Tıpkı bugünkü gibiydik diye düşündüm dün bakanlar kurulu sözcüsünü dinlerken!

Mart sonunda da “Neler yasaklansın?” diye düşünüp hastalıktan daha çok korunabileceğimiz yöntemleri tartışıyorduk. Önlemler alındıkça bize yine de yetersiz geliyordu.

Sonunda en başta söylediğimiz ve istediğimiz oldu:Her yer kapandı ve hatta sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte o süreci atlattık.

Yine, tıpkı o gün de bugünkü gibi, ciddi şekilde sancılanarak kararlar alınıyordu.

Bir fark var: O zaman hasta sayısı şimdiki gibi değildi. Haliyle bulaşmış olan veya temaslı olan şüpheleri de bu kadar çok değildi.

Şimdi ortalık temaslı kaynarken, hasta sayısında her gün rekordan rekora koşarken bu direncin sebebini anlamak mümkün değil!

Yani barlar, kafeler açık ama parklar kapalı gibi bir karar, ya da ana sınıf, ilkokul ve 2’ler okulda diğerleri yok gibi bir anlayış ile kimi kimden koruyor, hangi bulaşmama garantisi ile mekân ve yaş sınırını belirliyorlar anlamak da mümkün değil!

Açıktır ki ekonomik ve siyasal gerekçeleri var

Bu gerekçelerin içeriğini halkla paylaşsalar belki hareketleri daha anlamlı gelecek. Ancak bilim kurulu olarak belirlenmiş kişilerin kararlarına dahi kulak asılmadığına göre halk dinlenmesine de çok ihtiyaç görülmeyecektir.

***

Gördüğünüz gibi karmaşa büyük!

Ben gene naçizane gidişatı değerlendireyim mi? Hem bir anne olarak hem bir veli ebeveyn olarak, hem çalışan bir insan olarak hem de sosyal yaşam içinden bir insan olarak…

Önce içteki temizlik ve sağlık sağlanmalı!

Bu nedenle en az 15-20 gün temaslılardan da çıkacak hasta sayısı belirlenmeli. Bu süre içinde hiç kimse yurda alınmamalı. Zaruri gelecek olanlar zaten karantinaya girmeli. Devamında yavaş yavaş yolda belde, sokakta işyerinde dolaşanların sağlıklı oldukları anlaşıldıktan sonra aramıza yeni gelenlerin ve kontrolleri tamamlanmış olanlar karışmalı.

Böylece tertemiz ve sağlıklı bir toplum olarak içte tam açılma yaşanabilir.

Hep dediğim ve Mart Nisan sürecinde söylediğim gibi: Sosyal yaşam da ekonomik yaşam da, kültürel yaşam da her anlamda ve tam anlamıyla açılabilecek. Bizler de korkusuzca her türlü etkinliğimizi sürdürebileceğiz.

Şu anda birileri gelecek, birileri kumar oynayıp tatil yapacak diye yaşadığımız bu sorunlar hiç akla uygun değil!

Resmi görev dışında, gelenlerin karantinaya alınması da ne demek zaten?

Resmi gelince virüs olmuyor mu?

Gelen kim olursa olsun elbette düşman değil! Ancak düşman veya dost değil sorgulanan…

Kaldı ki doktorlarımızın aylardır yaptığı uyarıları da dikkate almak şart!

Diyorlar ki havaların soğumasıyla birlikte virüs kuvvetlenecek ve ölüm vakaları artacak… Ölümü artması demek panik artacak demek. Panik arttı demek yurttaşların gerçekten artık öfke ve tahammül sınırlarının nelere mal olacağını anlamak zorlaşacak demek…

***

Falcı değilim ben…

Başka bir yüzyıldan da gelmedim.

Daha önce olanları da görmedim.

Çünkü bunları görebilmek için bu türden özellik ve meziyetlere gerek yok.

Eğitimden yoksun bırakılan bir yeni nesil yaratmamak da elimizde, ekonominin batmasına sebep olacak bir yaşam da…

Kaldı ki devlet de çok zengin olmadığından teşvik ve destekler de suyunu çekiyor.

Baraj zaten suyunu çekti ve söz verilen tarihler sürekli öteleniyor.

Pandemi sürecini de yumurta kapıya dayanana kadar bekletmek, üst düzey bir siyasi ölene kadar bekleyerek mi olmalı?

Bence yeniden düşünülmeli

İçte garantiyi alıp, sıkı bir kontrolle girişlere izin verildiği anda tüm sorun çözülecektir!

Yine de en iyisini elbette “büyüklerimiz” bilir…

Dr. Çiğdem DÜRÜST