Sosyal bilimcilere düşen görev kişiler üzerinden oluşan meselelerle ilgili sosyal çıkarımlarda
bulunmaktır. Üniversitede işten durdurma haberine verilen tepkiler üzerinden kişilere
indirgemeden sosyale dönük yorumlarım:
1- Önce kriterler:
Akademisyenlerin yayınları daha çok “literatür taraması” veya aynı konunun değişik şekillerde
yazılması ise o tip yayınlardan yılda en az 1-3 tane makale üretilmesi gerekir, çünkü harcanan
emek görece olarak daha azdır.
Belli bir yıl üretimi olmayan akademisyenin sonrasında mesela kurama dayalı bir yayın ya da
kendine ait alan çalışmasına dayalı bir makale veya kitap üretmesi gerekir.
Alanda söylenmemişi söylemek, hiç olmayan bir konuyu çalışmak, alana dayalı metot kullanmak,
özgün metot yöntemlerini hayata geçirmek doçentlik için zorunlu kriterdir.
Kaç tane farklı alan çalışması yaptığınız, kaç tane farklı kavramsal arka planı kullandığınız
akademik kriterlerde önem kazanır.
Parası ile basan dergilerde “hakem süreçleri” olmadığından bu tip yayınların akademik kalitesi
sorunludur. Bunu yapan akademisyenler ada yarısında almış başını gitmiş durumdadır. Kamu
üniversitemizde de var mı bu “pamuk eller cebe” akademisyenleri? Bu tip yayınlar hangi
sebeple “kriterin” içindedir?
Tek yazarlı veya kişinin ilk yazar olduğu çalışmalara imza atması gerekir.
Derlemeler (edited volume) kıymetlidir ama tek yazarlı kitapla aynı değildir. Tek yazarlı bir
çalışmada kişi kendisi 200-300 sayfalık emeği kendisi koyar. Derlemelerde ise başka yazarların
yazıları toplanır bir araya getirilir ve editör/ler giriş ve sonuç bölümü yazar. Yani kendi yazdığınız
kitap ile derlediğiniz kitap için ayırdığınız zaman, akademik emek çok farklıdır, aynı şekilde ele
alınamaz.
2- Akademisyenlerin, gazetecilerin, sivil toplum örgütlenmeleri içindeki insanların neye ses
verdikleri, neyi mesele ettikleri önemli ipuçlarıdır. Ada yarısında bu kategorideki ve
bugün sesi çıkan hemen hiç kimse üniversitelerdeki kanıtlı intihalci “akademisyenler” ve
diploma sahtecilerinin durdurulması için mücadele vermedi, bu mücadeleyi verenlerin
yanında da durmadı. Tam tersine bugün işten çıkarmaya karşı romantizm yapanlardan
birisi “yeter bu yazdıkların, kızcağız işinden mi olsun” diye diploma yeterliliği olmadan
mahkemelerde görüş veren birisini destekleyerek beni 10 yıl önce hedefe koydu. O
günlerde diploma sahtecisi ve intihalci birisine “empati” yapıldı ve toplumun gençlerinin
bu insanlara emanet edilmesi ile ilgili akademisyenler, sivil toplum ve gazeteciler sorun
yaşamadı. Şu an yaşadıkları sorun “arkadaşlık” üzerinden dayanışma ise ve “toplumsal
meseleler” konusunda daha önce sınıfta kaldılarsa toplum meselelerinin neyi örtmek için
kullanıldığını halkın düşünmesi gerekmektedir.
3- Ada yarısı üniversitelerinin “akademik kriterleri” muğlak ve sorunludur. Aslında kritere
göre işe alma veya işe devam genellikle yoktur. Genel uygulama siyasi arkası olan (hem
sağ hem soldan olanlar, kamu üniversitemizde (DAÜ) ise siyasi tandanstan da önce
çoğunlukla AB ci olanlar) bu oligarşide yer bulur ve kendilerinden akademik üretkenlik
pek talep edilmez. Siyasi görüşten çok oligarşide yerinizin olup olmadığı durumunuzu
belirlemektedir. O bağlamda “sözleşme uzatmanın akademik kritere” uygunluğu
üzerinden mütalaada bulunanların kendilerinin akademik durumlarına mercek tutulması
gerekir. Akademik “yeterlilik vardır” diyebilmeniz için sizin yeterliliğinizin kesin olması
şarttır. Örneğin, iki doçent düşünün, biri akademik olarak daha üretken veya ikisi
birbirine eşit. İşten durdurma gerekçesi “kriter” ise bunu işten durdurulmayan kabul
eder mi? Kendisinin de kritere uygunluğu sorgulanacağı için ilk yapacağı şey kendi
durumundan kriterin yeterliğini değerlendirmek olacaktır. Yani “kriterin” ortaya
konulmasını ve “yeterliliğin” tartışılmasını işten kovulanla ilgili değil, kendine yönelik bir
tehdit algılayarak yorumlayacaktır. Oradaki ajanda “özgürleşme” meselesi midir yoksa
“yerini koruma endişesi” mi? Bir başka değişle, işten durdurulan birisi eğer kamu
üniversitesinde parasını verip makale bastıranlara veya neredeyse hiç yayın yapmadan
doçent olanlara göre “daha iyi” durumdaysa, diğerleri onun “akademik kriterlerinin çok
yeterli” olduğunu düşünebilir. “Mesele akademik kriter değil siyasi görüş ve sendikal
faaliyetlerdir” diyebilmeniz için, sizin yeterliliğinizin ve yeterliliğinizin ölçüldüğü
akademik kriterlerin konuştuğunuz kişiden bile yukarıda olması gerekir. Aksi halde
derdinizin yerlerde sürünen akademik kriterlerin sorgulanmasını engellemek olduğu
sonucu doğabilir.
