Bu yazı bireyler olarak sandığa gitmeyecek vatandaşlara bir eleştiri değildir. Ben kendim de
seçim günü ada yarısı sınırları içinde olsam bu seçime gitmezdim. Bu beni birey olarak aslında
“boykotçu” yapmıyor, bazen seçime gidiyorum bazen gitmiyorum. Bunda belirleyici olan
seçimin değişim getireceğine inanıp inanmamam. Mevcut seçimlerde yüzler değişse de somut
çözümler öneremeyen mevcut partilerden kim seçilirse seçilsin değişim getiremeyeceklerini,
propagandalarındaki önerilerden dolayı “eğitimli bir tahminle” biliyorum.
Bireylerin çok değişik sebeplerle sandığa gitme ve gitmeme tercihleri vardır, her birey de bu
tercihte özgürdür, kimsenin de gitti ya da gitmedi diye birbirini eleştirme hakkı yoktur. Oy
vermeme bir seçmen davranışıdır tıpkı oy vermek gibi. İnsanların bu konu üzerinden didişmesi
demokratik eksikliklerin ve sistemsel bir kurgunun tezahürüdür. Siyasi partilerin seçilmelerde oy
vermeyen insanlara sitem etmesi, kızgınlık göstermesi, kendi başarısızlıklarından dolayı
suçlaması da kendine dönük eleştiri yapma yoksunluğundandır. Seçmenler sadece kendine
çalışan parti ve onlardan kurulu meclise gireceklere onay vermiyorsa siyasi partilerin başka türlü
bir eylemlilik göstermesi gerekir. Ama bu yazının ele alacağı grup, oy isteyen siyasi partiler değil,
boykota çağıran örgütlü yapılardır.
Boykotçu örgütlü gruplar çeşitlidir ada yarısında. Dernekler, dernek gibi çalışan siyasi partiler,
sendikalar, bazı gazeteler, halktan oy alma ve seçile ümidini yitirince çekilenler, dün boykot
deyip bugün siyasi parti olunca oy isteyenler de geçmişten bugüne “boykotçu” örgütlülerin
içindedir. Bireylerin oy tercihlerini eleştirmemiz doğru değildir. Ama örgütlü yapıların “nasıl ve
niçin boykot” çağırdıklarını irdelemek gereklidir çünkü yarattıkları etki yapısal ve kalıcıdır.
Gerçekten sistemli ve örgütlü bir boykotçuluk var mıdır ada yarısında? Siyasi bir araç olarak
boykotun kullanılışının amacı nedir? Boykot önemli bir siyasi araçtır, etkin yapıldığında da
sistemlerde etki sağlar. Ama içimizde 30 yıldır boykotçu olan gruplar var, 30 yıl boykotun sonucu
her şeyin daha kötüye gitmesi ise sistemin muhaliflerinin de kötüleşmedeki büyük rolünü
görmek gerekiyor.
Ada yarısında “etkin boykotçuluk” tanımı kısırdır. En çok sayıda insanı seçime gitmemeye ikna
etmek boykotçuluk olarak görülür. Seçime gidenlerin gitmeyenleri, gitmeyenlerin de gidenleri
suçladıkları bitmez bir kısır döngü olmasının sebebi de işte bu yanlış algıdır. Bizdeki az bilgili ama
çok konuşan (goygoycu) örgütlü grup, bir sürü insan gitmezse sistemin çökeceğini iddia eder
mesela. Burada iki sorun var tabi. Bir, var olan siyasi partiler seçime çıktıkları müddetçe belli bir
insan grubu mutlaka oy verecektir. Yüzdelik oy dağılımları da elbette var olan seçmen sayısı
üzerinden hayata geçecektir. Yüzde ne kadar düşük olursa olsun, meclise seçilme devam
edecektir. “İşte biz de sol partiler seçime çıkmasın sistem o zaman çöker!” diyor sözde boykotçu
örgütlü grup. Bu da tabi ki mümkün bir istek değildir. Sol partiler de sağ gibi kendi varlık
sebeplerini seçimlerde bulmaktadır. Siyasi kadroları motive eden en büyük faaliyet seçimdir.
