Sistem, Covid-19 salgınından önce çökmüştü.

Covid sayesinde ömrü uzuyor. Sanki içinde bulunduğumuz çıkmazlar hastalık nedeniyle dünya genelinde yaşanan krizden kaynaklanıyor gibi davranarak sadece kendimizi avutuyoruz.

Halkın gözü boyanıyor.

Ve biz bu bozulmuş sistemle iki devletli çözüm konusunda kararlı davranıp, BM’ye bu kararlılığımızı ifade edecekmişiz. Anastasiadis’in de bu konuda daha hassas düşünmesi için girişimlerde bulunacakmışız!

O kadar incecik bir ip üzerindeyiz ki, sadece İngiltere’nin AB’den çıkmasıyla bile tüm dengelerimiz değişiyor. Dahası geleceğe bakışımız da değişmeli. AB’nin İngiltere’siz olması demek, AB üyesi olmayan bir ülkenin garantörümüz olması demek. Ada üzerinde toprağı, dahası üssü olması demek! İngiltere’de yaşayan yüzbinlerce Kıbrıslı Türk’ün yaşamı değişecek. Bunların İngiliz vatandaşı olmaları pek bir şey değiştirmeyecek çünkü İngiltere’nin kendi doğal yurttaşları ile sonradan yurttaş olanlar arasında gözettiği ayrım sır değildir.

Evet, sistem çöktü. Bugün yapılması planlanan Meclis Başkanlığı seçimi ve bunun bize tartıştırdıkları bile sistemsizliğimizin ne aşamada olduğunun ve bizim neye teslim olduğumuzun açık göstergesidir.

Hastane değil bubi tuzağı, sağlık sistemi değil labirent olarak düşünerek sağlıklıyken bile gitmekten korktuğumuz devlet hastanelerimizin durumunu bir düşünün. Sağlığınızı geri kazanmak için yanınızda 5-6 tane çok sağlıklı insanın olmasını gerektiren bir sistemi oluşturabilmişiz 50 sene içinde. Binalardan filan bahsetmiyorum, oralara hiç girmiyorum bile…

Eğitimin nasıl planlandığını bilmediğimiz, gelecek nesillerimizi Allh’a emanet yetiştirdiğimiz bu düzende 18. Yüzyıldan kalma anlayışla yapılan düzenlemeler ne acıdır ki bizleri kuşatmış bir de üniversite adası olmayı hedeflediğimizi tekrarlayıp durmuşuz. Bunun için yatırım yapılmasını teşvik edip, sonra da yatırımcının değil krediyi veren bankanın kazandığı, devletin de ağzını açıp havaya baktığı bir düzen kurduk kendimize arpa boyu yol kat edemeden.

Ne yapacağız yani?

Bundan sonra, üzerimize gözünü dikenlerin bizi en süslü hangisinin yiyeceğine mi bakacağız? Hangisinin tek lokmalık bir çeşidi olarak en güzel servis ettiğine göre mi yönümüzü belirleyeceğiz.

Bari zevk almaya bakalım diyerek bizi yok edişlerini mi izleyeceğiz. Demokrasi ile bizim kurtuluşumuz için verdiğimiz oyların gizli planlarının açığa çıkmasına karşın bunu sürdürecek miyiz?

Yok kardeşim!

Kafasını kullananları suçlu ilan eden düzeni kurup, kafası zemberekli olanlardan medet umduğumuz bu düzen işte buraya kadar!

Bize de damakları kaşınan bir yaşına gelmemiş çocukların eline verilmiş çıngıraklı oyuncaklardan verilmiş birer tane ellerimize: Ha babam salla dur… Uyuştukça sus, sustukça kendine dön…

Buna da demokrasi deniyor!

Elbette demokrasi: Sandığa gidiyor muyuz? Evet. Oy veriyor muyuz evet! Ellerimizle belirliyor muyuz bize neyi nasıl yapacağını söyleyenleri? Evet!

O zaman demokrasi değil de nedir?

İsterseniz bir daha düşünün…

İki devletli çözüm izi nereye taşır. Bu devlet adanın diğer yarısı karşısında ne olur? Dünya Kıbrıs’a biçtiği kaftanı giydirmek için nasıl ellerini ovuşturur? İlk devrilen kim olur?

Cesaret her zaman iyi tasarlanmış plan içermeyebilir lakin göz göre göre de ilerlemenin tasvirleri çok başkadır…

Dr. Çiğdem DÜRÜST