Sağın ve solun ada yarısındaki en büyük ortak politikası nedir? Kuzey Kıbrıs’a sıkıştırılmış yaşayan Kıbrıslı Türklerin kendi ayakları üzerinde durabilecekleri bir yapı kurmayı engellemek. Bu okuduğunuzu geçiştirmeyin. Ada yarısı sağ ve sol siyasi partileri Kıbrıslı Türklerin üretmesine, ürettiğini satabilmesine, sporcularımızın, sanatçılarımızın, bilim insanlarımızın dünyada kendi toplumsal kimlikleri ile temsil edilmesine karşıdır, politikaları da kendine yetmeyi gerçekleştirmek değil engellemek üzerinedir. Hem sağın hem solun.

Elbette ki sağın ve solun söylemleri birbirlerinden farklıdır. Ancak kendilerini yöneten üst aklın fiiliyatta kendilerini yönelttikleri ana fikir vepolitikalar toplumu aynı sonuca ulaştırmaktadır: İradesiz ve ifadesiz bir toplum.

Sol sağın bunu yaptığını sürekli dile getirmektedir. Sağın söylemlerindeki tezatı sol ortaya koymaktadır. Sol sağı şöyle eleştirmektedir: Hem devletiz, “KKTC sonsuza kadar/KKTC forever” diyorsunuz, hem de Türkiye’ye ekonomik bağımlılığı bitirecek hiçbir adım atmıyorsunuz, KKTC sporcularının kendi bayrakları ile temsiliyeti için mücadele vermiyorsunuz.

Ama sol bu zıtlığı ifade ederken, KKTC ile alay etmek ve “gördünüz mü bak, KKTC sahte ve olması da mümkün değil” söylemine oturtmaktadır. Yani “neden temsiliyet için çalışmıyorsunuz?” diye sağa sormamaktadır. Çünkü bunu kendisi de yapmamaktadır. CTP’nin meclisine girmek için canını yediği KKTC batsıncı vekili Rum tarafında Türk kahve makinelerinin “Rum Kahve makinesi” diye satılması ile dalga geçerken, bunu KKTC’nin “safsatalığına” işaret etmek için söylüyor mesela.

Sağ ne sporcularımızın Türkiye’dekiler de dahil uluslararası karşılaşmalarda temsiliyeti için mücadele veriyor ne de “charter sefer” olarak Kuzey Kıbrıs’a inebilecek olan turist uçakları için mücadele veriyor. Kıbrıslı Türklerin üretmeden bağımlı olmasına karşı hiçbir adım atmıyor. Bu adımları atmadığı için de inandığını söylediği siyasi duruşa ihanet ediyor. Toplumun ihtiyacı olan temel ihtiyaçlar için yatırım yapmak yerine, parayı şafşatalı binalara harcama planları da kendi savunduğunu söylediği “Kıbrıslı Türklerin onurlu, özgür, adaletli” yaşamasına engeldir. Her ne kadar “hak, hukuk, adalet, merhamet çizgisinde” oldukları sloganlarını bir kadın vekillerine parmağı ile yaptığı kalp işaretleri ile attırsa da, sağ, şafşatalı binalar yapma hazırlığında iken okulsuz kalan çocuklara olan adaletsizliği, yetersiz koşullarda covid ile mücadele edemeden “pandemi hastanesinde” öldüğü söylenen hatalara bir merhamet sunmuyor. Bu da sağın kendi ayakları üzerinde duran bir halk ve devletleşebilme söylemlerinin havası kaçık bir balon olduğunu gösteriyor.

Sol bunu çok iyi eleştiriyor. Peki ya solun “toplumsal varoluş”, “toplumsal yok olmama” üzerine inşa ettiği söylemlerindeki zıtlıklar nelerdir? Sol da en az sağ kadar ikircikli ve söyledikleri “toplumsal kimlik” politikasının tam zıddında politikalar yapıyor.

Sol olmak demek emeğe saygıdır diyorlar demesine de emeğe saygılıyım demekle emek saygı görmüyor. Özel sektör sendikalaşsın demekle de olmuyor. Sendikalaşma önemlidir ama üretemeyen bir toplumda emekçinin yeri nedir? Sol nasıl üreteceğimizi, ürettiğimizi nasıl dışarıya satacağımızı ağzına bile almıyor. Kaç tane sol örgütlenmenin uluslararası toplantılarda “üretmek hakkımız, ekonomik bağımsızlığımızı tanıyın” diye pankart açtıklarını, kampanya yaptıklarını, halkı mobilize ederek dış dünyaya yönlendirdiklerini gördünüz? Turizmi direkt uçuşlarla açabilecek “charter seferler” üzerinden konulan ambargoları aşabilecekken bununla ilgili tek bir politika sol hükümetler üretti mi?

