En son Mayıs ayının ilk haftasında İstanbul’daydım. Olaylar küçük küçük başlamıştı. Daha çok Emek Sineması önünde toplanan kalabalık, sinemanın yıkılmaması için mücadele veriyordu.
Olmadı. Zaten Emek’in yok oluşunun ardından Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesiyle devam eden olaylar toplumda patlamaya yol açtı.
Yaklaşık doksan gündür de devam ediyor.
Aslında hiçbir şey sona ermiş değil.
Sadece olaylar medyada fazla yer alamıyor.
Oysa insanlar hala mücadele etmeye devam ediyor.
Her olayda olduğu gibi bu olayda da pek çok neden var.
Ancak ortak çaba aynı görünüyor sadece ve sadece “sesini duyurmak”.
Mayıs ayının ardından yeniden İstanbul’dayım.
Olağan başlayan bir gece olağan üstü devam ediyor.
Masadakilere gelen tweet’lerden meydanda kalabalıkların toplanmaya başladığını öğreniyoruz.
Nevizade’den çıkıp meydana doğru ilerlemeye başlıyoruz ki, yoğun bir polis kuşatması ile karşılaşıyoruz.
Meydanın tersine tünele doğru yürümeye başladığımızda anlıyoruz ki o yönden de yoğun bir polis kalabalığı meydana doğru geliyor.
Hemen ara sokağa yöneliyoruz ve aynı şekilde polislerle karşılaşıyoruz. O anda aslında polis tarafından kuşatıldığımızı anlıyoruz.
Bizden başka herkes hazırlıklı gaz maskeleri ve bandanalar ile yüzler kapatılmış ve o koca kalabalık bir anda yok oluyor.
Direnişçiler nasıl ve nereye sığınabileceklerini öğrenmiş görünüyorlar profesyonel direnişçi gibiler.
Bizde ara sokakta bulunan bir kıraathaneye sığınıyoruz. İçeride hiçbir şey yokmuş gibi kağıt oynamaya devam eden insanlarla karşılaşıyoruz.
Ortalık biraz sakinleşince kendimizi yeniden dışarıya atıyoruz. Az ötede alışveriş yapmaya devam eden insanlarla karşılaşıyoruz.
Yalnız fark ediyorum ki TOMA için eylemci misin değilsin misin önemli değil. Önlerine çıkan herkese, hatta boş sokaklara bile su sıkılıyorlar.
Zaten eskisi kadar kalabalık olmayan Beyoğlu bir anda ölüm sessizliğine bürüyor. Öte yandan Nevizade’de insanlar hala yemek yemeye devam ediyor.
Bir yanda bir mücadele, öte yanda akıp giden hayatlar, tüm bunlar arasında ise yitirilen hayatlar…
Emre Kongar ve Yalçın Küçükkaya “Gezi Direnişi” ismiyle kaleme aldıkları belgesel türündeki kitapta yaşananları Paris halkının 14 Temmuz 1879’da Bastille Hapishanesi’ni zapt etmesine benzetiyor.
Tarihte bu olay neye benzetilir bakış açısına göre değişir ama sonunu düşünmeyen kahramanlar gibi pek çok direnişçinin hala ve ısrarla direnmeye devam ettiği bir gerçek.
Hem de seslerini çok fazla duyuramasalar da…