Deniz Hukuku oluşturmada Türkiyenin pasif kalması

Türkiye, Egedeki Kıta Sahanlığı anlaşmazlığınaolumsuz  etkisi olabilir kaygısı ile 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesini  imzalamamıştır. Ancak imzalamasa bile bir noktada bu sözleşmeyi uygulamak zorunda kalmış ve Karadenizde Münhasır Ekonomik Bölge ilan etmiştir. Burada nasıl bir olayla karşılaşıyoruz? Münhasır Ekonomik bölge konusunda uluslar arası hukuk oluşurken pasif kalan Türkiyenin daha sonra sözleşme doğrultusunda hareket etmek zorunda kaldığını,deyim yerinde ise bu yönde sürüklendiğini görüyoruz.
O zaman sormak zorunda kalırız Türkiye pasif kalmayıp ne yapabilirdi? Deniz hukuku sözleşme çalışmalarına katılıp Kıta Sahanlığı konusunda anlaşmazlık bulunanyerlerde Münhasır Ekonomik Bölge ilan edilmesinin doğru olmadığını, bunun çatışmalara neden olacağını öne sürebilirdi. Anlaşmazlık olan yerlerde Kıta Sahanlığı konusunun öncelikle çözülmesi gerektiğini belirtip  bu sorunu çözecekkurallar önerebilirdi.
Böyle bir sınırlama ile karşı karşıya kalmayan  Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Münhasır Ekonomik bölgelerini ilan etmeye başladılar. Bunu yaparken geçmişten kalan Kıta Sahanlığı sorununun lehlerine çözülmüş olduğu varsayımı içinde hareket ettiler .Bugün ortaya çıkan anlaşmazlığın temel nedeni budur.
Egede  sınırı Türkiye ile Yunanistanın ana kıtaları arasındaki bir orta çizgide saptamış değildirler. Rodos ve Meis adası ile Türkiye arasındaki orta çizginin  Kıta Sahanlığının sınırı olduğunu kabul ediyorlar. Bu sınır belirleme yöntemine göre tümEge,Yunanistanın Kıta Sahanlığı haline gelmektedir.Kıbrısta ise KKTC diye bir devlet olmadığını, tüm Kıbrısın Rum Yönetimine ait olduğunu veKıbrısın tüm çevresininRum Yönetiminin Kıta Sahanlığı olduğunuvarsaymaktadırlar.
Yunanistan ile Kıbrıs Rum Yönetiminin öne sürdükleri Kıta Sahanlığı sınır saptama yöntemini kabul etmek mümkün mü? Böyle bir yöntemin kullanılması karşısında sessiz kalmak doğru mu?
Yunanistanın Kıta Sahanlığı sınır saptama yöntemine karşılık şöyle iddialar yapılabilirdi. İki devletin Kıta Sahanlığının çatıştığı  özel durumlarda bir devletin tek başına Kıta Sahanlığını saptamasının  mümkün olmadığı öne sürülebilirdi.  İki devletin karşılıklı makul koşullarda anlaşarak  Kıta Sahanlığı sınırlarını belirleyebileceği ve bu anlaşmanın hakkaniyet ilkelerine göre yapılması gerektiği iddia edilebilirdi.
Hakkaniyet ilkelerine göre  belirleme o bölgede her ülkenin sahil uzunluğu dikkate alınarak bir kıyaslamaile yapılabilir ve her ülke sahil uzunluğu oranında Kıta Sahanlığına sahip olabilir. Alternatif olarak Kıta Sahanlığı çevresinde yaşayan nüfus kıyaslanabilir ve  Kıta Sahanlığı buna göre bölüşülür. Bu gibi argümanlar Türkiye tarafından 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi yapılırken öne sürülebilir veya  şerh olarak sözleşmeye  konabilirdi. Böylece hukuk kurallarının Türkiye aleyhine oluşmasını önlemek için gayret gösterilmiş olurdu.
Türkiyenin öne sürmesi gereken bu tür görüşleridaha sonra başka devletler kendi sorunlarını çözmek öne sürdüler ve Uluslararası Mahkemelerde kabul gördüler. Örneğin 1985 yılında Libya ile Malta arasında gerçekleşen anlaşmazlıkta Uluslararası Adalet Divanı Yunanistanın Kıta Sahanlığı sınır belirleme yöntemini kabul etmemiştir.
