Bu yazacaklarım ne ilk ne de son ayıbı devletimizin.

Eğitim sistemindeki aksaklılara çok kızmışımdır. Her sıkıntıda greve gidilmesine ve eğitimin aksaması benim kabul etmediğim bir olaydır.

Greve gidilen okullarda öğrenim gören öğrencilerin ne suçu var demişimdir çoğu kez.

Ama bu durum ne okullardan ne öğretmenlerden ne de öğrencilerden kaynaklanıyor.

Sorunun ana kaynağı ''yapı'', ''sistem'' ve ''devlettir''. 

Bugün baktığınızda çocuklarımız nerede isterse eğitim alsın takviye ek ders alarak eğitimlerine devam etmek zorunda kalıyorlar. Tüm bunların ana nedeni de okulların yıl içerisinde grevde olmaları ve eğitimin sırf bu grevlerden kaynaklı aksamasıdır. Ben çocukluğumda bu tür olayları yaşamadım. Yani ne okulum greve gitti ne de ben grevden dolayı evde yattım. 1980’li yıllardaki eğitim ile şimdiki eğitim arasında elbette ki dağlar kadar fark vardır ama teknolojinin bu kadar ilerlediği bir çağda eğitimin grevlerle aksaması kabul edilir gibi değildir. Özelliklede devlet imkânlarını da düşünecek olursak, öğretmen sıkıntısı olan bir dönemden öğretmen bolluğu olan bir döneme geçiş yaptığımıza göre bugün okullarda yaşanan öğretmen yetersizliği çok da akıla mantığa sığan bir durum değildir.

Ben öğretmenlere ya da sendikalara suç bulmuyorum. KTÖS ve KTOEÖS bugün öğretmenlerin, öğrencilerin hakları için savaş veriyor. Kaldı ki bugün Paşaköy’den Maliye Bakanlığına taşınan Eşref Bitlis İlkokulu öğretmenleri, öğrencileri ve velileri de düşünecek olursak devlet bu durumdan utanmalıdır.

Onları bugün sokağa döken ve eğitim politikası oluşturamayan devlet suçludur.

Milli Eğitimde yaşanan aksaklıkların bedeli bugün o koltukta oturan Mustafa Arabacıoğlu’na elbette ki kesilmeyecektir. Ama bu koltukta oturan bakanın bu sorunu bir an önce çözmesi şarttır.

Bugün baktığımızda ülkemizde sayısı günden güne çoğalan üniversitelerimizi görmekteyiz. Bu eğitim adası olduğumuzun çok büyük bir kanıtıdır. Bu üniversitelerimizin her yıl binlerce gencimizi mezun ettiğini düşünürsek, ne kadar gencin de öğretmenlik hayali ile mezun olduğunu unutmamamız gerekir.
Eğer devlet eğitim politikası üretebilseydi, ülkede hangi mesleğe ne kadar ihtiyaç duyulduğunu açıklar ve bu yönünde girişim yaparak gençlerimizi bilinçlendirirdi. Böylelikle üniversitelerde öğretmen olmak için okumak isteyen gençlere kontenjan sınırlı sayıda açılırdı. Hem birçok gencimiz meslek sahibi olur hem de işsizlikle karşı karşıya kalmazdı. Ama ne yapıyor devletimiz; önüne gelen her genci öğretmen yapıyor. Hatta pedagoji eğitimi de aldırıyor. Tüm bunlara dünya kadar para ödeyerek sahip olan gençler, hem mesleklerini yapamıyor hem de işsiz kalıyor. Bu öğretmenlik hayali kuran gençleri sömürmektir. Hem duygularını hem de paralarını…

Bugün okullarda öğretmen eksikliği olması çok komiktir. Dünya kadar işsiz öğretmen sokakta başka iş aramakla meşgulken devlet bu gençlerimize bir kapı açmadığı gibi sahip de çıkamamaktadır.

Bırakın kapı açamayıp, sahip çıkmayı yaptıkları sınavlarda yaşanan şaibeler de içler acısıdır.

Eğer bu ülkede öğretmen açığı varsa bu ayıp devletindir.
Eğer bu ülkede işsiz öğretmen varsa bu ayıp yine devletindir.
Eğer bu ülkede eğitimde aksaklık varsa bu ayıp da devletindir.

Kısaca ve işin özü;
Devlet ayıp yapa yapa bugünlere gelmiş, ha bir eksik ha bir fazla!