Son 20 yıldır olduğu gibi bu seçimde de, “Federasyon tek çaredir” sloganını tüm sol ağzına pelesenk etmiş. 2004 Annan referandumuna kadar bu politikanın anlamı vardı. Halkı barış fikrine hazırlamak, referandumda federasyon iradesi çıkarmak, yeni bir rota ve geleceğe yönelmek için bu mücadele şarttı. Size 2004 Annan Planı ile reddedilen anlaşmadan beridir solun sattığı propaganda ve politikanın aynı olmasının, “federasyon tek çaredir” denilmesinin alt metin nedir? Kendi yetkinliğimizi sağlamak yerine federasyonu “beklemeniz” gerektiği telkinidir. Sizin federasyon için yapabileceğiniz bir şey kalmamıştır. Siz toplum olarak gerekeni yaptınız, toplum olarak bu iradeyi 2004 referandumunda da, ondan sonra seçtiğiniz federasyoncu cumhurbaşkanları ile de gösterdiniz. Ama federasyona hayır diyen biz olmadığımıza göre, “federasyona evet” demenizin siyasi olarak federasyona yönelik hiçbir sonuç üretici anlamı yoktur. Ama bu slogana saplanıp kalmanın bir siyasi sonucu vardır. İşte bu sonucun ne olduğunu daha çok irdelemek toplum olarak bizim sorumluluğumuzdur. Çünkü “federasyon tek çaredir” sloganı altından fiiliyatta yapılanlar “toplumsal varoluş” ve “toplumsal yok oluş” sloganları ile uyumsuzdur, zıtlık içermektedir. KKTC Batsıncı vekil ve vekil adaylarının “sivil” toplumla beraber söylemleri aynı: “Türkiye anlaşmamıza engel oluyor, Türk sömürgeciliği ve işgali bizi toplumsal yok oluşa sürüklüyor, Türkiye dışarı!” diyor. Gerçekte olanlara baktığınızda 2004’ten beridir adada federasyona hayır denilmiyor, oxi deniliyor. Görüşme masasını deviren Kıbrıslı Türkler değildir, Türkiye 2004’ten beri askerini aşamalı olarak çıkarmaya razı, hatta garantiler bile masaya yatırıldı.

Toplumsal var oluşumuz tehlikedeyse bunun sebebi, federasyonu imzalayacaklarımızın 20 yıldır açıkça federasyonu reddederken kendi ayaklarımız üzerinde durmamıza solun da karşı olmasıdır. Sola öğretilmiş bir doktrin var “Kıbrıslı Türkler kendi ayakları üzerinde durursa federasyon hayali biter, federasyon istemeye sebepleri kalmaz”. Her şeyden önce kendi ayakları üzerinde duramayan, ekonomik bağımlı bir topumla kim neden eşitlik temelinde federasyona gitsin? Düşünmek yerine slogan atan, toplumunu düşünmek yerine kişisel kazancını düşünenlerin kendine solcu demesinin sonucu olsa gerek bu akıl tutulması.

Ama Kıbrıslı Türk solun hizmet ettiği“idea” gerçekten de federasyon mu? İşte bu noktadaAvrupa Birliği (AB) tarafından Kuzey’e aktarılan paranın amacının ne olduğunu sorgulamanız gerekiyor. İçimizdeki sözde “sivil toplumculara” bu para ne için veriliyor? Bu sivil toplum içinden başlayan, projelerde yer alan insanlar neden bir bir batsın dedikleri meclise girmek için aday oluyorlar, bazıları sağın da tikleri ile vekil seçtirtiliyorlar? “Türk işgaline son” söylemini içeren partilerin oyu yüzde 1 ve 2 lerde gezerken, sağın tikleri, televizyonlarda projeler üzerinden aktif görünürlük ve propagandalarına akıtılan yüklü paralar ile nasıl bu söyleme sahip olanlar daha merkez soldan seçilenler arasına girebiliyorlar her daim? Bir yandan KKTC Batsın deyip öte yanda o KKTC’nin meclisine seçilmek için aşındırmadıkları kapı kalmama pahasına hem de!