Kanımca 1982Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi yapılırken öne sürülmesi gereken en önemli argüman şöyle olabilirdi.  Kıta Sahanlığı sorunu çözülmemiş  alanlarda Münhasır Ekonomik Bölge ilan edilmesi doğru değildir. Çünkü böyle bir davranışın savaşlara neden olma olasılığı vardır.
Bu noktada Ege konusunu incelemeyi durdurmamız, bu konuda  daha ayrıntılı inceleme yapmayıAnavatan hukukçularına bırakmamız yerinde olacaktır. Kendi konumuz olan Kıbrısa dönerek soralım.Kıbrısta neler yapılmalıydı?Kıbrısta ne hatalar yapıldı?
 
Kıbrıs Sorunu Nedir?
Kıbrısla ilgili Rum Yönetimi nin 2007 yılında ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölge KKTC nin var olmadığı görüşüne dayanmaktadır. KKTC diye bir devletin var olduğunu herkes biliyor. Fiilen tüm organlarıyla oluşmuş böyle bir devlet vardır. Fakat bu devlet Türkiye dışında hiçbir devlet tarafından tanınmamıştır. Tanınmayı talep de etmemiştir. Rum Yönetimi,böyle bir devletin mevcut olmadığını ve burasının Türkiyenin işgali altında bir bölge olduğunu öne sürmektedir.
Bunun yanı sıraRum Yönetiminin 1960 da kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinin devamı olduğunu iddia etmektedir. İleride iki toplumun anlaşarak iki toplumlu iki bölgeli bir federasyon kurmalarını kabul etmekle birlikte bu anlaşma gerçekleşinceye kadar Rum Yönetiminin tüm Kıbrısın devleti olarak hareket etmeye hakkı olduğunu öne sürmektedir.
Rum Yönetiminin ve KKTCnin yasal statülerini irdeleyebilmek için   Kıbrıs sorununu bilmek gerekir. Nedir Kıbrıs sorunu? Türkiye ile Yunanistan arasındaki Ege sorununu anlamak için hukukun ne olduğundan başlayarak günümüze kadar geldik. Kıbrıs sorununu  anlamak için ise arzu ederseniz en eskiden başlayalım .
Kıbrıs sorunu 93 harbi denilen Türk Rus harbinde,askeri yardım anlaşmasının bir koşulu olarak Kıbrısınİngiltereye kiralanması üzerine başlamıştır. Bu savaş 1878 de gerçekleşmişti. İslam takvimine göre 1293 de gerçekleştiği için 93 harbi denmektedir.
Irkçı olan ve aşırı milliyetçi duygularla hareket eden Kıbrıs Rumları daha İngiliz yönetimi başlar başlamaz adanın Yunanistana ilhakını talep ettiler. 1907 yılında henüz birinci dünya harbi başlamamıştı.2.ci dünya harbinde İngilterenin başbakanı olacak olan SirWinston  Churchill  genç bir diplomat olarak Kıbrısa geldi. Valiye tavsiyelerde bulunmak için kurulmuş olan ve kavanin meclisi denilen yasama meclisini ziyaret etti. Rum temsilci hemen ayağa kalkarak İngiltereden adanın Yunanistana verilmesini talep etti. Türk temsilci buna karşı çıktı ve eğer İngiltere adayı terk edecekse  Osmanlı devletine geri vermesi gerektiğini söyledi. Churchill Kıbrıs Rumlarının Anavatanları ile birleşmek istemelerinin çok soylu bir davranış olduğunu, ancak aynı hakkın Kıbrıs Türklerinde de olduğunu bu nedenle KıbrısınYunanistana verilemeyeceğini söyledi.
Kıbrıs sorununun ne olduğunu  bu tartışma anlatmaktadır.Kıbrıs Rumları bu adanın kendilerine ait olduğunu düşünmektedirler. Kıbrıs Türklerinin bir azınlık olduğuna inanmaktadırlar.Buna göre onların Anavatanları ile  birleşmehakları vardır, fakat aynı hak Kıbrıs Türklerinde yoktur.  Kıbrıs Türkleri ise  Kıbrısta yaşayan iki eşit halk olduğunu Rum halkı kadar Kıbrıs Türklerinin de  hakkı olduğunu düşünmektedirler.
Kıbrıs sorunu işte bu iki zıt görüşün çatışması sonucu ortaya çıkmıştır. Kıbrısta  iki eşit halk mı var, yoksa Türklerin azınlık olduğu tek halk mı?Kıbrıs Türkleri ve Rumları  eşit hak sahibi mi?İngiliz döneminin başladığı günlerden itibaren bu soru sorulmakta ve bu çerçevede mücadeleedilmektedir.