4- “Özgürlük” mücadelesi çokça bir kılıfa dönüyor olabilir mi? Akademik kriterlerin sağlam
şekilde oturması için akademisyenlerin mesleği konforlu yaşamın aracına döndürmemesi
gerekir. Bu da gezme tozmadan daha çok zamanını üretime harcaması demektir. Üretim
düzeylerindeki genel düşüklük kriteri konuşmamanın nedenlerini açıklamaktadır.
Akademisyenlerin “özgürlük” mücadelesi akademik üretimlerini merkeze almalıdır.
Akademik yazmak hiç merak etmeyin zaten politiktir ve o üretimlerin de korunması esas
mücadele olmalıdır.
5- “Sol” adına konuşan akademisyenler uzun süredir ada yarısında pek de dişe dokunur bir
şey üretmeden televizyona çıkmayı, gazete yazısı yazmayı, sokakta mitinge gitmeyi,
sosyal medyadan “barış” sloganı atmayı “akademik” üretkenliğin yerine kullanmaktadır.
Hatta sanki akademi sosyal olayları ele alan üretkenliklerin dışındaymış, o yüzden
“toplumsal olaylara duyarlılık” ile akademi kopukmuş gibi davranıp sizi buna inandırmak
isteyebilirler. Marxist geçindiklerine bakmayın, “praxis” den yani “pratikle kuramın
birleşmesi” kavramından habersiz gibi davranmalarının sebebi, toplumlarını bilimsel
olarak anlamak için yeterince kafa yormamalarını gizlemektir. Ağzı biraz laf yapan “bıt
bıt” konuşmayı “akademik” hatta “akademinin ulaşamadığı alanlarda halka ulaşmak”
diye size sunmaya kalkıyor ada yarısında. Halbuki, topluma yönelik gazetede yazmak,
mitinge gitmek, örgütlenmelere katılmak akademik üretkenliğinizin alternatifi olarak
sunulamaz. Akademik-bilimsel bilgi üretmek sizin toplumunuza/insanlara olan
sorumluluğunuzdur, geri kalanlarda yaptıklarınız değişik düzeylerde halka ulaşmak
içindir ama mutlaka akademik üretkenliğinizle alakalı olmak zorundadır. Yoksa akademik
işe ihtiyacınız olmaz, gider sivil toplumcu olursunuz, fonu orda toplarsınız.
6- Sendikal faaliyetler hak arayışı için olmak zorundadır. Mesela 10 yıl kamu üniversitesinde
çalışıp hiçbir yayın yapmadan doçent olma “hakkı” diye bir şey yoktur. Kitap yazmadan
(derleme değil) profesör olmak diye bir “hak” yoktur. Sendikal faaliyetler, üreten
hocaların haklarını savunmak, çalışmaları için gerekli özgür ortamların yaratılmasını
sağlamak için vardır ama eğer sendika doktorasız, makalesiz, ve benzeri konumdaki
insanların “üretmeden sadece siyasi görüşlerinden dolayı gözetilmesi/kollanması”
faaliyeti için orda varsa onun adı da sendikal faaliyet değildir. ODTÜ’deki sendika işlerini
bilmiyorum ama 10 sene evvel DAÜ’de kapısına doktor olmadan doktor yazanların
aslanlar gibi sendikacılar tarafından korunup, “mesele intihal değil maaş maaş” dendiğini
biliyorum. Akademik kriterleri düşük olanlar var ise bizim kamu üniversitemizde, “barış
görüşlerini” ve sendikal hakları kendilerine zırh yapmaları işlerini koruyordur belki ama
sonucunda da bu çok gerekli fikirlerin ve örgütlenmelerin yıkılması sonucunu
doğurmaktadır.
7- Son olarak, gerçekten de ada yarısında akademik kriterlerden değil iş durdurmaları siyasi
ise, görüşlerden, yapılan mücadelelerden ise, “susma sustukça sıra sana gelecek”
sloganına bayılan slogancı akademisyenlere bu konuda bir not düşeceğim. Bu notu artık
dışarıdan bakan bir akademisyen olarak ekliyorum. “Örgütlü boykotçu soldan”
duyduğum kadarı ile benim artık “akademik balkonum” da varmış. Gülümsüyorum ve bu
notu sanıldığı gibi balkondan değil, toplum içindeki insanlarla alanda yaptığım
çalışmaların arasından attığımı ada yarısına hatırlatıyorum: 10 yıl önce kamu
üniversitemizin bir bölümünün o dönem başındaki “başvurunu çöpe attım” diye
fütursuzca sosyal medyadan bana yazabilmişti. LAÜ ise, mütevelli heyeti kararı ile temiz
akademi mücadelesi yapıyorum diye beni alındığım işten attırmıştı. Bu süreçleri hayata
geçirenlerle kadeh kaldıran, sessiz duran, “oh bu da gitti susturduk” diyen herkese,
“ahhh keşkeee, o slogan tek tek susan hepiniz için gerçek olsa” diyorum!