İşte bu sebeple de, “seçime gitmeyin, çok az insan gitsin sistemin çöktüğünü iddia edelim”
demek aslında örgütlü bir hiçlik pozisyonudur.
Örgütlü boykotçuların bir kısmı sistemi “yıkalım” diyorlar. Biraz kazıdığınızda, yerine bir şey
koymadan sadece “yıkmanın” çok akıllıca olduğunu sanıyorlar. “Yerine bir şey koyarsanız o
yıkma sayılmaz, sistem devam eder” diyorlar. Yerine bir şey konulmadan yıkımın geldiği tek şey
savaştır. Hiçbir savaş yıkımı da ardından iyi bir sonuç çıkarmamaktadır.
Bu “yıkma” üzerinden konuşan diğer bir grup da aslında gerçekten örgütlü bir boykot
yapmamaktadır. Amaçları sistem içinde bir çekişme yaratarak, zıtlık üzerinden belli bir halk
grubuna suni bir mücadele alanı açmaktır. Bizimkisi gibi karar verme yetkinliği elinden alınmış
halkların kendi aralarında çekişmesi, bir zıtlık yaratılması insanları sandığa gitseler de gitmeseler
de diğerleri ile yaşadıkları didişmenin sonucunda verdikleri kararda etkileri varmış, düzene karşı
çıkmış veya düzeni değiştirmek için bilinç göstermiş olduklarına dair bir inanca götürmektedir.
Seçime gitmeyenlere örgütlü gruplar aracılığı ile aşılanan “aslında ben direniyorum, sistemin
parçası olmuyorum, gitmeyerek en büyük bilinci gösteriyorum” duygusunu veriyor, birey içinde
bulunduğu duruma böylelikle katlanabiliyor. Onların karşısında seçim çağrısı yapan gruplar da
insanlara “seçime giderek, oyuma sahip çıkarak daha iyi insanların seçilmesini sağıyorum,
gelecek kararlarımı teslim etmiyorum” duygusunu yaşatıyor, bu tip birey de içinde bulunduğu
duruma baka bir şey yapma bilinci geliştirmeden katlanabiliyor. Bu diyalektik, sistemin süre
gitmesini sağlayan temel taşlardan biri haline geliyor.
Bazı yayın grupları da sistemli bir şekilde seçim sonrası 3-4 yıl boykotçuluk çağrısı yapıp, halkın
öfkesinin gazını alıyor, halka karşıt durduğu imgesini veriyor, en sonunda da seçimlerde “biz
aslında boykotçuyuz ama bu adam değiştirebilir belki” diyerek hemen her zaman birilerine “son
anda” oy verilmesine aracı oluyor. Bu grubun içindekilerin en büyük görevi kendi istedikleri
adamlara oy vermeyeceğinden emin oldukları seçmenlere umutsuzluk saçarak sandıktan
elerken, kendi etkileyebildiklerini de kendi istedikleri adaylara oy vermeye yönlendirmek. En az
dürüst olan grup bu, tabir yerindeyse sisteme kendi istediklerini sokmak için “kaçak
dövüşüyorlar”.
