Yeni yıl, babalar, anneler günü, sevgililer günü veya bu seçilmiş günler dışında kalması gerektiğine inandığım dini günler, bayramlar söz konusu olduğunda sırf para dolaşım hızı artsın ekonomi canlansın mantığı ile medyanın insanlar üzerinde uyandırdığı tüketim çılgınlığı ile yaratılmış suni ve küçük mutluluklardan ötesi yok diye düşünenlerdenim. Zaten sayılı gün geçiyor ve yaşam tüm gerçekliği ile devam ediyor. Anne baba olacağı haberini almış olan, yaşamlarını birleştirmeye karar vermenin sarhoşluğunu yaşayanlar, torun kokusunu bekleyen yorgun delikanlılar ve dalları kabuk kabuk çatlayan hayat denen bu maceranın her türlü iklimine direnmiş analar.. Angonisi dünyaya geldiğinde on evlat daha yetiştiririm enerjisi ile sevgisini yeniden doğurmaya hazır kadınlarımız, 8 yaşındaki kızının ağzından “baba” sözcüğünü duymak için her yeni güne bin bir umutla başlayanlardır yaşamın gerçek renklerini görenler. Bayramları kutlamam çünkü 8 – 10 günlük bir ritüel değildir benim için. Bu hayatta cenneti yaratmaya çalışmak insanlığın misyonu olmalıdır mantığı ile yetiştirildiğimdendir belki saygı duymakla beraber öyle bildik vecibeleri yerine getirip cennetten yer ayıranlardan ya da mutlu hissedenlerden olamadım. Ötesi varsa hep beraber gideriz zaten. Her gün yeni bir sancı ile doğar yaşam kavgası bu yüzden bayram yaşamın, hayatta olmanın kendisidir.

Babam ile bir köy kahvesinde duraklayıp akranları sohbete dalıyoruz. Yeni hükümet ne olacak? Türkiye nereye gidiyor derken yanı başımızdaki coğrafyalarda çocukların öldürüldüğü, kadınların tecavüze uğradığına getiriyorum konuyu. Çünkü merak ediyorum ülke sorunları dışındaki dünyadan haberleri var mı diye. Yetmişlere gelmiş çınarlardan biri öyle bir cümle kuruyor ki oturduğum iskemleye çakılıp kalıyorum. “40 yıl önce bu topraklarda daha kötüleri yaşandı oğlum. Tüm dünya çalgı çengi oynamaya ve gülmeye devam eder, böyledir dünya hali” diyor. Onca korkuya, yaşam ve var olmak mücadelesine rağmen nasıl bir kabulleniştir diye düşünüyorum günlerdir. O yaş grubuna şahit olduklarına rağmen “insan” kalabildikleri için hayranlığım daha da artıyor. Sonra kendimden korkuyorum 70 yıl yaşayıp “insan” olarak kalabilecek miyim acaba diye..

2 yaşında müzik eşliğinde kendi etrafında dönen zaman sınırlamalı rengarenk bir naylon parçasına 2 lira atarak 2 dakikalığına mutluluk satın almayı, kimyasal silah misali yapay yemişleri sepete attıkça ve "tükettikçe" var olmayı aşıladığımız yeni kuşağa hayaller kurmayı öğretemiyoruz sanırım. Çünkü tüketim adına hayallerini popüler olan kültür belirliyor. Yaşama tutunmayı, yeniden çizilmiş yüzlerin çirkin kendilerinin güzel olduklarını anlatmalıyız çocuklara. Kadınların, palüze tenli mersin kokulu yavruların paramparça olduğu Arakan, Filistin ve Rojava'da çocukların ölmemesi gerektiğini öyle bir dünya yaratamadığımız sürece beden bütünlüklerinin tehdit altında olduğunu nasıl anlatabiliriz bilemem ama dünyadaki tüm çocuklar adına korkmamız gerektiğine eminim. Biz nasıl müslümanız sorgulamamız gerekmez mi? Ramazan da bitti bayram da.. Karnı doymayan çocuklar yine yoksulluklarına mahkum edildiler 11 ay..

Ataya saygı, kültürümüzün parçası falan demesin kimse. Çocuk tecavüzlerini “kendi istedi” “bilseydik korurduk” diye maskeleyen, şiddetin her türlüsüne açık yaşamasına sessiz kalan bir kültürü paylaşanların cehennemi zaten şimdiki zaman! El etek öpmeyi kendine kültür edinmiş coğrafyalarda yaşananlar rastlantı mı sizce? Bu nedenledir ki çocuklara başkasının üstünlüğünü kabul etmeyi, el öpmeyi, "kul" olmayı değil inandıkları şey uğruna savaşmayı öğretmeliyiz! Ancak o gün büyük patron önünde eğilmeyen, emperyalizmin yalakası olmayan yöneticilere kavuşabiliriz.

Angoni:Torun
Palüze:Toprakla asiti alınmış üzüm suyundan yapılan, badem sucuğu batırılan muhallebi.