Yeni bir moda var adayarısında. Kim duyduğu bir eleştiriyi beğenmezse, eleştirinin içeriğine yönelik tek kelime etmeden “ağzı olan konuşur!” diye bir cümle ile cevap veriyor. “Halk yönetimi” dediğimiz ve sorduğunuzda herkesin desteklediği demokrasi, aslında “herkesin düşündüklerini ifade etmesi” koşulu ile başlasa da bizim içimizdeki bazıları “ağzı olan konuşur!” diyerek aslında “herkes konuşmasın”cı bir demokrasi (!) talep ediyor.
 
Yoklayın zihninizi. Adayınızdan bu cümleyi duyduysanız mesela, demokratik reflekslerinin ne noktada olduğunu göreceğiniz bir andasınız demektir.
 
Adayarısında cumhurbaşkanlığı seçimi için adaylıklar açıklanmaya başladığından beri, kaçınılmaz olarak herkesin adaylıklar konusunda fikirleri var. Bir adayı destekleyenler ve desteklemeyenler ortaya çıkıyor. Adaylara neden umut bağladıklarını, neden o adayın bu işi yapamayacağına inandıklarını ortaya koyuyorlar. Aslında vurgulamaya gerek olmaması gerek ama demokrasi demek tam da bu demektir. Halk oyuyla seçilmeye aday olanların mercek altına alınması, sorgulanması, kimi kesimden taraftar bulması, kimi kesimden taraftar bulamaması ve bu olumlu ve olumsuz yaklaşımların sebeplerinin ortaya serilmesi demokratik kültürün en birincil koşuludur.
 
Adayların verdikleri sözlerle uyumlu, tutarlı duruşlar sergilemediklerini düşünenler, bunu gerekçeleri ile ortaya koyar. Adayların hangi tabandan destek bulduklarını, hangi güçle aday olduklarını sorgulamak kaçınılmazdır böyle süreçlerde. Adayarısının özgün koşullarında meşruiyet meselesi önemlidir. Kim (daha az) icazetlidir, kim halkın sesidir, kim güç dengelerine hitap etmek konusunda daha az/çok halkçı davranır sorularını sormak kaçınılmazdır. Bir aday “irade” meselesini öne atıyorsa seçmen irade meselesinde bu adayın ikilemlerini, gerçekliğini sorgular. Kim temsiliyet meselesi üzerine vurgu yaparsa, onun kimi temsil ettiği mercek altına alınır. Kim şeffaflıktan söz ederse onun şeffaf olmayan yanları, yalpalamaları araştırılır, sorgulanır.
 
Halk, seçmen böyle yapmak zorundadır. Herkesin önem verdiği konularda sözcükler sarfetmek işin kolay yanı olduğu için, pratiklere, uygulamalara, davranışlara bakılır. Sözcüklerin üç aylık, beş aylık, beş yıllık süreçlere yayılmış hali nasıl değişimlerden geçer dikkat verilir. Üç gün önce birşey söyleyip üç gün sonra onun tersi söylendiğinde de seçmen yine buradaki istikrarsızlığı, tutarsızlığı sorgulamak zorundadır.
 
Ne kadar konuşulursa, ne kadar soru sorulursa, o kadar geniş yelpazede değerlendirebiliriz adayları. Bu, bizim düşünemediğimiz meseleler yüzünden bir adaya umut bağlamaya “balıklama dalmamıza” engel olur. Akıl kaslarımızı çalıştırıp takım tutar gibi aday tutmamak ve halk olarak talepkâr olmaya devam etmek için destek belirttiklerimiz de dahil tüm adayları sorgulamaya devam ederiz. Bu sorgulama sırasında herkes de farklı sorular sorar. Kimi Türkiye ile ilişkilere odaklı sorar sorularını, kimi şeffaflık konusunda sorar, kimi söylenenlerdeki çelişkilere yorar kafasını, kimi ırkçılık, cinsiyetçilik noktalarındaki yaklaşımları mesele eder.
 