Sistemin halkın önemli bir kısmının oy vermemesi ile yıkılmayacağını bildiği halde halka sürekli
boykot çağıran örgütlü grupların ortak noktası ise halktaki çaresizlik, umutsuzluk, tükenmişlik
duygusunu perçinlemek. Kendi toplumunun değişimi getiremeyeceğine inanan insanların ilk
yapacağı şey alternatif çözüm yolları aramamaktır. Sömürgeciliğin en büyük stratejisi insanların
düşünme yetisini ve eylemlilikle değişimi getirebileceklerini düşünmelerine engel olmaktır. Fikir
eylemin ilk adımdır oysa. Fikriniz “çaresiz” olduğunuz yönündeyse, yapıp yapacağınız bu
yönlendirme ışığında sokağa dökülüp bağırıp slogan atmak sonra eve dönmek ve çözüm
üretmeden pasif şekilde beklemektir. Maalesef örgütlü boykotçular alternatif aramaktan halkı
uzak tutmayı başarabiliyorlar. İşte bu yüzden de kendileri bir sömürge projesidirler. Kıbrıslı
Türklerin “hiçbir şey değişmez” noktasından kalkamamasının bir ayağı siyasi partilerin tutumu
ise bir ayağı da bu örgütlü boykotçu değil ama goygoycu takımıdır. Farkında mısınız
sömürgecilerin boykotçuları ya zengin iş insanları, ya boykotçu olmayan iş insanlarının
çalışanları, ya evlatları hep yurt dışında burslu okuyanlar, okutulanlar, ya memlekette ne iş
yaptıkları belli olmadan rakı masalarında göbek şişirerek “solculuk” yapanlar, ya dolar bazında
maaş çeken işlerde çalışanlar, ya düzenli işleri olmadan ev geçindirebilenler, ya devlet
memurluğu maaşı olanlar, ya da halkın geliri azalırken banka yönetim kurullarında
zenginleşmeleri devam edenlerdir.
Peki ne yapmalı? Oy verecek olanlarla vermeyecek olanların aslında birleşebilecekleri
eylemlilikler var. Sistemin içindeki partilerin 50 kişiyi seçtirmek, o seçileler üzerinden de bir
zümrenin müdürlükler, müşavirlikler, müsteşarlıklar, özel kalem müdürlükleri ile beslemesine
veya dışarıdan gelen fonlardan yararlandırılmasına destek olmamak için gönüllü bir halk
örgütlenmesine gitmek gerekiyor. Sonucunda siyasi partiye dönüşmeyecek, fon peşinde
koşmayacak gerçek bir sivil toplum birleşmesine ihtiyaç var.
Bu örgütlenmenin hükümetlere, üretmek ve dış pazarlara açılmak için ne yaptıklarının hesabını
sorması, nasıl yapılacağına dair fikir oluşturması, fikirler değerlendirilmediğinde partilerden
bunun hesabının sorulması gerekiyor. Her daim sizin oyunuzu almak için atmasyon
propagandalar yapmak zorunda olduklarına göre, gerçek önerileri neden hayata
geçirmediklerini de her gün, her hafta, her ay ta bir sonraki seçime dek size anlatmaları
gerekiyor. Ekonomik açılımlar için eylem yapılması, imza toplanması, uluslararası platformlarda
oturma eylemleri yapılması gerekiyor. The Guardian gazetesine sivil toplumunuzun ve
gazetecilerinizin “korku içinde yaşıyorlar” röportajı yerine sizlerin “neden ekonomik özgürlük
hakkınız olduğunu” anlatmanız gerekiyor. Okulların tadil edilmesi mi gerekiyor? O zaman
seçilenlerden gereksiz atamalardan vazgeçerek kaç para ayırdıklarını ve o ay kaç okulu bir az
atama ile tadil ettiklerini sormak gerekiyor. Her hafta her ay fiili olarak seçilenlerin ne
değiştirdiklerini izlemek, raporlamak gerekiyor. Avrupa Birliği kendinizi yönetemediğinizi
ispatlamak için içinizdekilere Euro maaş verip raporlandıracağına, sizin toplumsal inisiyatifler
olarak hükümetlerin o ay kaç tane okulu tadil etmediklerini, kaç tane yeni hastane yatağı
sağlamadıklarını raporlamanız ve topluma sunmanız gerekiyor.
Seçim mi istiyorlar, oy mu istiyorlar? Kendilerine oyu ne için ve ne koşulda vereceğinizi seçimin
ertesi gününden itibaren eylemlerini ve eylemsizliklerini raporlayarak anlatın. Sistem ancak
hesap soran ve kendi çıkarını bilen insanlarla değişebilir. Başkalarının anlaşma kararını ya da size
saygı duymasını beklemekle, içinizdeki barış ateşini eylemsiz tutmakla içinde yaşadığınız sistem
değişmez. Edilgen bekleyişlerden kurtulmak elbette elinizde.