Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ile bundan birkaç ay önceki görüşmemizde konuyu Cumhurbaşkanlığı seçimlerine getirmiş ve aday olup olmayacağını sormuştum…
Haliyle net bir cevap vermemişti ama o anki izlenimim adaylıktan yana çok da hevesli olmadığı yönündeydi…
Elbette demokratik bir ülkede herkesin seçme ve seçilme hakkı olduğu gibi Derviş bey de bu hakkını kullanacak sonuçta nihai kararını verecektir.
Şimdi sadece UBP içinde değil dışında da konuşulan tek konu Eroğlu aday olacak mı olmayacak mı?
Ya da olmalı mı olmamalı mı?
Çok erken bir tartışma olsa da kamuoyunun gündemi bu…
Ben sohbetlerde konu oldu mu hep şunu söylerim;
Sayın Eroğlu, kazanamayacağı bir seçime girmez!
Bugün bir grup UBP’li arkadaşla neredeyse 3 saate yakın bir zaman sohbet konusu buydu…
Hele de Eroğlu’nun geçenlerde bütün UBP’li milletvekillerini bir öğlen yemeğinde toplayıp durum değerlendirmesi yapması, kurultay tarihinin ertelenmesi telkinleri belli ki bir çok UBP’liyi haddinden fazla kızdırmış göründü bana…
Kurultay tarihinin ertelenmesi eğer Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile endekslenirse sayın Eroğlu bir kez daha aday olacak anlamındadır ama yine de evdeki hesabın çarşıya uymayabileceğini de göz önünde bulundurmak mecburiyetindedir…
Hiç kıvırmadan söyleyelim;
Hüseyin Özgürgün’lü UBP, İrsen Küçük dönemini aratmaya başlamıştır.
Parti içinde bir çok vekil ve yetkili kurul üyesi Hüseyin Özgürgün için ‘el frenini çekti sadece bekliyor’ diye sitem etmekte, partinin yeteri kadar ana muhalefet görevini yapamadığını düşünmektedir.
Yok sayın Özgürgün haftada bir kez ritmik olarak ‘erken seçim’ çağrısı yapıyorsa ve bu icraattan sayılırsa o başka bir tartışma konusudur…
Her ne kadar basından bazı dostlarına birkaç güzel yazı yazdırmayı başarsa da parti tabanının büyük bir kısmı artık kurultayın ertelenmesini isteyen Eroğlu’na da, Hüseyin Özgürgün’e de tepkisini yüksek sesle dile getirmeye başlamıştır…
Her ne kadar Saray’a gittiklerinde icazet bekler gibi bir duruş sergileseler de dışarıda konuştukları duruşlarıyla çelişmektedir…
UBP’nin gerçek gündemi ne Cumhurbaşkanlığı süreci ne de olası bir hükümet olma senaryoları değildir…
UBP’nin ayağa kalkıp eski günlerini yakalaması tepeden tırnağa değişimle mümkündür.
Bunun için de genel başkan bayta olmak üzere partinin tüm üst kademesi yeniliğe ve değişime açık bir şekilde silkelenmeli, tabana güven verir bir konuma getirilmelidir…
Bugünkü sohbette iki konunun tartışması yapıldı;
Birincisi artık Eroğlu’nun etkisinden bir şekilde kurtulmak, ikincide de genel başkanlığa kimin layık olduğuydu…
Şunu anladım ki, parti içinde hala İrsen Küçük’ün etkisi devam ediyor ve kurultayda Küçük’e destek verenler şimdi önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimleri için Eroğlu’na karşı gardını alıyorlar…
Buna bir de yerel seçimlerde bazı bölgelerde alınan hezimetler ve onları doğurduğu ‘intikam’ söylemleri eklenirse seçimler tereyağından kıl çeker gibi gerçekleşmeyecek Eroğlu’na karşı ciddi bir muhalefet kampanyası başlatılacak…
Peki ya genel başkan kim olmalı?
Bunun için de elbette ki kurultay şart!
Hem e zamanı olan Ekim ya da kasım ayında…
İyi de konuşulan isimler kimler?
Vekiller arasında öyle ağırlık kazanan bir isim yok!
Yıpranmış isimlerin yanı sıra gelecek vaat eden ama daha çok erken denilen isimler de yok değil!
Ortaya şöyle bir durum çıkıyor;
Milletvekilleri dışından çok sevilen ve sayılan, ayrıca otoriter kişiliğe sahip, gerektiği zaman elini masaya vurabilecek hatta Eroğlu’na kafa tutabilecek isim ya da isimler!
Bir kaçı telaffuz edilmeye başlandı bile…
Tutar mı tutmaz mı bilemem ama denemesi de bedava!
 

Özgürgün kimseye yaranamıyor!
 