İşin güzelliği, rengi de oradadır. Hepimizin önemsediği alanlar farklı olduğu için, hepimizin hayatına politikacıların dokunduğu nokta farklı olduğu için, hepimiz farklı meseleleri gündeme getiririz.
 
İşte tam da bu sebepten “ağzı olan konuşur” yaklaşımı demokrasinin tam tersinde bir bakış açısıdır. Bir sessizleştirmedir. Bir susturmadır. “Bilirkişi” olmadan konuşulmaması mesajını içerir. “Konuşma hakkı” koşula bağlanır bu yaklaşımda. Ve tabi cevapsızlıkların üzeri örtülür. “Sorulan sorulara cevap vermiyorum, çünkü önemsiz, ağzı olup konuşan herkese cevap verilmez” tutumu ile dikkat zor sorulardan soruyu soranın “önemine” ve  “önemsizliğine” yönelir. Ev emekçisi Ayşaba, köy kahvesindeki Hasan dayı “fotoğraf anı” olarak “halk adamları” imgesi için kullanılan birer obje olarak kalırlar ama aklımızda tutmalıyız ki “ağzı olan da konuşuyordur” konuşmaması gerekirken!
 
Ağzı olanın konuşmamasını istediğimiz bir ülkede üniversitenin bilgi üreten, uzman yetiştiren bir yer olarak algılanması yerinediploma dağıtan bir yer olmasına şaşıyor muyuz? Kim dağıtıyor adayarısında bu diplomaları genellikle? Bilir kişiler mi? Maalesef çokça diploma sahtecileri ile intihalciler ya da en iyi ihtimal bilim üretmeden siyasi güçle doçentlik alanlardağıtıyor bu diplomaları. Yani esasta bilir kişi istediğimiz alanlarda böyle bir talebi bir kenara bırakıveriyoruz. Adayarısında amaç, içi boş dereceleri sıralayarak “sadece ağzı olmadığını” kanıtlamaya çalışan insanların bir parçacık konuşabilme hakkını bu yöntemle elde etmeye çalışması haline dönüşüyor.
 
Ağzı olan konuşsun! Ağzı ile konuşma engeli olanlara da farklı konuşma yöntemleri geliştirelim toplum olarak. Belki o zaman bilirkişilere de ne zaman, hangi koşulda ihtiyacımız olacağı ayırdına daha iyi varırız. Demokrasilerde herkesin konuşma hakkını hayata geçirirsek belki o zaman bilirkişi olmayanların çocuklarımıza diploma satmasının onları da bilirkişi yapmadığını biliriz. Belki o zaman musluğumuzu bir bilir kişinin tamir etmesini, evlerimizi bir bilirkişinin inşa etmesini, yollarımızın eğiminden bir bilirkişinin sorumlu olmasını, etik dersimizi neden bir intihalciden almamamız gerektiğini daha iyi yerine koyarız.
 
Halkı temsil edecek kişileri sorgulamak için bilirkişi olmaya gerek yoktur. Yaşamak, bir ülkedeki kararlardan etkilenecek durumda olmak, sevdiklerinizin o ülkedeki koşulların içinde debelenip duracağını bilmek, o ülkede temiz akademi istiyorsunuz diye kalamamak, o ülkede siyasi arkanız olmadığı için işsiz kalmak, o ülkede çocuk büyütmek, o ülkede şu anda sokakta olan çocuklar olduğunu bilmek, o ülkede çocuğunuzu sistemsizlikten ötürü trafikte kaybetmek, annenizi geç teşhis edilen kanserde yitirmek, çocuğunuzu o ülkedışında büyütmeye zorlanmak, dünyanın parasını döküp kaliteli bir eğitimi çocuğunuza sunamamak, konuşmak için yeterlidir.
 
Bırakalım ağzı olan konuşsun! Dahası talep edelim, konuşanların soruları cevaplansın.