Yalana bağımlılık diye bir şey duydunuz mu hiç?

Psikoloji biliminin, üzerindehassasiyetle çalıştığı konulardan biridir yalan ve yalancılık…

Yalancı bazen bunu bağımlı olduğundan yapar, bazen de fantezi için…

Patolojik bir hal almış yalancılığın önüne geçilemez. Her ne kadar psikoterapi ya da psikiyatrik yöntemlerle kişiye yardımcı olunmaya çalışılsa da tekrarlayan bir sorun olduğu bilinir.

Zaten bunun bir hastalık boyutuna ulaştığını ne kişinin kendisi ne de çevresi farkına varamaz. Doğrusunu isterseniz etraftakiler bir gariplik olduğunu anlarlar. Bu durumdan rahatsız da olurlar.

Lakin bu kadar da olamaz herhalde deyip, hele de sevdikleri biri ise kondurmamayı yeğlerler.

***

Yapılan araştırmalar, yalancılığın, kişinin geçmişinde derin yaralar olma ihtimalini karşımıza çıkarıyor. Ya da nörolojik bulgular nedeniyle de bunun yaşanabileceğini söylüyor.

Patolojik yalancılığa başka hastalıkların da eşlik ettiği görülebilir. Yalan, dürtülerin kontrol edilmemesi durumlarından olan kleptomani, kumarveya alışveriş bağımlılığı tarzı problemlerde, uyuşturucu ve alkol bağımlılığı gibi klinik özelliklerle paralel ilerleyebilir ya da birbirini tetikleyebilir.

Yalan söyleme alışkanlığı patolojik boyutta olan bireylerin öykülerine bakıldığında çocukluklarında, fiziksel veya cinsel şiddet/istismar, düzensiz aile yaşantısı, düşük benlik saygısı, ya da bazı nörolojik bozuklukları gözlemlendiği söylenebilir.

Esasında yalan, bireyin uyumsuzluklarla başa çıkabilmek için başvurduğu bir savunmadır.

Çoğu kez yalanı ortaya çıkan kişiler zor durumda kalsalar da ciddi ve büyük kayıplar yaşamamaları halinde bu zor durumlara karşı da bağışıklık geliştirip, bunları görmezden gelebilirler. Olayın etik ve ahlaki boyutları da bulunmakla birlikte, yalanı bir yaşam biçimi haline dönüştüren kişi; adeta olmadığı bir kişiliğe bürünecek kadar ileri boyutlara taşıdığı alışkanlıklar geliştirebilir.

Elbette her birey yalana başvurur. Bu bazen başkalarını ve/veya kendisini zor durumda bırakacak bir sırrın açığa çıkmaması içindir. Yine de bu türden yalanlar kişinin yaşam biçimine dönüşme eğilimi göstermezler…

***

Yalanı ortaya çıkarmak zor değildir. Hatta belki de herkesin günlük hayatta yapabileceği bir beceridir.

Gelişen çocuk zamanla sözel iletiler dışındaki jest ve mimikleri de okumayı öğrenir. Ve karşısındaki kişinin doğru mu yoksa yalan mı söylediğini anlar hale gelebilir.

Elbette ispatlanması güç yalanlar da olabilir. Özellikle yalanı ve yalancılığı ortaya çıkarmaya çalışan kişiler kendilerini olumsuz duygu durumları içinde bulabilirler. Hatta yalancı kişiden daha büyük duygusal çöküntü de yaşayabilirler.

Mantıklı gerekçeyi bulmaya çalışırken yorgun hissedebilir, değersizlik duygusu yaşayabilir, öfke patlamaları sergileyebilirler.

Çok az insanın yalan yakalama becerisi çok iyi bir düzeydedir. Bu insanlar ya özel bir eğitim aldıklarından ya da doğaları gereği, sözel olmayan iletişimi ve mikro ifadeleri gözden kaçırmazlar.

Yalan, psikolojik desteğe ihtiyaç duyan kişinin onlarca belirtisinden sadece birini gösterir. Benlik saygıları oldukça düşük olan hastalar için yüzleşmenin az olduğu teknikler tercih edilir.

***

Kendimizi veya başkalarını kandırmak iyi veya kötü bir davranış olarak nitelendirilemez. İnsan beyni evrimleştikçe, yalanlarda gelişme ve artış söz konusudur. Bu da yalanı yakalama ihtiyacını da geliştirir.

Bu noktada asıl tehdit yalan söylemek ve başkalarını kandırmaktan ziyade bireyin kendini kandırıyor olmasıdır.

***

O halde Kıbrıs’ın kuzeyinde yalana ve yalancılığa eğilimi olup, devleti yönetme alışkanlıkları arasında en çok anılan sözcük olan “yalan”a bir kez daha derinlemesine bakılmalıdır.

Neden bunun pekiştiği göz önünde bulundurulmalıdır.

Buna zorunluluk yaratan bireyler midir yoksa içine düşülen durumlar mıdır?

Özellikle siyasete giren kişiler mi siyaseti yalana çevirmiştir yoksa siyaset için böylesi bir özelliği, alışkanlığı hatta bozukluğu taşımak mı mubahtır?

İşte size bir tartışma konusu!

Dr. Çiğdem DÜRÜST