Globalleşen dünyamızda; başta küresel ısınma gibi birçok problemden ötürü önemli bir noktaya gelen çevre sorunları, gün geçtikçe daha da ciddi boyutlara ulaşmaktadır. Şüphesiz insanoğlu teknoloji konusunda ilerlerken, teknolojinin getirmiş olduğu doğaya yönelik dezavantajlarla da gerilemiştir. Bu durumun yeni yeni anlaşılmaya başladığı günümüzde çözüm arayışları da duruma paralel olarak hız kazanmaya başlamıştır. Bugün birçok ülkede çevreyle ilgili katı kurallar ve yasalar yürürlüğe konarak; çevre, dikkatli bir şekilde ve bilinçli olarak korunmaya çalışılmaktadır. Ülkemizde de çevreye verilen önem gün geçtikçe artmakta ve sürdürülebilirliğinin sağlanabilmesi için de birçok kurum ve sivil toplum örgütü tarafından çalışmalar yapılmaktadır. Konuya verilen önemin artması tabi ki sevindirici bir durumken, memleketteki çevre sorunlarının da herhangi bir şekilde iyileşmemesi ne yazık ki üzüntü verici bir durumdur. Ülkemizde yaşanan çevre sorunlara değinmenin farkındalık yaratmak adına etkili olacağı kanaatindeyim.

Yaratmış olduğu kirlilikle sık sık basının da gündeminde yer alan ve bir döneme damgasını vuran Dikmen Çöplüğü sorunu maalesef sürekli geçiştirilmiş ve en sonunda da kapatılarak son bulmuştur. Görünüşte çözüme ulaştırılmışsa da yeni oluşturulan Güngör bölgesindeki çöplük, ülkemizde geri dönüşümün tam teşekküllü yapılamaması ve bunun kontrolünü sağlayacak bir yönetim planının bulunmayışı nedenlerinden ilerleyen zaman diliminde umarım ikinci bir Dikmen vakası olarak karşımıza çıkmaz. Geçmişte bölgede metan gazı sıkışması ve bilinçli olarak yangın çıkarılması nedenlerinden, atmosferik kirlilik oldukça yüksek seviyedeydi. Şimdilerde çöplüğün kapatılması bu durumun ortadan kalkmasına yardımcı olmuştur. Bu konu geçmişte sayın hocam Mustafa Kofalı tarafından da Kıbrıs Bilim’in 2. sayısında mizahi bir şekilde belirtilmişti. Çöplük ile ilgili uzun zaman önlem alınmak istense de ciddi anlamda bir yaptırım uygulanamamıştı. Bu da bizlere böylesine ciddi çevre sorunları karşısında objektif ve bilimsel yöntemlerin kullanılmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır. Umuyorum ki bundan sonraki yaklaşımlar bu şekilde olur ve bundan sonrası için de çevre sorunlarımız arasında böyle bir konu yer almaz.
Avrupa Birliği ile yapılan görüşmelerin ivme kazandığı bu günlerde; acaba bizler Avrupa Birliği’nin çevre konusundaki gereklerini, günlük hayatımızda herhangi birinin uyarısı olmaksızın ne kadar yerine getirmekteyiz? Avrupa Birliği bir yana, bizler yaşanabilir bir çevre için gerekli olan kurallara bile uymuyoruz! Arabalarımızla seyir halindeyken camı açıp çöpleri gönül rahatlığıyla dışarı atmaktan kaçınmıyoruz. Çöp ve molozları kamyonlara doldurup dere yataklarına dökmekten de kaçınmıyoruz. Evsel ve sanayi atıklarımızı umursuzca sulak alanlara boşaltıyoruz. Arabayla seyir halindeyken yola çıkan her hayvanın üzerinden geçmekten büyük bir zevk alıyoruz (özellikle yılanlar, kirpiler ve kediler). Av hayvanlarını sınırından fazla vurup, av hayvanı olmayan hayvanları da vurarak veya tuzaklar kurarak öldürüyoruz. Çevremizdeki tüm ağaçları keserek, ısınmak adına yakıt olarak kullanıyor ve küresel ısınmaya bir katkıda biz sağlamış oluyoruz. Tabi ki ağaç konusuna girmişken adanın İngiliz idaresinde bulunduğu dönemde yapılmış olan büyük bir yanlışlıktan da söz etmeden geçemeyeceğim. Adanın bazı bölgelerinin (örneğin Güzelyurt ve Lefke bölgesi) bataklık olmasından dolayı İngiliz Yönetimi, su gereksinimi çok fazla (günde yaklaşık 3 ton , yaşlı ağaçlarda daha da fazla) olan Eucalyptus (efgalito) türlerini (E. camaldulensis, E. tereticornis ve E. gomphocephala) adaya getirerek bataklıkları kurutmayı, sıtmayla mücadele etmeyi ve bölgedeki arazi kullanımını artırmayı amaçlamıştır. Bu sebeple türler anavatanları olan Avustralya’dan getirilerek Kıbrıs adasına aşılanmıştır. Ne yazık ki İngiliz Yönetimi amacına ulaşarak bataklıkları kuruttu, sivrisinekle de mücadele etti ve taban suyu seviyesini aşağılara çekti. Günün şartlarında yapılan uygulama avantajmış gibi gözükse de ileriye dönük yaratacağı sıkıntılar o günün şartlarında maalesef düşünülememişti. Eucalyptus’ların bataklıkları kuruttuktan sonra ekosistemde yaratacağı olumsuzluklar ve fazla su gereksinimleri nedeniyle akiferlere verebileceği olası zararlar göz önünde bulundurulmamıştır. Bugün Güzelyurt akiferi aşırı tarımsal amaçlı su kullanımı etkisiyle ayrıca bu konu yüzünden tuzlanma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Tuzlanmanın temel nedeni akifere aşırı su kullanımından dolayı deniz suyunun karışmasıdır. Lefke-Gemikonağı-Yedidalga akiferi de bugün bu sorunla karşı karşıya kalmıştır. Çünkü bu bölgeye de birçok Eucalyptus ağacı aşılanmıştır.

