Bazen yaşadığım yer etrafımdaki her şey bana bir maketi andırıyor.
Yanlış okumadınız gerçeğin bire bir kopyası olan maketlerden bahsediyorum.
Binalarımız maket bina, okullarımız hastanelerimiz, araçlarımız hepsi birer maket gibi geliyor bana.
Gerçek olan ise sadece bizleriz. Maketin içinde yaşamaya mahkûm edilmiş bir grup insan gibiyiz.
Bakıyorum övgüyle vurguluyoruz Barış Harekâtının 39. yıl dönümünü…
Yine görkemli törenler ve coşkulu kutlamalar yapıyoruz, bir de konuşuyoruz da konuşuyoruz.
Olamayan ekonomik istikrardan bahseden de var Kıbrıs konusu çözülürse çözülsün, çözülmezse devletimiz var diyen de…
Oysa biraz detaylardan sıyrılmak gerek.
39 yıl, dile kolay bir ömür geçti aradan.
Ne kadar devlet olabildik acaba?
Varlığımızdan kimin haberi var?
Devlet olmanın gereklerinin ne kadarını yerine getirebiliyoruz?
Bir devletin vatandaşlarına vermesi gereken koşulların ne kadarını sağlayabiliyoruz?
Eğitim ve sağlıkta hangi noktadayız?
Yollarımız veya altyapımız nasıl?
Felaketlerin üstesinden ne kadar gelebiliyoruz?
Bir yangına, bir selle nasıl müdahale ediyoruz?
Devlet olarak yaptığımız özelleştirmelerin ardından söz konusu şirketleri ne kadar denetleyebiliyoruz? Onlara ne gibi yaptırımlar uyguluyoruz?
Kendi vatandaşlarımızın hakkını başka ülke vatandaşları yanında ne kadar savunuyoruz?
Ve en önemlisi kendi kendimizi ne kadar yönetebiliyoruz?
Coşkulu kutlamalardan biraz sıyrılıp bu sorulara cevap aramalı…
Ya da bir de şu açıdan bakmalı olaya…
Ahmet Altan “sevmediğim halde sevdiğimi sanıyorsam ve bu beni mutlu ediyorsa gerçekten sevip sevmediğimin ne önemi olabilir ki?” diye soruyor.
Biz de haklıyız belki de devlet olmadığımız halde olduğumuzu sanıyorsak ve bu durum bizi mutlu etmeye yetiyorsa şimdi kalkıp da ne kadar devlet olabildik diye sorgulamamın ne önemi var?
O zaman biraz daha sonuca gidelim ve içinde yaşadığımız durum bizi gerçekten mutlu edebiliyor mu onu bulmaya çalışalım.
Seçimlerimizi de ona göre yapalım…