Vefa borcu da kaybetme korkusu ve buna dayalı güvensizlik taşıyan kişilerin karşısındakilere iyi görünmeyi sürdürebilmek için borçlu hissedip bunu ödeme çabasında olma halidir. Soyut olduğu halde gözle görülür çaba içerebilir.

Oysa hayatın başkalarına kendini yaranmak için kaybedilecek bir süre değildir. Kendin için yaşa. Eğer her şey doğru ise kimseye borçlanmaz, kimsenin sana borçlandığını hissetmezsin diyenler de var.

Oysa bazı kültürlerde, özellikle de bizim gibi olanlarında bazı ataerkil söylemler vardır:

“Borç yiğidin kaçmışıdır.”

“Delikanlı adam, borçlu adamdır.”

***

Tüm yukarıda yazılanlar, geçtiğimiz gün Meclis TV’yi izlemek için web sitesini açtığım anda aklıma geldi. İnanılır gibi değildi. Sayfayı açtım Ekonomi ve Enerji Bakanı kürsüde konuşuyor. HP’li vekil Kudret Özersay ile CTP’li Erkut Şahali de bir şeyler sorguluyorlar. Bir anda Arıklı köpürdü ve “Atadım. Oldu, bitti, var mı diyeceğin?” “Şikayetçiysen mahkemeye git” gibi cümleler kurdu.

Dehşete kapıldım duyduklarım karşısında.

Ve ilk aklıma gelen Ekonomi ve Enerji Bakanı Arıklı’nın yeni bir öfke ve şiddet cümleleri ile saldırgan bir üslup ile kendisini ifade etmesi oldu.

Sonra da özür dileyerek sözünü geri aldı.

***

Yani adamın sabıkasında suçunda değildim artık. Zaten ne kendisini tanırdım ne de böyle bir suçtan haberim vardı. Ancak bir bakanın kamu imkanları ile vefa borcu ödediğini itiraf edişiyle dehşete kapıldım. Neydi bu?

Devlet malı deniz, yemeyen domuz tarzı bir mantaliteye dönüşü mü izliyorduk acaba?

Dahası bu uluslararası bir üniversite. Son 5-6 yılda Lefke Avrupa Üniversitesi’nin ilerleyişi, büyümesi, saygınlığını artırması ve tırmandığı başarı merdivenleri azımsanamazken basın aracılığı le dünyaya mütevellide olan bitenlerin yansıması, öğrenciler, ebeveynler ve burası ile iş yapmak isteyen, iletişim ve ilişki içinde olmayı isteyebilecek herkesi düşünceye sevketmez mi?

Lefke Avrupa Üniversitesi’nin saygınlığının önüne çekilmiş bir setle kendi kendini bir yerlere taşımaya çalışan bir kurumu alt üst etmek de üzerinde düşünülmesi gereken bir mesele değil midir?

***

Meclisimizde yer alan bu türden tavır ve üsluba mı, meydan okumalara mı üzülelim yoksa donanım yetersizliği bulunan, bürokrasinin işleyişi ve kamu hizmetine yakışmayan söylemlerde bulunan kişilerin tarzına mı alışmaya çalışalım?

Bir siyasal partinin kendi kurultayı için devlet imkanlarını kullanma ihtimali karşısında kaygı dolu fikirler mi üretelim, kanımızın emilmesinden bıktığımıza mı yanalım?

Nezaket, medeniyet, objektivite, modernleşme, toplumsallaşma, ilerleme, insanlık, saygı, huzur, özgürlük gibi kavramlarımızı yeniden tanımlayarak yolumuza devam etmemiz; bunun için de şu bize yapıştırılan geleceksizlik dayatmasından kurtulalım.

Sonrasında da nereye gittiğimizin ve bunu nasıl yaptığımızın fotoğrafına bakalım…

O zaman anlayacağız.

***

Eğer meclise bencil, aç gözlü, bireysel hırsları ile giren kişiler varsa, buna oy verenlerin tam olarak kendisini yansıttığını unutmamalıyız. Bencil bencili, hırslı hırslıyı, kişisel çıkarları hesap eden ve başkalarını yok sayanlar birbirilerini bulurlar. Sömürür ve bir kenara atarlar.

O halde meclistekilerden ne beklediğimiz ve beklediklerimizin ne kadar onların işi olduğuna da bakalım!

Onların vekillikten bakanlığa sıçraması ile benciller ordusunun göreve taşınarak devletin en tepesine konuşlanmalarını beslediğimizi de unutmadan gözlem yapalım ve kendimizi değerlendirelim. Bakalım sonuçlar hoşumuza gidecek mi?

Dr. Çiğdem DÜRÜST