Bu konu ile ilgili olarak acil bir önlem alınmazsa ileriki yıllarda var olan akiferlerimizi de kaybedecek ve bu duruma seyirci kalacağız. Tarım yapılmasına elbette karşı değilim. İnsanların ihtiyaçları her zaman dikkate alınmalıdır. O zaman tarım değil de yapacağımız kısıtlamayı başka bir yöne döndürmemiz gerekmektedir. Eucalyptus ağaçlarının yerine suya daha az gereksinim duyan türler aşılayarak belirli bir zaman sürecinde Eucalyptus’ların sayısı azaltılabilir. Bu konuda birçok çözüm yöntemi kullanmak mümkündür. Fakat şunu da unutmamak gerekir ki eğer erken davranıp birtakım önlemler almazsak çözüm arayışlarının pek bir anlamı kalmayacaktır.
Yine çevre sorunlarımız arasında önemli bir yere sahip olan soğanlı bitkilere değinecek olursak; ilkbaharda havaların güzelleşip piknik sezonunun başlamasıyla hepimiz kendimizi doğanın kucağına bırakırız ve bu dönemde soğanlı bitkileri sökerek evlerimize götürür, bahçelerimizi güzelleştirmek için uğraşıp dururuz ama doğadan sökerken onun doğal yaşam ortamının orası olduğunu, yaşaması için gerekli koşulların orada olduğunu hiç aklımıza getirmeyiz (örneğin birçok orkide türü ve medoş lalesi =Tulipa cypria).