“El frenini çekti sadece bekliyor” diye genel başkanları Hüseyin Özgürgün’e tepki koyanların sayısı her geçen gür artarken genel başkan ile genel sekreterin arasındaki büyük kopukluk da gözlerden kaçmıyor.
UBP’liler merkez yönetimi ele geçiren Hüseyin Çobanoğlu için gene başkan yardımcısı tanımlamasını yaparken, Durali Güçlüsoy’dan da ‘genel sekreter’ diye bahsetmeye başladılar.
Bu arada evini Lefke’den Lekoşa’ya taşıyan Özgürgün, eşini de parti içine sıkmaya başlasa da kimseye yaranamıyor…
 
 
 
“Entegrasyon meselesi ürkütücü boyutlarda”
 
“Binali Yıldırım geçenlerde bir televizyon kanalındaki söyleşisinde iki kez entegrasyonun tamamlandığından söz etti.
Doğrusu kızdım çünkü birincisinde doğrudan Türkiye ile Kıbrıs'ın kuzeyinin artık birleştiğini anlatmaya çalışıyordu, Türkiye'den 1974 sonrasında adaya gelenlerin buradaki yaşama adaptasyonun gerçekleştiğini açıklamaya çalıştığı ikincisinde ise iyi bir şey söylemeye çalışırken politik olarak buradaki hassasiyetler dikkate alındığında yine çok yanlış bir kavramı kullanmıştı.
Beni bir o kadar endişelendiren bir başka nokta ise Türkiye gündemine göre şekillenen protest yaklaşımlardır. Bülent Arınç kadınların insan içinde kahkaha atmasıyla ilgili bir ifşaatta mı bulunmuş? Refleks şeklindeki ilk tepkiler eğer burada toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili daha kırk fırın ekmek yememiz gerekse de bu gibi ifşaatların toplumun gözü önündeki üst düzey devlet yöneticilerinin ağzından çıkmadığı için övünme ve Türkiye'nin bizi bu gibi konularda örnek alması gerektiği gibi tespitler değilse, entegrasyon almış başını gitmiş demektir. Üstelik Türkiyeli gibi yaşayan, Türkiye gündemini Türkiyeli gibi ele alan bu kesim genellikle entegrasyona da en tepkili olan kesim.
Mesele anlayabildiğim kadarıyla biraz da psikolojiktir. Maksat tepki göstermek olsun, tepki gösterilebilecek her olay karşısında tepki gösterilsin ve bu yolla hep (herhangi) bir öteki üzerinden varoluş duyumsansın.
Ben kendi adıma genellikle tepki gösterilen pozisyonunda olsam da bu toplum kesimini değerli buluyorum. Onlar olmasaydı toplumumuzun konuları tartışma ve kendi doğrularını keşfetme imkanından yoksun kalabileceğini düşünüyorum.
Ama bu entegrasyon meselesi gerçekten ürkütücü boyuttadır.
Bülent Arınç tepkiyi hak etse de Kıbrıslı Türklerin bunu bize özgün bir biçimde yapabilmesi önemlidir; bir Türkiyeli gibi değil...
 
(BİRİKİM ÖZGÜR)
 
 
 
 
Benim neyim eksik?
 
“40 derece güneşte makyaj yapmıyor ve topuklular ile kum üstünde dolaşmıyor ve 4-5 saatlik deniz dinlencesinde 3 mayo, 1 güneşlenme kıyafeti, 1 restoran kıyafeti ve 1 plaj boyu yürüme kıyafeti ayrıca 3 saatte kıyafete göre 3 farklı güneş gözlüğü değiştirmiyorum diye niye beni dışlıyorsunuz?
Biz de insanız, basın bizi bağrınıza. Lütfen.
Söz ben de bunun karşılığında seneye 6 lokma karnımı baklavaya çevireceğim, en az 3 mayo, 2 farklı terlik, ağdalı vücut, 3 farklı şort ve ona uygun 3 farklı terlik, 3 T-shirt, 2'si kolsuz biri kollu ve deniz sezonu öncesi plaj sezonu açılmadan pastırma yazından istifade edip, havuzda, balkonda ve damda güneşlenerek tenimi buğday kıvamına getireceğim.
Ötekileştirilmekten bıktım usandım, biraz merhamet.
 
(MUTLU AZGIN)
 
 
GÜNÜN FOTOĞRAFI:



-----------------------------------------------

Günün Fıkrası
 
 
Ağanın karısı

Eşkıya bir köyü basar, ağanın karısıyla 3-5 kadını dağa kaldırır. 
Ağa ve adamları iz sürüp eşkıyayı kuşatır. Eşkıyalar, kadınları bırakıp kaçar.
Ağa karısına sorar:
“-Ne yaptılar size? Hele anlat.”
“-Ne yapacaklar, hepimize tecavüz ettiler.”
“-Söylemedin mi ağanın karısı olduğunu?”
“-Söyledim.”
“-E, ne yaptılar?”
“- Altıma halı serdiler...”