Bir başka zıtlık ise Kıbrıs Cumhuriyeti’nin haklarımız olan bir yapı olarak algılanmasından çıkarılıp pasaportunu taşımayı “Rum Devletinin” bir lütfu gibi sunarak bunu kaybetmek üzerinden yarattıkları korku. Bir yandan federasyon derken bir yandan da “AB altında vatandaşlar olarak mutlu bir şekilde yaşayacaksınız, toplumsal haklara değil bireysel haklara ihtiyacınız var” söylemi hakimiyet kazanabiliyor. Federasyon farklı toplumların bir çatı altında toplumsal haklarının eşit olarak tanınmasını garanti eder. AB altında birleşelim, vatandaşlar olarak sorunsuz yaşarız fikriyatı ise üniter devletçidir ve yükselen milliyetçiliklerin olduğu bir dünyada azınlık durumundaki halkların insanlarına hiçbir güvence sağlamamaktadır. Buna yaşam güvencesi de dahildir. Bakın İngiltere yapılamaz denileni yaptı ve AB çatısından çıktı. Yarın güvenceniz olarak gösterdiğiniz AB’den çoğunluk kararı ile Kıbrıs Cumhuriyeti de çıkarsa üniter devlet altında başınıza ne geleceğini sol size anlatıyor mu? Yoksa Kızılyürek’in üniter yapı altında yönlendirilmiş oyla seçilmesinin ön koşulu “entel” birikimin bunları hasır altı etmesinde mi yatıyor?

AB projesi alan herkes “Kıbrıs’ın Kuzey’inde” demek zorunda. Aksi hal sanki “iki devletliliği” savunuyormuş gibi duyuluyormuş. Sol “biz federasyon savunuyoruz ama o gün gelene dek de Kuzey Kıbrıs’a sıkışmış durumdayız, o yüzden de biz pekâlâ sadece Kuzey’de ve dünyadan kopuk yaşıyoruz, bu bitinceye dek de kendi ayaklarımız üzerinde durmak zorundayız” diyemiyor.

“Federasyon tek çaredir” derken toplumsal yok oluşa bizi sürükleyen sol, ayaklarımız üzerinde duracak formülleri geliştirirsek ancak federasyona yaklaşacağımızı bilmezmiş gibi yapıyor. Neden? Bu sloganları attırmanın başını çekenler halk gibi ekonomik olarak zor durumda mı? Yoksa bu sloganları atma bütçeleri AB’den gediği için ekonomik durumları tamam mı? Çocukları “azıcık ayrımcılık” görse de belli okullara gönderiliyor ya da özel derslerle okul kapandığı günler kendi çocuklarına ders aldırabiliyorlar mı? Pandemide işini, aşını kaybeden insanlar varken seçimde propaganda yapabiliyorlarsa, takım elbiseler, yeni kazaklar, fönlü saçlar ile poz verecek ve propaganda yapacak paraları ve zamanları varsa bu zaman ve paranın hangi sloganlar karşılığında geldiğine iyi bakmak gerekiyor.

O yüzden “sivil toplum inisiyatifi”ne imzacı bütün partileri açıklama yapmaya çağırıyoruz. Seçim dönemi öncesi partiniz AB’den para aldı mı? 2022’deki genel seçimlerdeki hangi vekil adaylarıAB projelerinde çalışmakta ya da bu projelerden para almaktadır? AB’nin seçimler öncesi gelen parasının söylem ve eylem amacı nedir?

Sağın Türkiye’den aldığı parayı konuştuğunuz şeffaflıkta AB parasını da konuşmanız gerekmektedir. Sağın söylemi ile zıtlık içeren politikalarının sebebi bellidir. Solunkinin de artık belli olması gerekmektedir. Vatandaşız, devlet çıkarları güden AB’nin de Türkiye gibi politikalarının şeffaf bir şekilde açıkça konuşulması ve değerlendirmelerimizi ona göre yapmak hakkımızdır. İnsan hakkı kimin çıkarının nerde olduğunun saklandığı bir yapıda sağlanamayacağına göre, paranın hangi devlet çıkarları için harcandığının, sizlerin vekiller ve vekil adayları olarak kimlere hizmet etmeyi kabul ettiğinizin de ortaya konulması gerekmektedir.

Seçim oy isteme değil hesap verme zamanıdır.