Tüm bunların yanında son yıllarda yeraltı su kaynaklarımızın mikrobiyolojik yönden kirlenmesinin nedeni şüphesiz hepimizin evlerinde bulunan foseptik çukurlarıdır. Özellikle Gönyeli gibi taban suyu yüksek yerlerde bu durum daha çok ön plana çıkmaktadır. Foseptik çukurlarındaki evsel atıklarımız direkt olarak yeraltı kaynağına karışmaktadır. Bu gibi yerlerde altyapı eksikliğinin giderilmemesi, ileride çok daha önemli sorunların ortaya çıkmasına neden olabilir. Günümüzde birçok gelişmiş ülke tarafından uygulanan çözüm politikası; kanalizasyonlar vasıtasıyla atıkların foseptik çukurları yerine arıtım tesislerinde biriktirilip daha sonra geri dönüşüm yoluyla da değerlendirilmesi şeklindedir. Bu uygulamaya geçilmesi durumunda öncelikle taban suyu yüksek yerlerden başlamak, yeraltı kaynaklarına yönelik olası tehditleri en aza indirmede atılacak en yerinde adımlardan biri olacaktır. Mevcut duruma bakıldığında Haspolat’da bulunan arıtma tesislerinin bu amaç doğrultusunda bir basamak taşı oluşturacağı göz ardı edilmemelidir. Neyse ki taban suyu yüksek olan Gönyeli’de başarılı bir şekilde gerçekleştirilen kanalizasyon çalışmaları böyle bir durumun ortaya çıkmasına engel olacak niteliktedir. Temennim bütün ilçelerde böyle güzel çalışmaların sürmesi ve olası mikrobiyolojik kirliliğin önüne geçilmesidir.

Hızlı kentleşme adamızda görülen önemli çevre sorunlarındandır. Kentleşmenin herhangi bir olumsuz etkisi yoktur diyorsanız şu sorulara içten bir şekilde cevap vermenizi rica ediyorum.
• Kentleşme sonucunda bitki ve hayvanların yaşadıkları ortamların (habitat) yok olduğunu düşünüyor muyuz?
• Bu habitatlarda yaşayan endemik türlerin yok olmaları halinde bir daha geri gelmeyeceklerini biliyor muyuz?
• Kentleşmenin yarattığı kirliliğin farkında mıyız (hava, toprak, su,vs)?
• Yılanlar neden evimize giriyor?

Bir diğer konu olan CMC de ne yazık ki ülkemizde hakkında sayfalarca yazılabilecek bir çevre sorunu oluşturmaktadır. Fakat son yıllarda sevindirici bir şekilde sivil toplum örgütlerinin bu konuda verdikleri mücadele sonucunda farkındalık yaratılmıştır. Umuyorum ki bu konu hakkında mücadele edenlerin yanında diğer kurum ve yetkili kişilerde destek verirlerse, sorunun çözüm süreci biraz daha ivme kazanabilecektir.

Ve son günlere damgasını vuran Kalecik’teki petrol sızıntısı… Kazanın meydana geldiği andan itibaren çalışmalara; İskele Boğaz Balıkçıları Kalkındırma ve Dayanışma Derneği, Doğa ve Kültür Derneği, Avcılık Federasyonu, Biyologlar Derneği, Deep Dive, Dive Hub ve Deep Sea Fisheries başta olmak üzere çevreye duyarlı kurumlar ve kişiler doğrudan destek vermişlerdir. Duyarlı herkese teşekkürü bir borç bilirim. Kaza meydana geldi. Önemli olan böylesine bir durumun bir daha oluşmaması için gereken önlemlerin alınmasıdır.

Elbette tek bir yazıyla tüm sorunlardan bahsetmek mümkün değil… Aslında tüm sorunların temelinde çevreye karşı olan bilgisizliğimiz ve bilinçsizliğimiz bulunmaktadır. Bu durum da sorunların çözümlenemeyecek sorunlar olduğunu göstermemektedir. Toplum olarak nasıl bilgilenebiliriz ve nasıl bilinçlenebiliriz? Cevap aramamız gereken temel sorular da bunlar olmalıdır diye düşünüyorumı. Unutmayınız ne ekerseniz onu biçersiniz!