, “demokrasi teorileri” adına çabalayacak mı? Ne de olsa en demokratik sistem “en az fırsatı olan” insana göre kurgulanmalıdır.

9. maddedeki “güçlü muhalefete” gelince. İşin o kısmı uzun. Erhürman halkın kendisini bu konuda çok zorlayacağına hiç kuşku duymasın. Geçtiğimiz dönemdeki gibi mizahla yaklaşılmayacaktır görünmez muhalefetlerine. Onun CTPsi güçlü muhalefet yapar mı bilinmez ama halk bu sefer varlıksız muhalefete güçlü ses verecektir. Erhürman güçlü muhalefetten ne kast ettiğini anlatmaya çalışıyor. Şu şekilde tanımlıyor güçlü muhalefeti: “Güçlü ana muhalefetten kastımız, halkımızın lehine yasa önerileri sunan, halkımızın lehine olacak yasa tasarılarını güçlü bir şekilde destekleyen, halkımızın aleyhine olacak yasa tasarılarına da güçlü ve sert biçimde karşı çıkan bir duruştur.” Biz de bir katkı koyalım, güçlü muhalefet tanımına. Güçlü bir muhalefet, sadece halk lehine yasa önerileri sunmak ve desteklemekle kalmaz, halk lehine olanların hayata geçirilebilmesi için baskı koyar. Var olan yasaların pratikte hayata geçmediğini vurgular ama vurgulamakla kalmaz yasaların uygulanması için vekillerini ve halkı mobilize eder. Çalışmayan kurumlara “tek kalemizdir sahip çıkalım” demez, çalışır hale gelmeleri için mücadele eder. Halk güçlüdür, halkın baskısını talep edecek olan da meseleleri halk önüne yapıcı bir rota ile taşıyacak muhalefettir. “KKTC batsıncı” vekillerin “yıkmak görevimizdir, yıkarsak Kıbrıs birleşir” şiarıyla köstek olmasına izin vermemek güçlü bir muhalefettir. Erhürman sağla “uzlaşamayız” diyalektiğini kırmalı! Bir de, Akıncı’ya ait fikriyattan kendini ayrıştırmalı. Yoksa Cumhurbaşkanlığı sarayına da gitse duyup duyacağımız şey “ben böyle olacağını söylemiştim, ben bu konuda uyarmıştım, ben hükümeti çağırmıştım” siyasetine döner, halk için “değiştirmek” yerine neyi “değiştirmek istediği” olur. Bize ne yaptığını, bunu nasıl yaptığını değil ne yapmak istediğini makamdan anlatır durur.