“Bir zamanlar buralarda henüz adamız bölünmemiş, EOKA ve TMT kurulmamıştı. KOP (Kıbrıs Futbol Federasyonu) henüz Kıbrıslı Rumların, Kıbrıslı Türklerin ve Ermenilerin beraber terlerini akıttıkları bir futbol federasyonuydu… Ali’si, Derviş Arap’ı, Andonis’i, Terziyan’ı, Aram’ı aynı takımda oynarken, aynı zamanda Kıbrıs Karmasında da beraber Kıbrıs için ter döküyorlarmış. Örneğin Kıbrıs-İsrail milli maçlarında Ali de Erdoğan da İsrail’e goller atmış…” diye yazıyor “İki Toplumlu Futbolcular” adlı kitabında Dr. Okan Dağlı.

Meşin yuvarlak iki tarafın federasyonlarını, Kıbrıs Türk Futbol Federasyonu ve Kıbrıs Futbol Federasyonu’nu bir çatı altında toplayabilir mi göreceğiz. Yıllardır çözümün anahtarının siyasilerden çok halkların elinde olduğunu yazıyor ve iki toplum çözüm isterse bunun karşısında hiçbir siyasinin direnemeyeceğini savunuyoruz. Nihayet özlenen gelişmeler yaşıyoruz. İki toplumun futbol federasyonları bir araya gelip, birleşme çabası gösteriyor; iki toplumun odaları, mesela Kıbrıs Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği ve Kıbrıs Rum Bilim ve Teknik Odası, iki toplumlu teknik komite, Çevre Komitesi aracılığıyla Kıbrıs’ta önce Yeşilırmak ve Lefke’de yangınları önlemek üzere işbirliğine gidiyor.

Kıbrıs’ta çözümün önündeki en büyük engelin siyasetçiler olduğunu bırakın Kıbrıs tarihini; İstanbul, Nişantaşı’nın yaşadığı tarihi günlerden biliyorum. Çocukluğumda anneannem 1955’teki 6-7 Eylül Olayları’nı anlatır; onu dinlerken Nişantaşı, Rumeli Caddesi’nin top top kumaşla boyandığını hayal ederdim… Anneannem Atatürkçü bir matematik öğretmeniydi. Kemalistliğine rağmen 6-7 Eylül Olayları öncesinde İstanbul’da Rumların, Ermenilerin ve Yahudilerin Türklerle ne kadar iyi geçindiğini söyler dururdu. 6-7 Eylül Olayları’ndan onyıllar sonra, üniversiteye dek Nişantaşı’nda okuduğum için neredeyse her günüm Şişli, Nişantaşı’nda geçti. Anaokula giderken Rumeli Caddesi’nde anneannemin oturduğu apartmanda ve çevre apartmanlarda komşu Rum, Ermeni ve Yahudilere rastlar, tanıdıklarımla sohbet ederdim. Ortaokul yıllarımda komşuların sayısı daha da azaldı. Liseye geldiğimde ise ne anneannem ne de diğerleri Rumeli Caddesi’ndeydi artık. Anneannem Levent’e, bizim sokağa taşındı; çoğu ‘azınlık’ Nişantaşı’ndaki anılarını zihnine gömüp, Türkiye’yi terk etti.

İstanbul’a her gittiğimde beyhude yere eski Nişantaşı’nın ve çocukluk günlerimin izlerini ararım. Türk milliyetçiliğinin ve Özel Harp Dairesi’nin 6-7 Eylül provokasyonuyla Türkiye’deki azınlıklara yaşattıklarını hiçbir özür affettiremeyecektir maalesef… Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk milliyetçiliklerinin Ada’ya yaptıkları da unutulmayacaktır şüphesiz.

Kıbrıs’ta bir gün çözüm olmadığı takdirde Ada’daki Kıbrıslı Türk nüfusun giderek azalacağını her şeyden önce, gene Nişantaşı’ndan biliyorum. Annem Nişantaşı’nda doğmuş biri olarak İstanbul’un ‘Anadolulular’a layık olmadığını, güzel kentin lahmacun kokularını hak etmediğini ileri sürerdi. Annemle tartışır ve ayrımcılık yaptığını savunurdum. İstanbul, annemin deyimiyle ‘Anadolu istilası’ altında başka bir İstanbul’a dönüşmüştü. Laikler o zamanlar kendi aralarında, o zarif İstanbul Türkçesiyle yakınırdı: “Atatürk Cumhuriyeti’ni bu ‘kirli’, ‘yoksul’, ‘eğitimsiz’ Anadoluluların ellerine bırakamayız!” Anadolu’yu küçümsemiş ve Türkiye’yi sadece ‘beyaz Türkler’in yönetme ehliyetine sahip olduğuna inanmıştık.

Türkiye’nin yöneticileri olagelmiş ‘beyaz Türkler’ olarak kibrimizde boğulduk ve kaybettik. Annemin son 8 senesi Beyoğlu Belediyesi’nin düzenlediği kurslarda ‘Anadolulular’a İngilizce öğretmekle geçti ve onlarla anlaşmayı, onları sevmeyi öğrendi. Ve tanıdıkça sımsıkı bağlarla bağlandı yeni, pek çoğu örtülü kız öğrencisine…

Çözüm olmazsa buradan göçecekler sadece Kıbrıslı Türkler değildir, Kıbrıslı Rumlar da bir gün ‘Anadolu istilası’ altında ülkelerini terk etmek zorunda kalacaktır. Anadolu’yu kibirle aşağılamaktan uzak durmak ve onu sarmalamanın yolunu bulmak gerekir. Küçük görürseniz Anadolu’yu, öyle bir gelir ki ukalalıklarımızı silip süpürmekte ondaki ihtiras kimsede yoktur.